Dün bu köşede okudunuz.

Suç örgütü üyelerinden birinin iddiasına göre; Ayhan Bora kaplan ile bir polis şefi, iki kez Ankara’dan İstanbul’a birlikte gitmişler. Dönüşlerinde Kaplan, 10’ar kilo kokain getirmiş!..

Suç örgütü lideri Kaplan, emniyet, yargı ve siyaset üçgeninde kurduğu bağlantılarla kısa sürede Ankara’nın gece hayatına ve uyuşturucu trafiğine hakim olmuş.

Onun Ulus’ta telefon satışı yaptığı küçük bir dükkanla başlayan serüvenini okurken, yıllar öncesine, Türkiye’de ilk Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi”nin (AMATEM) açıldığı 1983 yılına gittim.

★★★

 Eski Sağlık Bakanlarından merhum Dr. Yıldırım Aktuna, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimliğine atandığında hastane, insanlık suçlarının işlendiği, sözcüklerle anlatılamayacak kadar kötü koşulların hakim olduğu bir toplama kampı gibiydi.

Öyle ki çam koruluğu içindeki bahçenin gözden ırak yerlerinde, tavanından zemine kadar demir parmaklıklar olan, camı çerçevesi kırılmış, çırılçıplak kadın ve erkek hastalarla dopdolu koğuşlar vardı. Hastaların niçin çırılçıplak oldukları sorulduğunda “Bunlar üzerlerinde giysi tutmuyorlar. Zincirsiz olarak da ancak böyle durabiliyorlar” deniliyordu. Yıllardır orada yaşamalarına karşın hiç doktor yüzü görmeyen, yakınları tarafından da aranıp sorulmayan hastalar öldüklerinde cesetleri tıp fakültelerine kadavra olarak gönderiliyor, böylece defin işlemine de gerek kalmıyordu!..

Duymuşsunuzdur. Koyunların su ihtiyaçları için ağıllarda “yalak”lar vardır. Unutulmuş bir koğuşa hapsedilen hastalar da “yalak”lara benzer yerlerden su içiyor, ayrıca dışkılarını da oraya yapıyorlardı!..

Bunları iddia olarak yazmıyorum. Hastanedeki devrim sırasında TRT kameralarıyla çektiğimiz belgesel görüntülere ve yaptığımız röportajlara dayanarak belirtiyorum.

Oysa Yıldırım Aktuna’nın başlattığı büyük değişim sırasında tüm Türkiye, ilgi gösterildiği, hasta muamelesi yapıldığında, o çırılçıplak zavallıların da diğer hastalar gibi hastane giysilerini taşıyabildiklerini, su içip ihtiyaçlarını tuvaletlerde giderebildiklerini gördü.

Ekranlarda izledikleri karşısında dehşete kapılan yurttaşların bağışlarıyla “toplama kampı” Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, kısa süre içinde, Balkanlar ve Ortadoğu’nun parmakla gösterilen modern sağlık kurumlarından birine dönüştü.

Bir başka devrim de uyuşturucu içerikli ilaçların, eczanelerde tıpkı günümüzdeki vitaminler gibi hiçbir reçeteye tabi olmaksızın vitrinlerde tepeleme teşhir edilerek, hatta üzerlerine kocaman harflerle “takviyeli” ibaresi yazılarak, serbestçe satıldığını anlattığımız haberler sonrasında gerçekleşti.

Türkiye’de ilk kez yeşil-kırmızı reçete uygulaması başlatıldı!..

Aradan geçen yıllarda uyuşturucu maddeler çeşitlendi ve maalesef erişim kolaylaştı. Bu nedenle AMATEM’ler yurt sathına yayıldı. Ancak bu merkezlerde çok sayıda alkol ve madde bağımlısına tedavi imkanı sağlanmasına rağmen, ihtiyacın yine de karşılanamadığı görülüyor. Çünkü hem madde bağımlısı olma yaşı düşüyor, hem de bağımlı sayısı her yıl katlanarak artıyor.

Karşı karşıya olduğumuz ürkütücü tablo, toplumumuzun özellikle de gençlerimizin, acilen topyekun mücadele gerektiren korkunç bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğunu gösteriyor.

★★★

Hiç unutmuyorum; Dr. Aktuna AMATEM’i açtığında, koğuşlar boş yatakla doluydu. Şimdi ise yurt genelinde Sağlık Bakanlığı, üniversiteler ve özel sektöre ait 1.388 yatak kapasiteli 136 merkez bulunuyor. Bunların 77”sinde bağımlılar ayakta tedavi görüyor. Ayrıca 186 yatağa sahip 20 ÇEMATEM (Çocuk-Ergen Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi) var, ama boş yatak neredeyse hiç yok!..”

Toplumumuzun geleceğini tehdit eden tehlikenin büyüklüğünü yeterince anlatmışımdır sanırım!..