Bir gün sufilerden birine:

“Muhabbetin sözünü edenlerle onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye sormuşlar. O da:

“Bakın göstereyim” demiş. Önce muhabbeti dilden gönüle indirememiş olanları çağırmış ve onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine; tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Ellerine de “Derviş Kaşıkları” denilen, sapları bir metre boyunda kaşıklar verilmiş. Sûfi:

“Bu kaşıkların ucundan tutup yiyeceksiniz” diye bir de şart koşmuş. “Peki!” demişler. Fakat kaşıklar uzun geldiğinden, döküp saçmadan bir türlü ağızlarına götürememişler. Bakmışlar beceremiyorlar sonunda kalkmışlar sofradan.

Sûfi:

“Şimdi gerçek muhabbet ehlini yemeğe çağıralım” demiş.

Bu kez yüzleri aydınlık, gözleri sevgi dolu insanlar oturmuş sofraya. “Buyurun!” denilince, her biri, uzun saplı kaşığını çorbaya daldırıp karşısındakine ikram etmiş. Böylece hepsi de doymuş olarak sofradan kalkmışlar.

Sûfi, soruyu soranlara dönmüş ve şunları söylemiş:

“İşte, kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve sadece kendi karnını doyurmayı düşünürse aç kalır. Her kim de kardeşini düşünür ve onu doyurmaya gayret ederse, o da yekdiğeri tarafından doyurulacaktır. Unutmayın ki hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır daima.”

 BİZ SEVGİDEN OLDUK

Horasan’dan Anadolu erenlerine, Ahmet Yesevi’den Hacı Bektaş Veli’ye, Yunus Emre’den Hacı Bayram’a uzanan Türk Müslümanlığının merkezinde muhabbet vardır. “Yaradılanı severiz Yaradan ötürü” anlayışı binlerce yıldır Türk milletinin aklına, kalbine ve gönlüne işleyen iman esaslarından biri olmuştur. Bunun içindir ki divanlarda, şiirlerde, kıssalarda buram buram sevginin rayihası eser. Yunus’tan yüzlerce yıl sonra yine bu topraklarda; Şeyh Galip “Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” diyecek ve yaratılmışların göz bebeği olarak insanı tasvir edecektir.

Türk Müslümanlığında terbiye ve tezkiyede odak noktası insanın bizzat kendisidir. Çünkü ahlakın kaynağı din değil vicdandır, fıtrattır. Hiç kimse ağyar (başkası) olamaz; ağyar nefsin kötülükleridir. Keza her insan hazrettir (saygındır); insanların dinine, diline, mezhebine, ırkına, cinsine, rengine, yoksulluğuna, zenginliğine bakmak ayıp sayılır.

Kadın sanki mahluk değildir, Halık’tır. Yedi yaşındaki kız çocuğuna kadın gözüyle bakana da sapık denir! Şahsi çıkarları uğruna dini kullananlara hürmet edilmez.  Düğünlerde müzik çalma haram sayılmaz. Cenaze konu-komşuyla birlikte kaldırılır, yemekler birlikte yenir, mevlit birlikte dinlenir. Beraber yaşama kültürü Türk milletinin ve bu toprakların özündedir. Kısaca bu anlayış, hoşgörünün hâkim olduğu ama bir o kadar da temiz kalma mücadelesidir. İbadetini yapamayanlarda tatlı tatlı serzenişlere rastlarsınız ama “haram lokma boğazımdan geçmedi, kul hakkı yok üzerimde” dediğini duyarsınız. İşte tam da budur Türk Müslümanlığı.

ÖZÜNE SAHİP ÇIK

Türk Müslümanlığı bizim aynamızdır. Asya bozkırlarından Maveraünnehire Anadolu’ya ve Avrupaya uzanan coğrafyada; binlerce yıllık tarih ve medeniyetin birikimiyle özünde insan sevgisi olan bir din anlayışı inşa edilmiştir. Kendine has bir dil ile özüne, sözüne, geleneğine ve örfüne sahip çıkan milletimiz, bu özü bozmaya yeltenenlere gerekli cevabı verir. Milli varlığımızın ve kültürümüzün temel taşlarından olan kültleri; mevlit, kandil, kutlamalarını, türbe/yatır ziyaretlerini;  sözüm ona batıl/dine sonradan eklemlenmiş diyenlere  itibar etmez. Ebu Cehil’in de giydiği entariyi, İslam diye dayatanlara da güler geçer.

Demem o ki, eşyanın tabiatındandır, her toplumun psikolojisi, tarihi ve kültürel şartları dini algısına nüfuz etmiştir. Bunu bilmemek kendi Müslümanlık anlayışımızdan bizi uzaklaştırır. Bir Türk alim olan Ebu Hanife’nin ibadetlere getirdiği kolaylık, iman amel ilişkisini yorumlarken toleranslı yaklaşımı (ameli imandan ayrı görmesi) tam da bu açıdan okunması gereken bir durumdur. Emevi-Arap İslam anlayışının katı, dışlayıcı, kaba-saba, ötekileştirici, tekfir edici karakteristik özellikleri Türk Müslümanlığıyla asla örtüşmez. Bunun bilinciyle kendi kültürel kodlarımızı yeniden canlandırmak zorundayız. Yunus’un diliyle bitirelim:

 “Gelin tanış olalım işi kolay kılalım

Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz.”