Türkiye’nin yaşadığı eski tip krizlerde ülke. İhracatla döviz kazanamayınca kur yukarı tırmanırdı ki buna ödemeler dengesi açığı diyoruz. Bu duruma siyasetin yaptığı yanlış işler eklenince yani yolsuzluklar, kaynakların savrulması vb. eylemler zayıf ekonomi ile birleşince muazzam bütçe açıkları verilirdi. Bu açıklar anormal yüksek faizle alınan borçlarla kapatılır, sabit kur sistemi varsa bir gecede liranın değeri yerle bir edilir, sonunda ülkenin döviz açlığını gidermek için IMF gibi bir kredi kaynağına gidilir ve sermaye temin edilerek yıkıntılardan yeni bir başlangıç yapılmaya çalışılırdı.
Genelde de ülke kriz etkilerini 1-2 yıl içinde atlatırdı…
***
Ancak durum şimdi çok farklı. Çünkü, AKP ekonomi modeli 2015-2016 yıllarında çöktü.
Neydi sistem?
Ucuza bulunan dolar ve İnşaat rantına dayalı tatlı para ekonomisiydi. İnşaat yaptıkça cepler rantla doluyor, her bina farklı sektörleri harekete geçirerek ülkeye tam bir ‘Lale Devri’ yaşatıyordu. Oysa ekonomideki sektörleri sadece inşaat ile çalıştırmak sonu hüsran olacak bir yolculuktu. İhracata dayalı bir üretim ekonomisi inşa edilmemiş, sanayi, kur ucuz olduğu için ucuz dış girdiye dayanarak düşük teknolojili mallar satarak yolunu bulmayı seçmişti.
Bu ‘Lale Devri’nin kökeninde 2008 krizi sonrası Amerikalıların ekonomilerini canlandırmak için bastıkları bol para vardı. Elbette o zamanlar batı ile kavgalı olmayan, AB üyesi olmaya aday olan Türkiye’ye bu sermaye girmiş, kuru 2,5-3 lira arsında tutmaya yaramıştı.
Ancak Amerikalılar bu parayı faiz artışları ve direkt nakdi çekmek suretiyle azaltınca Türkiye’de 2013 yılında kurda arıza sinyalleri çıkmaya başladı. O yıllarda yönetim defalarca ikaz edilmesine rağmen samanı bile dışarıdan ithal etmeye başlamıştı. Hatta dönemin Tarım Bakanı Pakdemirli 2018 yılında ‘para var ki saman ithal ediyoruz’ diyerek üretimden kopmuş ithalatçı/tüketici zihniyeti gözler önüne serdi.
Türkiye’nin tek hatası sadece yanlış üretim modeli değil, ülkesine gelen yabancı sermayeyi de kavgacı dış politikaları nedeniyle kaçırması olmuştur. 100 milyar dolardan fazla tahvil ve hisse parası kaçmış, iktidar Suriye’de en az 100 milyar dolar batırmış, 2018’den sonra yaklaşık 300 milyar dolar rezervini de kuru tutayım derken yakmıştır.
Şimdi rezervleri eksi 50 milyar dolar civarında, kısa vadeli borcu 226 milyar dolar olan ve 2023 yılında 45 milyar dolar cari açık vermiş ekonomi ile baş başayız. Öyle ki enflasyonu gerçekte %100’ü geçmiş, dolar kuru yılda yüzde 60’tan fazla yükselerek 31 lira üzerine çıkmış; maliyesi bu yıl 2 trilyon liradan fazla vereceği rekor açıkla bitik durumda bir ekonomi ile ayakta durmaya çabalıyoruz.
***
Bu bunalımı yeni nesil yapan tarafa gelecek olursak: Eskiden de ödemeler dengesi açıkları krize neden oluyordu. Ancak krizin faturasını üreticiler ve bankacılık sistemi de ödüyordu. Şimdi AKP yönetimi, rekabet gücü ve verimliliği olmayan, haliyle giderleri gelirlerinden fazla, fiiliyatta batık zombi şirketlerin batarak işsizlik yaratmasını istemiyor. Çünkü, doğan işsizlik seçim kaybetmeye yol açar diye düşündüler. Bu yüzden de piyasa gerçeklerine uymayan, enflasyon altındaki kredi faiz oranları içeren nakit yardımları ile onları 2024 yılına kadar taşımayı başardılar.
Ancak iktidar, firma ve bankalara ucuz para verirken enflasyon farkını sürekli vatandaşa ödetti. Bankalar ve firmalar semirirken vatandaş zayıfladı, eridi. Üst kesimlere sağlanan bu parasal akış dini ve milliyetçi değerler ile korunarak vatandaşın bunları sorgulaması zorlaştırıldı.
Ekonomik veriler açıkça gösteriyor ki oluşan enflasyon vatandaşın cebini boşaltırken patronlar ve bankacılar ihya oldu. Bankalar ve firmalar maliyetleri insafsızca vatandaş yansıttı. İktidarın dolar kurunu yükselterek artırdığı maliyetlerin yükünü zam bombardımanına tutulan vatandaş karşıladı. Bu ortamda AKP yandaşı oligarşi büyüdü, tatlı bir hayat sürdü.
Yineleyecek olursak: Yeni nesil kriz demek; hükümetin tarım ve sanayide üretim ve ihracat modeli yerine, tüketim ve ithalatın yarattığı kur artışı, bütçe açığı ve sonuçta oluşan enflasyon yükünün devamlı vatandaşa yıkılması demektir. Enflasyon faturasını (reel gelirlerin düşmesi + mal/hizmet fiyatlarının artması) tüm kesimler değil sürekli hane halkı öder. Bozulan gelir dağılımı yüzünden patronlar, bankacılar ve oligarşiye daha fazla para aktarılır.
Peki bu kriz nerede biter?
1-Hane halkının üzerinde sadece gömleği kaldığında.
2-Hane halkı buna ‘artık yeter’ dediğinde…
Halkın önüne 31 Mart’taki seçimde böyle bir seçenek konulacaktır.
Bakalım millet krizde yaşamayı mı yoksa kurtuluşu mu tercih edecek; hep birlikte göreceğiz.