Mitomani için şöyle bir tanım var: "Kişinin sürekli yalan söylemesi ve en nihayet kendi uydurduğu yalanlara inanma hali."
Oysa "ZIRTÇILIK" öyle değil... Özellikle Anadolu'da bu geleneği hâlâ devam ettiren büyük ustalar var.
Zırtçılar sürekli yalan söylemezler. Onlar anlattıkları hikayelerde istikrarlıdırlar. Öylesine bir devamlılık vardır ki aradan yıllar bile geçse senaryolarda hiçbir sapma olmaz. Sanki o olayları yaşamışcasına ballandıra ballandıra anlatırlar. Aslında dinleyiciler hikayenin yalan olduğunu bilirler. Çoğu zaman zırtçının daha da havaya girmesi için ufak tefek hatırlatmalar ve nidalarla onu havaya sokarlar.
Zırtçılar bir nevi meddahtır. Onlar çoğu zaman mahalle kahvelerinde bir bardak çayla ya da meyhanelerde bir duble rakıyla şov yapan mütevazı sanatçılardır..
Benim bildiğim bazı zırtçılar var. En meşhuru Malatyalı Havlucu Mehmet'tir. Kurtuluş Savaşı'nda, dışarda kan gövdeyi götürürken, Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa’ya çadırda tavla oynuyorlar diye, ağır fırça atmışlığı pek meşhurdur.
Sökeli Ali Dayı ise, Mustafa Kemal Paşa'nın elinden kılıcını alıp "Paşam sen çok yoruldun, ver şu kılıcı" diyerek Alsancak'tan Konak'a kadar bütün Yunan ordusunu tek tek denize dökmüş bir yiğit cengaverdir.
Erzurumlu Deli Şamil ise sabah erkenden berber dükkânını açmış ve gelen ilk müşterinin Uganda lideri İdi Amin olduğunu anlayınca çaktırmadan çırağına "Sen suratı köpürt, ben geliyorum" demiş. Koşarak kahvedekilere haber vermiş ama dükkâna geldiğinde ortada İdi Amin olmadığı gibi berber koltuğunda çırağının sadece kemiklerini bulmuş talihsiz bir esnaftır.
İstanbul'un en meşhur zırtçısı ise Kuzguncuklu İsmail'di. Evinin üçüncü katında cumbadan zürafaları elma armutla beslediği bir yana, en büyük performansı; Adalar açığına gelen dev bir balinayı bertaraf etmesidir... Bu muhteşem hikaye şöyle:
Kuzguncuk'ta kahvede otururken buna haber geliyor; "Abi Adalar'ı tek tek sayıyoruz, bir tanesi fazla" diyorlar. İsmail hemen Kuzguncuk'tan denize atlıyor, yüzerek Burgaz ve Kınalıada açıklarına geliyor. Bir de ne görsün? Çocukların ada sandığı şey kocaman bir balina. "Dön ulan burayı terk et, mahalleli senden korkuyor, seni fena yaparım" diyor. Sonra, alnını balinanın kafasına dayıyor. Balina çok sinirleniyor İsmail'e… Kafasından fıskiye gibi yükseklere su püskürtüyor. Aklı sıra İsmail'i korkutacak. İsmail delikanlı adam, geri vitesi yok tabii. Sağ baş parmağını balinanın su püskürttüğü deliğe sokuyor ve hayvana bir kafa koyuyor, balina oracıkta beyin kanamasından ölüyor.
İsmail gelirken yanında çeke çeke getirdiği uzun ipi hayvanın kuyruğuna sarıyor ve Kuzguncuk'a kadar geri yüzüyor. Mahalleliye diyor ki, "Ben balinayı öldürdüm, bari karaya çekme işini siz yapın..." Onlar da balinayı Kuzguncuk'a kadar çekiyorlar...
Tam bir ay boyunca mahallede balina tava, balina buğulama, balina şiş ve hatta kalan kemiklerinden balina çorbası bile yapıyorlar. Ama yüce gönüllü İsmail tek bir parça yemiyor. Neden yemediğini sorduklarında da, "Rejimdeyim, kız istemeye gideceğiz. Kendime bakmam lazım" diyor...
Yaşadığımız dünyada, siyasetten spora kadar, herkes o kadar çok sallıyor ki, stand-up’çılar ve zırtçılar giderek "bu işler bizi aşar" diyerek kendilerini geri plana çekmek zorunda kaldılar. (alıntı)
SON SÖZ; Esiyorsanız yağın, yağmayacaksanız gürültü yapmayın. ALİ SÜRMELİ