Diktatörler genellikle belirli bir bilgi, kültür, görgü düzeyinden yoksun toplumlar, çıkarcılık ve dalkavukluktan malul bilgin, aydın ve yazar-çizer hokkabazların ürünü oluyor.
Bu nedenle 21. Asır’da Avrupa ve diğer kalkınmış toplumlarda diktatörlerin nesli tükeniyor. Ancak, Ortadoğu, Afrika ve bazı Orta Asya ülkeleri bu musibetten kurtulamıyor.
Diktatörler ikbal ve iktidarlarını cehalet, mürailik, biat kültürü ve din sömürüsü üzerine kurguluyorlar. “Liderlerini Tanrı’nın bütün özelliklerini üstünde taşıyor” ya da “ona dokunmak bile ibadettir” gibi din işportacılığı da onu bir Mesih ya da kutsal bir kimliğe büründürüyor.
Diktatörlerin saltanat, safahat, ikbal ve hükümranlık ihtirasları, onları zıvanadan çıkarıyor.
Dünyada gelmiş geçmiş, diktatörlerin söylem ve eylemleri, Tayyip Erdoğan’ın 12 yıllık Başbakanlık döneminin repertuvarını oluşturuyor.
Başyazarımız Rahmi Turan 12 Eylül 2014 tarihli köşe yazısında Hitler’in şu söylemini dile getiriyor.
“Kurnazca ve devamlı bir propaganda için, insan kitlesi ne kadar büyükse, toplumun anlayış seviyesi o kadar düşük olur. Büyük kalabalıklar, büyük yalandan hiç şüpheye düşmezler. Kısacası yalan ne kadar büyük olursa, kitlelerin ona inanması ihtimali o kadar artar.”
Hitler’in bu yalanlara dayalı “propaganda yöntemleri”, eğitim düzeyi yüksek Alman toplumunu bile kandırabilmişti.
Erdoğan, Hitler’in bu ilginç tespit ve beyanlarını harfiyen uyguluyor.
Aziz Nesin’in “bizim halkımızın %60’ı aptaldır” lafından da esinlenerek “gerçek dışı beyanları” meydanlarda büyük halk kitleleri önünde yapıyor ve bunları inandırmakta büyük bir maharet gösteriyor.
Özellikle ; “zifiri karanlığı, ak-aydınlık gösterme tekniğinde” Hitler’in “karayı ak, akı kara yapma” virtüözü ünlü propaganda nazırı Goebbels’i bile solluyor.
Hitler, nasyonal sosyalizmle tüm dünyaya egemen olup, dünya liderliğini hayal ediyor. Sonunda feci şekilde canına kıyıyor.
Erdoğan’da Sünnileri Ortadoğu’ya “kanla egemen kıldırarak”bölge ve dünya liderliğini düşlüyor. Sonunda Yalova kaymakamı oluyor.

* * * *
- İtalya’nın faşist lideri Mussolini dönemini tarih kitapları şöyle açıklıyor; “İtalya’yı kısa zamanda bir polis devleti haline getirdi.” “Gazeteleri uydulaştırdı.” “Seçim sisteminde yaptığı düzenleme ve uygulamalarla diğer partilere hakkı tanımadı..” “Üniversiteleri ve genel eğitimi kontrol altına aldı.” “Bütün bakanların tüm görev ve yetkilerini kendisi üstlendi.” “Tüm İtalyan şirketlerini, sivil toplum örgütlerini güdümü altına aldı.”
Tayyip uygulamaları ise Mussolini söylem ve eylemleriyle tıpatıp örtüşüyor. O da, hukuk devleti yerine polis devleti oluşturuyor. “Medyayı, yargıyı bağımlı”, “eğitimi güdümlü” hale getiriyor.
Tüm bakanların görevlerini kendi uhdesinde topluyor. Sivil toplum örgütlerini, sendikaları, üniversiteleri uydulaştırıyor. Mussolini gibi 5 bin polisle geziyor.

* * * *

- İspanyol diktatör Franko ile ilgili internette şu bilgiler yer alıyor.
Franko, koyu bir Katolik ve laiklik karşıtıydı. “Kilise desteğiyle iktidar oldu.” Franko, kadınların başta “çalışma hayatı” olmak üzere birçok haklarına kısıtlamalar getirdi.
Vatandaşlarına “3-4 çocuk yapma emrini” verdi. “Komünist, sosyalist ve eş cinselleri fişlettirip, tutuklattırdı.”
Tayyip Erdoğan bermutat Franko söylem ve uygulamalarından da “intihaller” (eylem çalma) yapıyor. Adeta “ilginç bir ruh ikizliğiyle” o da Franko gibi “din ve camileri kullanarak iktidar oluyor.”
“İnsanlara 3, şimdi de 5 çocuk yapma talimatı veriyor.” Atatürkçüleri, kendisinden olmayanları fişlettirip, hayatlarını söndürtüyor.

* * * *

Tayyip Erdoğan, “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” diye kutsanan Osmanlı din despotu sultanlarını örnek alıyor.
- Tüm insanları dinletme, fişletme, espiyonajla bir korku imparatorluğu yaratmada “Kızıl Sultan Abdülhamit’ten” esinleniyor.
- Saltanat uğruna “Sevr’le ülkesini parçalayan” Vahdettin’den ilham alıyor.
-  Alevi düşmanlığı, “50 bin Alevi’yi katleden” Yavuz Sultan Selim’den kaynaklanıyor.
- Kendi ülkesinde çöp bidonlarında ekmek kırıntılarıyla karnını doyuran çocuklara karşın (ABD bütçesinin bile karşılayamayacağı) 400 milyon dolarlık dünyanın en lüks uçakları, bir milyar liralık kaşaneler, her koyda bir malikane ve kupon arazilerle, dolar trilyoneri Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan’ın diktatör şeyh ve krallarını bile geride bırakıyor.
- Bunların hepsi bir araya gelince Erdoğan, 14. Lui gibi savulun, “devlet benim” diye esip, gürlüyor.


Sonuç: Tüm diktatörler, tarihe kara bir leke olarak geçiyor.
Ancak, hiçbirisi hırsız ve rüşvetçileri yakalayan polis ve savcıların hayatlarını söndürtmüyor. “Analar ağlamasın” yutturmasıyla ülkesini PKK’ya peşkeş çekmiyor.
Bir gaflet, bir danışıklı dövüş söylentisi ve verilen tavizlerle (besle kargayı oysun gözünü) IŞİD’in” rehine 49 vatandaşı serbest bırakmasını” bir zafer olarak yutturma zilletine düşmüyor.