Saygı ÖZTÜRK-

Jandarma Genel Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde bulunan, askerlik hayatının 13 yılı sınır boylarında, terör bölgesinde geçen Aytaç Yalman, yıllarca Suriye ile temasları yürüten komutan olma özelliğini de taşıyor. Yani “zorlu yılların sessiz” tanığıdır.

Emekli Orgeneral Aytaç Yalman, Güneydoğu’da yaşanan olaylar, bunların nasıl önleneceği, Devletin ne gibi adımlar atması gerektiği konularında SÖZCÜ’nün sorularını şöyle cevaplandırdı:

Herkesin bir rolü vardı
“PKK’nın başı Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması aşamasında ise ordu Suriye sınırından sorumlu ordu komutanıydım. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Suriye ile ilgili karar almıştı. Bunlar arasında Suriye’ye girilmesi de yer alıyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in Hatay’a gelmesi, Başbakanın, Cumhurbaşkanının, komutanların o dönemde yaptıkları açıklamalar hep planlı bir çalışmanın sonucuydu. Kimin ne söyleyeceği bile belliydi. Orada. Bir Devlet kararı yerine getirildi. Sivil-asker işbirliğinin fevkalade güzel bir örneğini sergiledik. İşte, bu işbirliği sonuç verdi, Abdullah Öcalan sınır dışı edildi, Adana’da 1999 yılında imzalanan protokolle Suriye ile yeni bir dönemi başlatmıştık.

Siyaset ama nasıl siyaset?
Senin seçtiğin muharebe alanına düşmanını çekebiliyorsan kazanma şansın en zaman yüksektir. Devletin eli 1999-2004 yılları arasında hayli güçlüydü. Abdullah Öcalan yakalanıp Türkiye’ye getirilmiş, teröristler sınır dışına çekilmiş, topraklarımızda 400 civarında terörist kalmıştı.

Kuzey Irak’ta Talabani bölgesinde PKK’lılar emniyetli bir bölgede tutuluyordu. Adullah Öcalan da çok makul konuşmalar yapıyordu. Her şeyi daha kabul edilebilir çizgiye getirmek mümkündü. Maalesef o dönem iyi değerlendirilemedi. Her şey askerlerin üzerindeydi. Oysa bu sorun örgütün zayıf olduğu o dönemde siyaset yoluyla daha kolay çözülebilirdi. Bunun çözümünün bin tane yolu var. Siyaset ama nasıl siyaset? Hedefi, stratejisi belli bir anlayışla bu konu yürütülmeliydi. Oysa Devlet, örgütün güçlü olduğu dönemde siyasi çözüm işine girdi. O yüzden sorunun çözümü de zor yürüyor.



Taşıyamaz hale geldiği için 
Etnik milliyetçilik meselesi ortadan kalkmadan çözüme girişmek tabii ki çok büyük risktir. Türkiye çar-naçar bu olayla girmek durumunda kaldı. Türkiye, Kürt meselesini taşıyamaz hale geldiği için Kürt sorununun siyaseten çözümü için adımlar atılıyor. Yoksa zemin ve zaman elverişli olduğu için değil.
Mesele ulusallıktan çıkmış, uluslararası hale gelmiş. 10 yıl önce ulusal meseleydi. Şimdi uluslararası mesele oldu. Biz şartların böyle olmasını hiç de arzu etmezdik.

Kürtleri ikna, Türkleri tatmin 
Hükümetin siyasi çözümünün ne olduğunu, neleri kapsadığını bilmiyoruz. Bunu, doğru dürüst bilen de yok. Nereye varılmak isteniyor oda belli değil. Görünen, ‘Kürtleri ikna, Türkleri tatmin’ edecek siyasi bir çözüm arandığıdır.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en büyük sorunlarımızdan birisinin Kürt meselesi olduğu görüyündeyim. Bu meseleden mutlaka kurtulmalıyız. Kürt meselesinden kurtulmadan Türkiye’nin ayağa kalkması, bölge gücü , dünyada söz sahibi olması mümkün değil. Kürt meselesi bir şekilde çözümlenmelidir. Bunun çözüleceğine inacaksınız ki buna uygun siyaset geliştireceksiniz. Bu meselesinin siyasi çözümünün bir siyasi hedefi olur, bu siyasi hedef gerekirse askeri hedefe de dönüşür.

Silahı göstererek çözüm olmaz 
Terör örgütü, siyasi çözümü başından beri hep silah tehdidiyle götürüyor. Bu yanlış. Silahını göstererek masa başında bir çözüm olmaz. Bunun adı çözüm değil, dayatma olur. Böyle bir dayatmayı haklı olarak Türkiye kabul etmiyor. Ama bu sorunun çözümlenmesi gerektiğini iktidar da anladı ki, Kürt sorunu gibi büyük ve riskli soruna siyaseten yaklaşabildi. Silahını bırakmamış, şartlar itibariyle çok güçlü pozisyonunda olmasına rağmen PKK’nın böyle bir siyaset gütmesi risklidir. Ama Türkiye’nin Kürt sorunundan kurtulması lazım geldiğini, kurtulamazsa gelişmesinin, büyümesinin mümkün olmayacağının da herkesin kabul etmesi lazım.

Bu konu siyasi değil, milli meseledir. Bunlar siyaseten çözülebilmesi için konuşulması lazım. Siyasi hedef önceden belirlenir, ona göre yönlenme olur. Günlük siyasetle bu işler çözülmez. Bir adım o bir adım sen atarsan bununla bir mesafe alınamaz.

ABD’nin politikaları yön verir

Ortadoğu’ya ABD’nin benimsemediği politikalar yön verir. ABD’nin tek politikası yok, şartlara göre devamlı değişen bir politikası, onun nihai hedefi vardır. Bunu şartlara göre değerlendirir ve kullanır. Türkiye’yi, Barzani’yi ve PKK güçlerini kendi ihtiyaçları ve arzularına göre değerlendirir. ‘Türkiye benim dostumdur, hep arkasında duracağım’ demez. Ne zaman, nerenin arkasında olacağını menfaatleri belirler.

Terörün belli 1994’de kırıldı. 1996’dan itibaren Barzani ve Talabani’nin her yönüyle Türkiye’ye bağımlı olduğu bir süreç yaşandı. Türkiye’yle tam anlamıyla işbirliği yaptılar. Ama 1998’de Talabani ve Barzani’yi ABD’ye çağırdılar. Orada Washington mutabakatı imzalandı. İkisi de Türkiye’den uzaklaşmaya başladı.

Türk ve Kürt’ü yakınlaştırmaz
ABD, bölgedeki devletlerin ve güçlerin ilişkilerinin ne kadar olması gerektiğini de kendisi belirler. Kürt ve Türklerin aşırı ölçüde yakınlaşmasını da, uzak kalmasını da arzu etmez. O ilişkinin ne kadar olmasını ABD belirler ve bunu uygulatmaya çalışır.

Biz hep devlet olarak Irak’ın toprak bütünlüğünden bahsettik. Sonra ne oldu? Türkiye Barzani’ye işbirliğine girişti, onu devlet gibi algılar hale geldi. Bu duruma ABD karşı çıktı. Çünkü kontrolü elinde tutmak ister, kontrolün elinden çıkmasını istemez. ABD’ye teslim olmadan ama sorunun da parçası olmadan, çözümün bir parçası olarak ABD ile işbirliğini sürdürmek lazım.