Muaviye, Kur’an’ı Kerim’i siyaset arenasında kullanan ilk kişidir.
Halifenin ve Vali Muaviye’nin orduları Sıffin’de karşı karşıya gelir; Hz. Ali zafere yaklaşmıştır. Yenilgiden kurtulmak isteyen Muaviye çözüm aramaya başlar; taktik danışmanından gelir. Amr b. As, “Onların arasına öyle bir konu at ki, onu kabul etseler de etmeseler de ihtilafa düşsünler. Onları, seninle aralarında Allah’ın kitabını hakem tayin etmeye çağır. Ali taraftarlarını askeri güç, hile kadar gevşetemez” der. (Sahabe Döneminde İktidar Kavgası/ Prof. Ahmet Akbulut)
Muaviye bu tespiti hemen kavrar ve kabul eder. Havaya kaldırdıkları mızraklara takılı yüz adet mushafla Hz. Ali’yi karşılarlar ve “Ey Iraklılar sizinle bizim aramızda Allah’ın kitabı var, onu aramızda hakem kılalım” derler. Hz. Ali bunun bir hile olduğunu anlar. Ancak hakeme razı grup Halifenin tüm uyarılarına rağmen görüşlerinde direnirler ve böylece Hz. Ali taraftarları ikiye bölünür.
Hile ve desiselerle dolu “hakem olayı” da Halifenin aleyhine işleyecektir. Hz. Ali’nin temsilcisi Ebu Musa’ya Hz. Ali’yi halifelikten azl ettiren Amr b. As (Muaviye’nin temsilcisi) Muaviye’yi halife ilan edecektir.
Cemel vakası, ardından 70 bin insanın öldüğü Sıffîn Savaşı ve Hakem olayı ile ayrılıkların ve düşmanlıkların temeli atılmış olur.
TARİH TEKERRÜRDEN Mİ İBARET

Tarihsel olaylar tekildir; ancak bu birbirine benzemediği anlamına gelmez. Bu olaylardan insanlar kendilerine uygun
sonuçlar çıkarırlar.
İktidarda bulunanların Muaviye ile ilgili çıkardıkları sonuçla, iktidarda olmayanların sonuçları farklıdır. Bu, Hak ve Hakikat ile aramızdaki ilişkiyi belirler. Bütün mesele Hak ve Hakikat karşısında tutumumuzla ilgilidir. Bir insanın Hak ve Hakikat karşısında olumlu bir tutumu yoksa, hangi dindarlık adı altında olursa olsun, o, hiçbir zaman dindarlık denilen olguyla arasındaki mesafeyi kapatamaz. Çünkü hakikat, dindarlığı da aşan bir şeydir.
Siyaset doğrudan dünyanın maddi yüzü ile ilgilidir; iktidardır, güçtür, makamdır, şandır, şöhrettir ve ahlaki bir imtihandır. Hakikat bu maddi yüzü aşan tarafla ilişkilendirilir. Din, manevi yönü itibariyle dünyanın maddi yönünü aşar. Ancak görünüşleri itibarıyla bu dünyaya aittir. Görüntüler üzerinden dindarlık yapanlar dinin bu dünyaya ait olan veçhesini bulundukları konuma göre kullanmakta hiçbir beis görmezler. Muaviye bunu yapmıştır. Bugünün kimi siyasetçileri de bunu yapmaktadır.
Peki, bu olumsuzluğun üzerinden nasıl gelinebilir? Bu dinin kurumsal bir araç olmaktan çıkıp şahsi bir mesele haline dönmesiyle biter.
Bu gün uygulanan şey de geçmişten gelen hatta tarihin miras bıraktığı bu zihinsel alışkanlıkların devamıdır. Alışkanlık ise din olamaz.
Din siyasetle yan yana gelmemelidir; yaşanmış acı hadiseler bize bunu söyler.
Dolayısıyla çağdaş Muaviyelere ihtiyaç yoktur!


DİYANET’E SORULAR

Diyanet İşleri Başkan(lığı)ı geçmişten bugüne belki de ilk defa bu kadar gündemde kaldı ve eleştirildi. Acı tarafı İslam’ın ortaya koyduğu değerlerle çelişen konular etrafında dönüyor tartışmalar. Tepkiler,  israf ve gösterişten kaynaklanmıyor sadece. Kişiye atfedilen “Allah’ın sıfatlarını taşıyor” ya da Peygamber’e yönelik “kibir” isnatları üzerine tek laf edemeyen Diyanet, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, “Bakara-makara” saçmalığı, kadınlara yönelik çirkin sözler, bazı ayetlerle ilgili (akrabaları işe alma konusu gibi) keyfi yorumlar vs. karşısında suskun kaldı ve kuruma olan güveni sarstı. Bir televizyon programında Mehmet Görmez’in makam arabası ve diğer eleştiriler üzerinden yaptığı açıklamalar ise “ibret-i alem”!
Buradan Görmez’e şu soruları sormak isterim:
- Medya açığa çıkarmamış ve toplum bir tepki koymamış olsaydı o arabaya binecek miydiniz?  (Yanlış yapıldığı için araca binmemezlik yapmadık ifadenizden bu anlaşılıyor! Kaldı ki mevcut makam aracınız da sıradan değil.)
- Araç talebi sizden gittiğine göre; yoksulluğun ve işsizliğin bu denli artış gösterdiği bir dönemde; israfı, gösterişi yasaklayan bir dinin kurumsal anlamda en yüksek temsilcisi olarak bunun etik bir izahı olabilir mi?
- Kaldı ki para devletin (dolayısıyla milletin parası) kasasından çıktı; kime gidecek, nerede kullanılacak bilmiyoruz! Bu bir vebal değil mi?
- Çok daha önemlisi (devlet kurumlarına yönelik) israftan ve gösterişten kaçınılması konusunda kişi/kurum olarak yaptığınız herhangi bir uyarı/açıklama var mı?
Diyanet siyasi tartışmalarla dile gelmemelidir. Kuruluş amacına uygun olarak dinin siyasetten arındırılmasına ve bu sayede dinin siyasi çıkarlara hizmet etmesine engel olmalıdır.