RÖPORTAJ: Nil SOYSAL

“Mutlu olan bir kişi kaldı mı Türkiye’de?” Yılmaz Özdil geçen hafta köşesinde sordu bu soruyu. Çok şaşırabilirsiniz belki; ama ben mutluyum! Çünkü umutluyum. Yüzde 100 inanıyorum bu ülke düze çıkacak. Nereden biliyorsun derseniz; lafı çok uzatmadan bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Kalkın gidin Müjdat Gezen Tiyatrosu’na. Görün oradaki kalabalığı… “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye tempo tutan 7’den 70’e salonu dolduran o gençliği… İddia ediyorum; ne kadar karamsar olursanız olun, benim gördüklerimi gördükten sonra Özdil’in bu sorusuna siz de aynı yanıtı vereceksiniz…

- Köşe yazılarının oyunlaştırılması dünyada da bir ilk galiba…
MÜJDAT GEZEN: Gazete tiyatrosu var. O da Amerika’da çıkmış. O günkü gazeteyi alıyor, sahnede yorumluyor. Ben de yapmıştım, Ferhan Şensoy uzun yıllar yaptı. Ferhangi Şeyler’de gazeteyi açıyor, o günkü haberlerin matrak parodilerini yapıyor. Ama bir gazetecinin köşe yazıları ilk defa oyunlaştırılıyor.

YILMAZ ÖZDİL: Benim açımdan bunun Müjdat Gezen tarafından oynanması en büyük ödül. Müjdat Gezen benim sadece öğretmenim, ustam değil, aynı zamanda fikir akrabam. Ben yazdığım bir yazıda, Müjdat abi ile hemfikir olduğumuza eminim. Ben Müjdat Gezen’in henüz yapmadığı oyunların altına da imzamı atarım. Çünkü ne oynayacağını bilirim. Bu hayata bakışla ilgili.

- Oyun bugün başlıyor ama benim aklım hâlâ almıyor!... Köşe yazısı nasıl oynanabilir?
M.G: Bana köşe yazısını oynamak da yetmedi. Bu akıllı telefonlar sayesinde Yılmaz’ı oyunun içine aldım. Yılmaz’la yaptığımız görüntülü konuşmaları telefona kaydettim. Evvela mesajı geliyor; “Abi yazımı gönderiyorum” diyor. Sonra basıyorum tuşa; sesi telefondan stüdyoya düşüyor. Seyirciye dinletiyorum. Üçüncüde bu da kesmiyor, ‘Görüntülü konuşalım mı’ diyorum. Yani mesaj, sesli konuşması ve görüntüsü ile Yılmaz’ı oyuna dahil ediyorum. Ama haklısın zor bir oyun. Ben 48 kişilik bir oyun koydum sahneye; Sevgi Müzikali. Başrollerinden birini oynuyorum. Hem oyunun yönetmeniyim, hem her şeyiyle bire bir ilgileniyorum. Bu ise tek kişilik bir oyun. Bana nasıl bir heyecan verdiğini anlatamam!

Y.Ö: Aslında bu oyun köşe yazılarından oluşuyor ama, her köşe yazısına Müjdat Gezen’in bir yorumu var. Onun kattığı analizler, görüşler var. Bir de bu oyun yaşayan bir oyun. Müjdat Gezen, dün eklediği bir bölümü, bugün çıkarabiliyor ya da bambaşka bir bölüm ekleyebiliyor. Hatta o yüzden ben oyunun provalarını da izlemedim. Hiçbiri birbirine benzemiyor. İzleyenler görecek; oyun kendi içinde sürprizlerle dolu ve bu anlamda benim için de sürprizli olacak. Ben aynı oyunu insanların 5-6 kez izleyeceğini düşünüyorum.

M.G: Ben bu oyunu çalışmaya başladığım zaman gündemde Lozan vardı. Oyun da Lozan’la başlıyordu. Şimdi MHP ile hükümet kurma var. MHP’nin kıvırması var. Bu kolay kolay şaşmaz. Ama Türkiye’de gündem o kadar oynak ki… Bunu en güzel Yılmaz özetlemişti. Bir gün telefonda dedi ki; “Abi uçağa biniyorum, İzmir’e gidiyorum. Uçaktan inene kadar 6 kere gündem değişiyor!” Bu ortamda oyunun açılışı bana da sürpriz olacak.

- Yılmaz Özdil’i sahnede canlı olarak da arayacak mısınız?
Buna gerek kalmayacak. Çoğu zaman, hatta İzmir turnesinde filan sahneye çıkartacağım Yılmaz’ı.

- Kitapçığında “komedi” yazıyor…
M.G: İnanılmaz komik yazılar var… Ama bütününde oyun hem ağlatacak, hem güldürecek. Seyirciyi selamlıyorum ve soruyorum; “Nasılsınız, iyi misiniz?” İnsan böyle bir soru sorulunca; “İyiyim” filan der. İşte orada “İyiyim” diyenlerden birini gösterip; “İhbar ediyorum, iyiyim dedi. İçimizde bir hain var!” diyorum. Çünkü biri bana “Nasılsın” diye sorduğunda ben artık “İyiyim” diyemiyorum.

10mujdat25cm

- Ne diyorsunuz peki?
M.G.: Çok şükür herşey anormal!..

Gezen: Bugün Türkiye’yi, şekeri unutulmuş aşureye benzetiyorum


- Oldu olacak finali de anlatın…
M.G: Finalde benim en sevdiğim yazı var. Atatürk’ün sonradan Diyanet İşleri Başkanı yaptığı Ankara müftüsünün hikayesi. Bu hikayeyi Uğur Dündar’la canlı yaptığımız Arena programında Yılmaz’a anlattırdım. Bütün salon hıçkıra hıçkıra ağladı. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye ayağa kalktı insanlar. Çok buruk bir hikaye. Oyunun en büyük tuzaklarından biri de bu…

- Neden tuzak?
M.G: Adam kitabı 200 bin satmış. Şimdi ikinci baskıya gidiyor. Bir kitabı 5 kişi okusa, 1 milyon kişi eder. Bir gazeteyi 4 kişi okusa, günlük yazıları okuyan kişi sayısı da 1 milyon kişi olur. Yani zaten 2 milyon kişi bu yazıları okumuş. Sen bunları yeniden yaparsan, bunda ne orjinallik var, oyunun özelliği ne diyebilirsin. İşte o özellik oyunun içinde çıkıyor. Oyuna Yılmaz kendi görüntüsüyle giriyor. Bence bu çok önemli bir fark.

‘YAZILARI MÜJDAT ABİ SEÇTİ’

- Oyundaki yazıları neye göre seçtiniz?
Y.Ö: Müjdat Abi seçti…Ben şuna inanıyorum; bizi ne sağ-sol ideolojileri, ne de başka bir şey değil, bizi kurtarırsa sadece sanat kurtaracak. Mustafa Kemal Sofya’da bir senfoni konseri izliyor. Soruyor; “Bu sanatçıların hepsi Bulgar mı?” “Evet” diyorlar. “Balkan Savaşı’nı neden kaybettiğimizi anladım” diyor. Hadise bundan ibaret. Gerçek mücadele ancak sanat ve kültürle olur. Dolayısıyla çıkış yolu da bu olacak.

M.G: Sanat güzeldir. İnsanı onarır. Tamirat gibidir. Bence bizi yönetenler de bunu bir gün anlayacaklar. Bugün yaşananlar hep son 14 yılın mahsulü… İnananlar inanmayanlar, bizden olanlar olmayanlar, fetöşcüler metöşcüler eskiden yoktu. Bu insanları bir tutkal gibi sevgi ile birleştirmek varken, bu ayrımcılık niye ki?...

Y.Ö:
Ben mesela ironi olsun diye değil, bütün kalbimle inanarak söylüyorum; bizi yöneten bir bira içseydi, bira içen insanları da anlardı. Ben iddia ediyorum; bu ülkeyi yönetenler bir defa Müjdat Gezen Tiyatrosu’na gelseler, kendilerini çok daha iyi hissedecekler.

M.G: Keşke gelseler… Benim ülkemin cumhurbaşkanı, başbakanı bizim oyunumuza gelirse ben bundan onur duyarım. Ama sevmiyorlar.

‘MAHALLE ÇOCUĞUYUZ’

- Günde kaç kez telefonlaşıyorsunuz?
Y.Ö: O tamamen Türkiye’nin rezalet katsayısına bağlı. Türkiye’de rezalet arttıkça, biz Müjdat Abi ile daha sık telefonlaşıyoruz.

M.G: İkimiz de mahalle çocuğuyuz. En çok örtüştüğümüz nokta bu. Yılmaz İzmir’in ara sokaklarında büyümüş, ben Hırka-i Şerif’te.

Y.Ö: Bugün Türkiye siyasete yırtık pabuçlarla girip, ayakkabı kutularına dolar dolduran insanlar tarafından yönetiliyor. Halbuki Türkiye’nin bir ayağında Prada, bir ayağında yumurta topuk olan insanlar tarafından yönetilmesi lazım. Müjdat Gezen’le bizim bir başka ortak paydamız da bu aslında. Bizim bir ayağımızda Prada, bir ayağımızda yumurta topuk var. Türkiye de duyguların, düşüncelerin, alışkanlıkların, valslerin, halayların, uzun havaların ve senfonilerin ortak paydasıdır aslında. Mustafa Kemal’in yarattığı devrim de böyle bir şeydir. Bu yüzden onun fikirleri 19. yüzyıldan, 21. yüzyıla taşındı. Bizi biz yapan bu ortak paydadır. Bunun dışına çıktığınız anda işler sarpa sarıyor, şu anda olduğu gibi. Bizi hep tek tipçilikle suçluyorlar, aslında tek tipçi kendileri.

M.G: Yılmaz’ın teşhisine coğrafi olarak bir ekleme yapabilirim… Mesela Boğaziçi Köprüsü. Sadece iki yakayı buluşturmuyor, aynı zamanda iki kültürü kavuşturuyor. Ben bugün Türkiye’yi şekeri unutulmuş aşureye benzetiyorum. Bir de şekerlisini düşünsenize...
O ne lezzettir!