Her yıl çocuk istismarlarıyla ilgili binlerce dosyanın açılması;
Her türlü şiddet, taciz ve tecavüzün sürekli bir biçime dönüşmesi;
Ensest ilişkilerle ilgili en iğrenç haberlerin sıkça duyuluyor olması;
Bireysel bozuklukların artışı;
Yoksa “milletçe cinnet mi geçiriyoruz” sorusunu sordurtuyor!
Toplum yapısını bu denli temelden sarsacak konularda dahi birlik-beraberlik sağlanamıyor olması ayrı bir garabet... Kınanması, tepki verilmesi ve mücadele edilmesi gereken sorunlar karşısında takınılan tarafgirlik histerisi, kokuşmuşluğun başka bir boyutu.
Bir arada yaşama bilincinin ne tür yaralar aldığını ve kutuplaşmanın hangi boyutlara ulaştığını yapılan anketler ortaya koyuyor:
Yüzde 80’in üzerinde insanımız farklı siyasi görüşteki insana kızını vermek istemiyor.
Yüzde 76’sı farklı gruplarla komşuluk istemiyor. Birlikte iş yapmak istemeyenlerin oranıysa yüzde 74. (Bilgi Üni.)
Tüm bunlar ilkel, kabileci, ilim-irfandan yoksun, vahşette sınır tanımayan “cahiliyye anlayışının“ göstergeleridir. “Cahiliye” bir dönemin adı değil elbette; her dönem yaşanabileceğini Hz. Peygamber de ifade eder. Bilimde, hukukta, nizamda çağın gerisinde olmak; olması gerekene değil de, adetlere, örfe, töreye sarılmak; yapılması gerekeni göz ardı edip, otomatiğe bağlanmış alışkanlıklara tabi olmak; insanlık çizgisine bakmak yerine yüzyıllar önce ortaya konulan fetvaları “din” sanmak “cahiliyye” anlayışının tipik özellikleridir.

TÜRKİYE’NİN GELDİĞİ NOKTA

Toplumsal ve ahlaki bozukluklar ve yaşanılan kirlilik makul olmayan anlayış ve inanç biçimleriyle yakından ilgilidir.
Hastalanan uzuvlar için nasıl dua edilmesi meselesinden -bunun içinde cinsel organ da var!- dört yaşındaki kız çocuğuna nikâh kıyılır mı sorusuna; kız çocuklarını babaların kucağına alıp almayacağıyla ilgili fetvadan, küçücük Suriyeli bir çocuğa (üstelik TRT’de) “savaşmak zorunda kalırsan ne yaparsın” denildiğinde, verdiği “kontrol noktasında kendimi patlatırım” cevabına kadar, her gün tanık olduğumuz abuk sabuk açıklamaların olduğu bir 21. yy Türkiye’sinden bahsediyoruz.
Din önemli bir biçimiyle dünyevidir.
Dünyevilikte ahlak dışı olarak nitelendirdiklerimizi, din diye meşrulaştırmaya çalışanlarla karşı karşıyayız. Bunun adı din değildir; bunun adı seviyesizliktir.
Ne kadar patolojik durum varsa, bunları, bir bakıma inanç sistemleri içinde normalleştirme eğilimi söz konusudur.
Makul inanç biçiminde:
Canlı bomba ya da adam kesmenin yeri olamaz. Dört yaşında çocukla evlenilir mi sorusu sorulamaz.
“Şu ayetleri suya oku ve uzvuna serp” diyen sese itibar edilmez. Ezcümle; aklın, bilimin ve vicdanın reddettiği bir bakışı, kimse din diye yutturmasın, yeter artık!

YAPMADIĞINI SÖYLEME

Adamın biri Ebu Hanife’ye gelir ve:
- Benim oğlan çok bal yiyor, başka bir şey yemiyor. Ancak buna paramız yetmiyor. Siz sözü dinlenen bir insansınız. Ona söyleyin, vazgeçsin, der.
İmam-ı Azam:
- Şimdi gidin, kırk gün sonra gelin, der.
Aradan kırk gün geçer, baba oğul gelirler. İmam, çocuğun yüzüne bakarak, sadece:
- Oğlum, bal yeme, der.
Baba sinirlenir:
- Sadece bu cümle için mi bizi kırk gün beklettiniz?
Ebu Hanife sakinliğini bozmadan:
- Balı ben de çok severim; o günden sonra hiç bal yemedim. Demek ki bal yenilmeyebiliyormuş. Önce bunu benim başarmam gerekiyordu. Bu tecrübemden hareketle, şimdi ona bu nasihati verme hakkını kendimde görüyorum, der.

KISSADAN HİSSE

Diyanet’in çocuk dergisinde baba-oğul konuşmasını görünce yukardaki kıssa geldi aklıma:
- Şehit olmak hiç istenir mi, diye soruyor. Baba:
- İstenilir tabii yavrum, kim cenneti kazanmayı istemez ki, diye cevap veriyor.
Buraya kadar eyvallah...
Ancak bunu dile getiren kurumun Başkanı Mehmet Görmez, zırhlı arabayla geziyor.
Uzaktan kumandalı patlayıcılara karşı frekans karıştırıcı cihazı sırtında taşıyan bir polisimizle dolaşıyor. Demek ki “Kim cenneti kazanmak istemez ki” sözünün edebiyatını yapmak başka, kendimize gelince bunu istemek başka!
Çok daha önemli husus, siyasileri anlarım da, bir din adamı halkın arasına girmekten neden korksun? Neden zırhlı arabaya ihtiyaç duysun? Doğuda askerimiz, polisimiz ve çocuklarımız bombalar arasında mücadele veriyor, jammerları ve zırhlı arabaları var mı? Onlara gerekli değil mi? Vatan savunmasının önemini anlatabilirsiniz, milletin güvenliği ve korunması üzerinde durabilirsiniz, bunu anlarız ve biz anlatırız. Fakat kendinizi bu denli korumaya alırken “şehit” güzellemeleri yapmak, sadece İslam’da son derece yüksek değeri olan “şehitlik” mertebesinin içini boşaltmak olur.
“Yapamayacağınız şeyleri niçin söylersiniz”
der Yüce Allah da...