Yerli yapım popüler gişe filmlerimizin hali içler acısı. Bir günü kurtaran filmler var, bir de resmen sırasını savan, jet hızıyla gelip geçen etkisiz filmler... Televizyonlar her akşam 3 saat süren yine izlenir izlenmez tüketilen dizilerle hem insanların drama ihtiyacını bir şekilde gideriyor, hem de popüler filmlerimizi yanlış hikayelere ve yapımlara yönlendiriyor. Zaten sansür ve otosansür işliyor. Kimse ülkenin, toplumun ciddi meselelerine odaklanan film yapmaya yeltenemiyor. Hal böyle olunca iz bırakmayan komediler, cinli korku filmleri, TV dizilerindeki zaafları aynen peredeye de taşıyan etkisiz aşk filmleri dolanıyor ortalarda...

Birol Güven’i en başta bu saplantıların dışında bir komedi filmi denediği için tebrik etmeli. Bu kadar faal çalışan ve çapına göre geniş bir hacimle ürün çıkartan bir sektörün, kendi içine baktığı film ve dizi yapmayışı enteresandı zaten. “Pamuk Prens” bu alana kısmen giren ilk ciddi yapım en başta. ‘Kısmen’, çünkü filmin asıl meselesi, Tamer Karadağlı’nın gerçekle kurgunun karışık hikayesi. Dizi ve film sektörümüzün komik halleri ise arka planda kalıyor.

pamuk_prens_1

Tamer Karadağlı’nın özellikle ana akım medyada çıkan çapkınlık haberleri, eşi Arzu Balkan ile yaşadıkları yine olayın gerçek kahramanları eşliğinde gerçeklerle harmanlanan bir kurguyla işleniyor senaryoda. Senaryonun yazarı Birol Güven, kendisini de Karadağlı’nın işvereni ve arkadaşı olarak konumlandırıyor bu hikayede. Böyle olunca ortaya bir ‘içerden bakış’ filmi de çıkıyor.

Birkaç genç yaratıcının başarılı bulunan senaryosunun üzerinde çalışan yapımcı Güven’in, her gördüğü güzel kadına kur yapan Karadağlı’yı ‘idare’ etme çabasıyla devam ediyor öykü. Ancak bu hikayenin tadını yeterince çıkartamıyor yine de senarist Güven. Bunun sebebi çok açık; izleyicinin, karısıyla barışmaya çalışan çapkın erkek klişesini dizi piyasasında yaşananlardan daha çok izlemek isteyeceğini düşünüyor çünkü. Bu ‘seyirci sıkılır kaygısı’ pek çok güzel fikri yolundan saptırıyor bizde zaten. Bu yüzden “Pamuk Prens”de haddinden fazla kendini tekrar eden espriler (‘Kaş-Kalkan-Patara’!) ve gereğinden uzun tutulan bazı sahnelere karşılık çok az ‘olay’ yaşanıyor. Misafir oyuncu olarak kendi isimleriyle yer alan sektör insanları (Pınar Altuğ, Emel Müftüoğlu, Müfit Can Saçıntı, Gani Müjde vs...) sadece diyaloglara katılan küçük karakterler olarak kullanılmışlar. Mesela film boyunca çekildiği konuşulan dizinin olaylı setini niye hiç göremiyoruz? “Entourage” dizisinde izlediğimiz gibi bir mekan zenginliği neden yok? Komik durumlar neden hep Karadağlı’nın kaşından yola çıkılarak yaratılıyor? Ve neden ‘seyirci sıkılırsa’ korkusuna teslim ediliyor hikayenin potansiyel açılımları? Zarar da etse ‘olsun iyi film yaptık yine de’ hissini yaşamaktan alıkoyan nedir sinemacıları?

pamuk_prens_2

Ama “Pamuk Prens” nihayet komedi sinemamızda farklı bir damara yol açıyor yine de. Sulu zırtlak komedilerin içinde farklılığıyla ayrılıyor. Tamer Karadağlı içinse riskli bir film. Çünkü gerçekle kurgunun bu kadar kolay karıştırıldığı bir ülkede popüler bir oyuncunun (üstelik henüz rol alabildiği çok da iyi bir film yok) kendini ti’ye alması, üstelik gerçek karısı (Arzu Balkan) ve sadece diyalogla da olsa ‘cicişler’in aynı sahnede bir araya gelmesi cüretkar ve popüler sinemamız için de ilgi çekici bir farklılık.

Filmin asıl sürprizi ise ilk ciddi oyunculuk denemesinde her ne kadar kendi kendini oynuyor gibi yapsa da (umarım ‘gibi yapıyordur’ gerçekten) Birol Güven, bu kimlikte bir komedi için doğru bir ‘sektör adamı’ yaratabiliyor.

2,5 yıldız
Pamuk Prens
Yönetmenler: Hasan Tolga Pulat, Birol Güven
Oyuncular: Tamer Kardağlı, Birol Güven, Arzu Balkan
104 dakika, 7+

Aynı sorunlar yine var!

Geçen yılın komedileri içinde prodüksiyon kalitesiyle önde duran “Yok Artık!”, birbirleriyle organik bağı olmayan ve bir taksi şoförü karakterinin anlatıcılığıyla beş farklı hikayeyi yetenekli oyuncular eşliğinde karşımıza getirmişti. Aynı yaratıcı kadro farklı oyuncuları dahil ederek ikinci filmi de çıkardı karşımıza. Aynı yazarın elinden (Serkan Altuniğne) çıkmasına rağmen hikayeler arasında bir dengesizlik olması şaşırtı gelmişti bana. Nitekim ikinci filmde bu sorun daha az gözükse de hâlâ var.
Filmin ortak yapımcısı olan Şebnem Bozoklu’nun ana karakterini oynadığı ilk hikaye maalesef filmin en zayıf hikayesi. Nedendir bilinmez, Bozoklu ilk filmin de en zayıf hikayesini seçmişti oynamak için. Şehir hayatından bunalıp köyde yaşamaya karar veren kentli birinin yaşadığı komedi, o kadar klişe bir hikaye ki; potansiyeli bu kadar yüksek bir oyuncu bile kurtaramıyor onu. Oysa kovulacağını önceden duyan adamın patronlarına üç aylık ömrü kaldığı yalanını attığı ikinci hikaye filmin en parlak ve en komik hikayesi.

yok_artik2_1

Hikayenin baş karakteri Aykut’u ise Cem Gelinoğlu hiç fena oynamamış. Üçüncü hikaye çok parlak bir espriden yola çıkıyor aslında. Facebook ve twitter sayfasını emekli babasının bilgisayarında açık unutan kız, büyük bir sosyal patlamaya neden oluyor. Zafer Algöz’ün canlandırdığı huysuz emekli adam portresi çok iyi ve ilk başta kızının paylaşımlarına ortak olması komik açılımlar sağlıyor hikayeye ama bir süre sonra çok fazla abartıya kaçıyor ve komedisini de yitiriyor. Dördüncü hikaye, kız istemeye bir köye giden şehirli ailenin giderek grotesk bir hal alan hikayesi. Maşrumiye köyünün tuhaflığı groteskleşmekten ziyade absürd olarak kalsa daha iyi olurmuş oysa. Burada da gelini oynayan ve gergin bir komedi performansı sunan genç oyuncu Berna Koraltürk’ün sürpriz bir performansı var kanımca. Hikayeleri birbirine bağlayan anlatıcı olan erkek berberinin ‘buçukluk’ hikayesi de çok tatmin edici değil açıkçası.
İlk filme göre kimi sahnelere daha çok serpiştirilen küçük güzel parlak espriler bütünde filmi kurtaramıyorlar belki ama önceki için de dediğimiz gibi, uydur kaydır yapılan komedi yapımlarımız içinde “Yok Artık!” serisi diğerlerine göre daha nitelikli bir şekilde yoluna devam ediyor.

2,5 yıldız
Yok Artık! 2
Yönetmen: Caner Özyurtlu
Oyuncular: Zafer Algöz, Şebnem Bozoklu, Şahin Irmak
86 dakika, 7+

Kayıp Kız vs Trendeki Kız

İngiliz yazar Paula Hawkins’in “Trendeki Kız” adlı üçüncü romanı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ilgiyle okunmuştu. Başarısız bir evliliğin sonunda yalnız kalmış, alkolik ve depresif bir kadın olan Rachel, işini kaybettiğinden beri avare bir hayat sürmektedir. Sık sık kullandığı şehir hatları treninde eski evinin önünden geçerken, eski kocası Tom’u yeni eşi ve çocuğuyla birlikte yaşarken görebilmektedir. Hatta hâlâ zaman zaman onu aramakta ve aileyi rahatsız etmektedir. Aynı yolculuklarda eski evinin yanındaki evde yaşayan ve görünüşe göre hayli mutlu bir çifti, Megan ve Scott’ı da imrenerek izliyordur. Ancak bir gün yine trendeyken Megan’ı başka bir erkekle öpüşürken görür. Megan’ın ortadan kayboluşuyla Rachel kendisini polisiye bir vakanın tam ortasında bulacaktır...

trendeki_kiz_1

Roman finale doğru cazibesini giderek yitirse de son derece akıcı ve ve dinamik bir kurguyla yazılmış bir romandı. Sinemaya uyarlaması cazip ama zordu. Bir Alfred Hitchcock filmi mantığıyla ele alınıp tıpkı yine popüler bir roman olan “Kayıp Kız”ı başarıyla uyarlayan David Fincher gibi bir yönetmenle harika bir gerilim filmi çıkartmak mümkündü. Ancak 2011’in Oscar adaylarından biri olan “Duyguların Rengi”yle dikkat çeken Tate Taylor bu tür filmlerin yönetmeni değilmiş maalesef. Kitapta Rachel’ın diğer iki çiftin hayatına girişi daha ikna edici olaylarla gelişiyor gibiydi. Ancak sinemada bazı fikir ve olayları yutturmak daha zordur. Rachel’ın tren camından Megan’ın kocasıyla seviştiğini bile görebilmesi, üstelik bazen yakın bazen uzaktan, bazen hızlı bazen ağır çekimde görüyor gibi gösterilmesi, Rachel’ın romandakinden daha sefil bir hale indirgenmiş olması (iyi oyuncu olan Emily Blunt’a rağmen), bütün hikayenin İngiltere’den ABD’ye taşınması, filmin ‘çocuksuz kadın mutsuz kadındır’ demeye çalışması ve kendisini erkenden hissettiren finaliyle oldukça yaralı bir uyarlama. Emily Blunt elinden geleni yapıyor ve kendisini bir şekilde izletiyor Rachel rolünde ama kitaptaki Rachel kadar ‘gerçek’ olamıyor yine de. Filmin asıl dikkat çekici kadını ise Megan rolünde izlediğimiz ve yakın zamanda “Muhteşem Yedili”deki katkısını da sevdiğimiz Haley Bennett. Bir diğer isim de Tom’un yeni karısı Anna’yı canlandıran Rebecca Ferguson. Güzel oyuncu, son “Görevimiz Tehlike” filminde bütün izleyenleri kendine bağlamıştı.
Sonuçta “Trendeki Kız” baştan sona sıkılmadan izletse de kendisini, depresif bir film. Daha iyi uyarlanabilseymiş daha keyif veren bir film olabilirdi.

2,5 yıldız
Trendeki Kız
Yönetmen: Tate Taylor
Oyuncular: Emily Blunt, Haley Bennett, Rebecca Ferguson
112 dakika, 7+ 13A