Yönetmen Çağan Irmak, “Benim Adım Feridun”da, yazar Mahir Ünsal Eriş’in aynı adlı hikayesinin melankolisini ilk yirmi dakikada yakalayıp başarıyla yürütecek gibi yapmasına rağmen, kısa bir süre sonra rotayı saptırıyor ve bir daha da toparlayamıyor.  Ersan (Halil Sezai), hikayenin hemen başında sevgilisi Ayla tarafından beklenmedik bir şekilde terk edilir. Ersan bu ani şokun ardından bir iç hesaplaşmaya ve neredeyse her terk edilen erkeğin geçtiği çeşitli ‘safha’lardan geçmeye başlar. Biraz olsun huzur bulabilmek için gittiği Erdek’teki anne evinde de amaçsızca dolanırken bir iki kadeh bir şey içmek için konukmuş rolü yaparak bir düğün salonuna girer. Ancak damadın babası Ersan’ı yıllardır görüşmediği kardeşinin oğlu Feridun’a benzetince olaylar tümüyle başka bir yöne doğru akmaya başlar.

Çağan Irmak anlaşılan hikayenin asıl amacı olan kendisinden dolayı mutsuz olan bir kişinin bir süreliğine başka biri olma fantezisini, bir ‘yerli komedi’ye çevirmeyi amaçlamış. Filmin orta kısmında Irmak (ve Feridun) ağırlıklı bir yer kaplayan düğün bölümünde gelin ve damadın farklı dünyalara ait aile yapılarını kaynaştırmaya çalışıyor. Film, Ersan düğüne katıldığı andan itibaren karşıtlıklar üzerinden uzlaşmaya varma yolculuğuna çıkıyor. Ayrılık ve düğün (birleşme), caz dinleyicisi burjuva aile ve çiftetelli manyağı halk tipi aile, toprağa bağlı kardeş ve kapitale bağlı kardeş şeklinde ayrı düşmüş kişi ve yapıları yeniden bir araya getirmek ve nihayetinde sık sık vurgulandığı gibi ‘eski güzel günler’e dönebilme amacı filmin ana mesajı haline geliyor.

benim_adim_feridun_1

Ancak uyarlandığı hikayenin öyle bir derdi olmadığı gibi bu hikaye hem bu mesajı taşımayı hem de bir romantik komedi kalıbına girmeyi de reddediyor. Çünkü Ersan’ın, Ayla’nın aşkına yanıp tutuşup bir ay sonra alakasız olduğu bir düğünde tanıştığı ilk kıza (sadece hazırcevap, zeki bir kız olduğunu anlayabildiğimiz) aşık oluvermesi, karakterin samimiyetini sorgulatıyor. Yukarıdaki uzlaşma meselesi bağlamında düşünürsek de Ersan’ın finalde büyük bir uyanış yaşayıp onu terkeden sevgilisine düzelmiş bir şekilde geri dönmesi gerekmekte. Çünkü daha ilk sahnede yana yakıla durumunu anlatan Ayla (Özge Borak) aslında gayet haklıdır. Ya Ersan’ı bir daha hiç aramaz ya da Ersan’ın düzelip dönmesini ister. O zaman biz en başından haksız bir konumda olan erkek karakterin muhtemelen bir süre sonra aynı kısırdöngüyü yaşatacak olan başka bir kızla tanışmasını izliyoruz bu filmde!

Irmak’ın her filmi, izlenmeyi hakeden bir filmdir. Nitekim “Benim Adım Feridun”da da seyircinin sıkılmasına pek izin vermiyor, bir saate yakın kısmı tek mekanda geçiyor olmasına rağmen ritmini hiç bozmuyor. Ama ne olursa olsun o kısmın komedi dizisine dönüşmesine de çok engel olamıyor. Gerek Özge Borak’ın gerekse Halil Sezai’nin gayet etkili performanslar gösterdikleri baş taraftan sonra film giderek gücünü kaybediyor. Düğün sahnelerinde Suzan Aksoy, Tarık Papuççuoğlu ve Defne Yalnız gibi özlediğimiz oyuncuların komedi performansları zaman zaman sahneleri parlatsa da Büşra Pekin’li kısımlarda olmayan bir şey var. Bu da hem senaryoda kendisine biçilen karakterin hem de bir romantik komedi için son derece yanlış kostüm, saç ve makyaj tercihlerinin sonucu. Sevilen yönetmen eskiden olduğu gibi üzerinde daha çok çalıştığı senaryolara geri dönmeli, her seneye bir film sıkıştırmak gibi bir zorunluluğa da sokmamalı kendisini...

2 yıldız
Benim Adım Feridun
Yönetmen: Çağan Irmak
Oyuncular: Halil Sezai Paracıkoğlu, Büşra Pekin, Suzan Aksoy
110 dakika, 7A

YAMAN BİR ÇELİŞKİNİN FİLMİ

Altı çocuklarını da medeniyetten uzak ve kendi eğitim anlayışlarıyla yetiştirmeye karar vermiş olan Ben ve Leslie, şehir dışında bir ormanlık arazide yaşıyorlardır. Leslie’nin geçirdiği ağır hastalık sonundaki ölümü, Ben’i çocuklarla başbaşa bırakır. Ben annelerinin cenazesi için çocukları şehire götürmek zorundadır. Çocukların modern şehir hayatıyla tanışması onların kafalarını inanılmaz derecede karıştıracaktır haliyle. Leslie’nin zengin anne-babası da torunlarına daha iyi bir gelecek sağlamak için Ben’i ikna etmeye çalışırlar.

“Kaptan Fantastik” zamanımızın bilinçli ve kaygılı anne-babalarının bir paradokslarına dikkat çekiyor aslında. Çocuklarımızı bu dijital kirlenmeye uğramış ve tüketime odaklanmış sistem içinde büyütmek mi yoksa doğanın içinde, sporun, felsefenin, müziğin, matematiğin iç içe geçtiği ‘ev yapımı’ bir sistem içinde büyütmek mi daha doğru olurdu? Tabi ki yaman bir çelişki, ama diğer yandan Ben’in çocuklarına doğru bilgileri hiç kıvırmadan kaç yaşında olursa olsun aktarma kararı ne kadar doğruysa, onların beyinsel ve fiziksel gelişimlerini zaman zaman biraz fazla zorlaması da çeşitli riskler doğurmakta. Zaten film her iki alternatifin de artı ve eksilerini çok güzel yazılmış tatlı sahnelerle sunmakta ve bunun orta yolunun bir şekilde bulunabileceğine işaret etmekte.

kaptan_fantastik_1

Sadece birkaç küçük kıymık var bu hikayenin içinde. Çocukların dedesinin multi milyoner olması, çatışmayı haksız ve dengesiz bir kulvara çekiyor mesela. Ben ve çocuklarının kafasını dedenin zenginliği de karıştırıyor. Oysa filmin ortalarında tanıdığımız Ben’in kız kardeşi ve onun normal eğitim gören playsatiton mahkumu (!) iki çocuklu ailesiyle yaşanan tezatlık çok daha vurucu.

Film sizin sık sık taraf değiştirmenize yol açıyor. Bazen Ben’e katılıp onu takdir ediyor, bazen de aşırıya kaçtığını düşünüyorsunuz. Belki insan doğasına aykırı ama beraber yaşamak için bazı kurallara uyulması gerektiği gerçeğini kimi sevimli sahnelerle yıkıyor film. Finalde önerdiği uzlaşma ise hiç fena değil aslında. Hem tüketim toplumuna bu kadar teslim olmamak hem de medeniyetin kimi avantajlarından da faydalanmak mümkün olabilir!

Kim ne derse desin anne-baba olmak giderek daha zorlaşmaya başladı. Çünkü insanlık gelişen teknolojiyle birlikte değişiyor, vahşileşiyor ve hatta giderek daha ayrımcı, daha bencil bir kimliğe doğru sürükleniyor. Çocuklarını kendi bildiği gibi yetiştirmek isteyen ebeveynlerin işi artık eskisinden çok daha zor. Diğer yandan onları bir süre sonra anne-baba güdümünden azad etmek zorundasınız da. Çünkü bu vahşi dünyada en güzeli belli bir olgunluğa ulaştıklarında her türlü tecrübeyi yine kendilerinin yaşayarak öğrenmesi aslında. “Kaptan Fantastik”i izledikten sonra uzun bir süre sizin de kafanızı kurcalayacak bütün bunlar..

3,5 yıldız
Kaptan Fantastik
Yönetmen: Matt Ross
Oyuncular: Viggo Mortensen, George MacKay, Samantha Isler
118 dakika, 13+

HAYIRLI BİR GELİŞ!

Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’nin filmografisi birbirinden ‘yakışıklı’ filmle dolu. Kanımca en çarpıcı filmi “İçimdeki Yangın” (Incendies) dışında kamerasını yönelttiği her meselede birtakım sorunlar barındırmakta. Ama hiçbirindeki sorun bu yeni filmi “Geçiş”teki kadar büyük değil!
Uzaylı istilaları sinemada bugüne kadar hep başka sorunları işaret eden metaforlar olarak kullanıldı. Kimi zaman bir inanç sorgulamasına, kimi zaman rayından çıkmış insanlığa gelen bir cezaya kimi zaman da yabancı bir sisteme, bir ırka karşı ayrımcılığa getirilen bir eleştiri ya da doğrulama işlevi gördü. “Geçiş”de de dünyanın 12 ayrı noktasına inen uzaylılar insanları, onlarla iletişim kurmakla görevli bir dilbilimcisi olan Dr. Louise Banks aracılığıyla uyarmaya çalışıyorlar. Hikaye ilerledikçe dünyanın tüm ülkeleri önce birleşip, panik halinde sorunu çözmeye çalışırlarken sonra (tabi ki!) Çin ve Rusya yüzünden kopmalar yaşanıyor. Ama filmin asıl derdi uzaylıların haddimizi bildiriyor olması değil, bunun yanısıra Louise Banks’in kişisel hikayesini de devreye sokuyor yönetmen. Görünen o ki; Louise gencecik kızını erken kaybetmiş acılı bir kadındır. Uzaylılarla kurduğu iletişimde onun bu hali kilit bir rol oynayacaktır.

gelis_1

“Kötü bir sonu olacağını bile bile iyi bir hikaye yaşamayı kabul eder misin?” sorusu filmin temel sorusu aslında. Bu kritik soru da bizi aslında insan denen varlığın özü hakkında düşünmeye zorluyor. Oysa film uzaylıların gelişinden itibaren bizi çok daha büyük bir olay için hazırlıyor. Bir kere filmin uzaylılarının hiçbir filmde rastlamadığımız güzellikte bir ifade biçimleri, dilleri var. Üzerinde çok çalışılmış, oldukça görsel bir iletişim modeli kurulmuş. Geliş nedenlerinin muğlaklığı (silah teklifi?) ya da Louise’e özel bir hale bürünmesi ise her ne kadar duygusal sahnelerle betimlenmiş olsa da izleyici doyurmuyor.

Film bize bol bol Spielberg’in uzaylı filmlerini, “Mesaj” (Contact) ve “İşaretler” (Signs) gibi diğer istila filmlerini hatırlatıyor. Hatta müzik ve görüntü çalışmaları Christopher Nolan filmlerini çağrıştırıyor. Estetik anlamda karnımızı ziyadesiyle doyuruyor yönetmen ama içerik olarak aynı tatmini sağladığı söylenemez. Nitekim aynı kapıya bu kadar masraf yapmadan da ulaşabilirdi! Ama Louise rolünde izlediğimiz Amy Adams rol aldığı her filmde olduğu gibi başından sonuna bizi kendisine filmden daha çok bağlamayı başarıyor.

3 yıldız
Geliş
Yönetmen: Denis Villeneuve
Oyuncular: Amy Adams, Jeremy Renner, Forest Whitaker
116 dakika, 7+