Amerikalı belgesel yönetmeni Michael Moore’un filmini her Türk vatandaşı izlemeli... Belgesel sinemasının yaşlanmayan ‘yaramaz çocuğu’ Michael Moore, belki ele aldığı çok önemli meseleleri zaman zaman fazla mizahi bir pencereden geçirerek sunuyor. Ama bu, onun filmlerinin ya da anlattıklarının değerini azaltmıyor hiç.

Moore’un bu yolu seçmesinin sebebi tabi ki daha anlaşılır ve sempatik olarak daha fazla seyirciye ulaşmak. Mizahın gücünden de büyük ölçüde faydalanan bir sinemacı o.

Yine memleketi ABD ile uğraşıyor tabi ki Moore bu yeni filminde de. Ama bu sefer çok daha sağlam yerinden vuruyor onu. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç kazanamasa da dünyanın çeşitli ülkelerinde sürekli savaşmaya çalışan ve askeri harcamalarına milyonlarca dolar yatıran ABD’nin içerde kendi vatandaşlarına nasıl adaletsiz davrandığını anlatmak için Avrupa ülkelerine bir yolculuğa çıkartıyor bizi Moore. Ama sanmayın ki mesele sadece ABD’nin iç politikalarını eleştirmek. Biz de bu ülkenin vatandaşları olarak çok acayip bir keşifte bulunuyoruz. Bir ülkenin gelişmişliğinin, medeniyetinin ve refahının insan hayatına verilen değerle mümkün olduğunu bir kez daha canlı ve renkli örneklerle görüyoruz. Mesela İtalya’daki orta sınıf bir çiftin yılda 60 güne varan ücretli izinle nasıl mutlu yaşadıklarına tanık oluyoruz, Fransa’daki küçük bir kasaba okulunda bile çocukların ne kadar sağlıklı ve lezzetli yemeklerle beslendiklerini, Finlandiya’daki liselerde okuyan gençlerin ödevsiz ve çoktan seçmeli merkezi sınavlar içermeyen şahane eğitim sistemleri sayesinde üç-dört yabancı dil öğrendiklerini, Almanya’nın kendi tarihlerindeki günahlarını genç nesile unutturmadan tam tersine neler olduğunu anlatarak nasıl toplumunu koruduğunu, Slovenya’da okuyan üniversitelilerin refah içinde, dertsiz ve devlete borçlanmadan okuyabildiklerini, Portekiz’de özgürlüğün arttıkça suç oranının düştüğünü, Norveç’te mahkumların bile dört dörtlük haklarının olduğunu öğreniyoruz.

simdi_nereyi_isgal_4

Filmin sonunun, Avrupa’nın bütün bu ‘değer’leri, Amerikan tarihinin medarı iftiharı olan ‘İnsan Hakları Beyannamesi’nden alıyor olması sonucuna varması ise yine bir çeşit ABD güzellemesine vardırıyor. Ama bunu da ‘sözde kalan iyilik’lere bağlamak mümkün. Bizde de yöneticilerimize sorarsanız Türkiye batının en kıskandığı ülke değil mi zaten? Bu filmi izledikten sonra bu batının bizi kıskanmaktan ne kadar uzak olduğunu göreceksiniz...
İnsan hayatına değer vermemenin kitabını yazan bir ülkede yaşıyor olduğunuzun ayırdına varıyor, Avrupa’daki sosyal devlet anlayışının nasıl da güzel işlediğini gördükçe epey bir kıskanıyorsunuz!

4 yıldız
Şimdi Nereyi İşgal Edelim?
Yönetmen: Michael Moore

“Buz Devri”nde evliliğin önemi!

İlk iki “Buz Devri” filmini çok sevmiş ama ticari getirisi yüzünden uzatılan birçok seri gibi üçüncü filmini pek tutmamıştım ve dördüncüsünden de çok umutlu değildim. Ama açıkçası bu kadar ciddi bir düşüş de beklemiyordum.
Hikayesinden çok, sevimli ana karakterleriyle, en çok da eline geçirdiği bir meşe palamudunu saklamaya çalışan Scrat’ın sempatisiyle tutulan bir ilk filmden sonra daha derli toplu ve mesajı, hikayesi daha iyi olan bir devam filmi geldi “Buz Devri”nin. Ama bu karakterler ve ait oldukları dönem yani ‘buzul çağ’ o kadar kısır bir alan ki, iyi hikayeli dört film çıkarmak zaten mümkün değildi. Nitekim serinin son filmi olacağını, devamının gelmeyeceğini duyuran stüdyo da bu filmle artık pes ediyor demek ki.
Nasıl etmesin ki; dördüncü film Scrat’ın bir uçan daire bulmasıyla başlıyor! Sonra uçan daireye binerek yanlışlıkla güneş sistemini oluşturup meteor yağmurlarına sebep oluyor! Büyük bir meteor dünyaya yaklaşırken tanıdık kahramanlarımıza da bıraktığımız yerden bağlanıyoruz yine. Manny ile eşi Ellie’nin kızları Peaches büyümüş ve genç bir erkek mamutla evlenmek istemektedir! Evet doğru okudunuz evlenmek! Bizim peltek kahramanımız Sid de evlenmek istiyordur üstelik ve kendisine uygun bir kısmet arıyordur! Koca filmi bir izdivaç programına çevirmek nasıl bir tıkanıklıktır? Aile kurumu bu kadar da mı çöküşte ki animasyonlar bile durumu kurtarmaya çalışıyor diye düşünmeden edemiyor insan.

buz_devri_1

Film boyunca Manny damadına karşı tepkili davranan kız babası rolündedir. Oysa iki gün sonra meteor çarpacak ve dünya üzerindeki yaşam sona erecektir! Ama onun bütün derdi damadının kızını hakedip etmediği. Kahramanlarımız daha önce düşmüş bir meteorun içinde ‘gençleşme’nin sırrını bulmuş bazı hayvanlara da rastlarlar. Bu bölüm de oldukça ‘yapıştırma’ duruyor. Ara ara Scrat’ın uçan dairedeki sakarlıklarına da gidip gelen olay örgüsüyle, kör gözüm parmağına şeklinde, evliliğin nasıl da önemli olduğunu ve hayatı keşfetmenin de kocayla yapılması gerektiğini söyleyen, son zamanların en muhafazakar animasyonu olmayı beceriyor film.
Bütün bu hikayesizlik ve abartılı mesajların dışında zaman zaman gülümseten şakaları ve özellikle de ‘güneyli babaanne’ sahneleri de bir parça eğlendiriyor. Ama genel olarak güzel bir seriye çok zayıf bir veda filmi olmuş maalesef..

2 yıldız
Buz Devri 5: Büyük Çarpışma
Yönetmen: Galen T. Chu, Mike Thurmeier
Seslendirenler: Ali Poyrazoğlu, Haluk Bilginer, Yekta Kopan
94 dakika, Genel İzleyici

Fransız suç gerilimi

Fransız suç filmleri eskiden daha ‘tekinsiz’, sürpriz finallerle dolu, en başta ‘soğuk’ gibi görünseler de dramatik karakterler içeren kendilerine has filmlerdi. Günümüzdeki örnekleri de Fransız türdeşlerine göre hâlâ farklı ve içlerinden bazıları gerçekten sert, stilize ve gerilim dozu yüksek filmler. “Soygun” da karakterlerini biraz daha geliştirebilse onlardan biri olabilirmiş. Ancak bildik hikayesini, dramatik ama klişe karakterlerle doldurduğu için direkten dönüyor.
Filmin hemen başında, yasadışı bir göçmen şebekesi adına, zırhlı kamyonla transfer edilen ve üç milyon değerindeki boş Fransız pasaportlarını çalan beş kişilik bir ekiple tanışıyoruz. Ekibin başında, filmde net bir şekilde belirtilmese de Tunus kökenli olduğu ima edilen Yanis vardır. Ekipte Yanis’in kardeşi de bulunmaktadır. Soygun başarılı olmuştur ama Yanis’in kardeşinin gereksiz bir hırsı yüzünden son derece karanlık bir çete yüzünden bir soygun daha yapmaya zorlanırlar. Ancak ekiptekiler o soygunun kendilerine pahalıya patlayacağını daha başından öngörürler ve olaylar kimsenin beklemediği bir şekilde devam eder..

soygun_1
Yanis ve ailesinin etrafında gelişen hikayenin karakterlerinin soğukluğu ve klişe halleri yüzünden onların yanında yer almanız pek mümkün olmuyor. Nihayetinde hepsi hırsız ve gerekirse takı takır da adam vurmaktalar. Hal böyle olunca, ailesi için kaygılanan bir soyguncuya, Yannis’in (yine çok klişe ama) eski aşkına ikide bir yanaşıp soğuk soğuk af dilemesi gibi ‘mecburi hareketler’e pek tutunamıyoruz. Soygun sahneleri ve ekibin aile yemeği gibi detaylar Michael Mann’in şahane klasiği “Büyük Hesaplaşma”yı (Heat) hatırlatıyor. Bu sahneler iyi çekilmişler ama yeterli değiller. Hikaye ve karakterler çok daha derinleştirilse ve zenginleştirilse, uzunluğu da 81 dakika yerine 110 dakika civarına çıksa daha etkileyici bir film olabilirdi. Bu haliyle sadece sıkmayan, iyi çekilmiş bir seyirlik olmuş...

3 yıldız
Soygun
Yönetmen: Julien Leclercq
Oyuncular: Sami Bouajila, Guillaume Gouix, Youssef Hajdi
81 dakika, 15+