“X-Men” filmleri sayesinde genç kuşak ırkçılık, ayrımcılık ya da azınlık hakları gibi konuları tartışıp araştırabiliyor. Çizgi roman devi Marvel’in önüne kimse geçemiyor. Daha yeni “Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı”nı izlemişken bu hafta da yeni X-Men filmi “Apocalypse” ile sinemalarda yeni bir atak gerçekleştirdi ünlü şirket.
İlk macerası 1963 yılında yayımlanan X-Men, 80’lerden beri Hollywood’un uyarlamaya çalıştığı bir çizgi roman klasiğiydi. İlk kez 2000 yılında hakkıyla perdeye uyarlanabildi ve üçer yıl arayla gelen devam filmleriyle bir üçleme oluşturuldu. “X-Men” filmlerini izleyici çok sevdi. Sevilmeyecek gibi de değillerdi. Çünkü insanlarla özel yetenekleri olan mutantların arasında yaşananları bütün toplumların içlerindeki azınlıklarla (farklı olanlarla) ilişkilerine uyarlamak mümkündü. “X-Men” filmleri ticari başarısının yanında bu anlamlı ‘derdiyle’ de yeni filmlerinin yapılmasını haketti.

x-men-ic

X-Men karakterlerinin gençlik hallerini konu alan ikinci üçlemenin ilk iki filmi “First Class” ve “Days of Future Past”in ardından gelen “Apocalypse”, bir ‘süper kötü’ye karşı verilen mücadeleye odaklanıyor en çok. Eski Mısır’da yaşayan ilk mutant En Sabah Nur, korkunç gücüne rağmen başka mutantların güçlerine de el koyarak Tanrı olmaya çalışmaktadır adeta. Bir suikast sayesinde son anda durdurulur. Yüzyıllar sonra 1983’te bir rastlantı sonucu tekrar hayata dönen En Sabah Nur kendisine dört yardımcı mutant bularak (mahşerin dört atlısı) kıyameti getirmeye çalışır. Tabi ki Profesör X ve öğrencileri bunu önlemeye çalışırlarken, ailesini insanlar yüzünden kaybeden Magneto’yu da karşılarında bulacaklardır (yine!).

x-men_4-sli

Öncelikle şunu söylemeli: “Apocalypse”nin sorunu senaryosu. Artık iyice tekrar duygusu yaratan, Profesör X’in Magneto’yla arasındaki insanlıktan umudu kesip kesmeme paradoksunda yeni bir durum yok. İnsanlığın kötücüllüğünün de Magneto’nun peşini bir türlü bırakmaması yine bir senaryo çıkışsızlığı ürünü. Aynı şekilde üç filmdir Mystique’in Magneto’ya olan uzaktan ilgisine rağmen hâlâ ona katılmaması, üstelik bu filmde diğerleri arasında bir çeşit liderliğe soyunması biraz zorlama. Sanki burada biraz Jennifer Lawrence’a, onu seriden soğutmamak adına fazladan alan açılmış gibi. Bu da onun karakterini biraz “Açlık Oyunları”nın Katniss’ine yaklaştırıyor ister istemez.

Uzun süresine rağmen...

Gelgelelim hikayesinin 80’lerde geçmesinin kimi avantajlarını iyi kullanmış film. Mesela 2003 yapımı “X2”de de izlediğimiz Nightcrawler’ın gençliği (halbuki X2’de herkes yeni tanışmış gibi oluyordu onunla?) 80’lerdeki Michael Jackson’a, Mystique de yine 80’lerdeki Madonna’ya benzetilmiş. Kimi tanıdık keyifli göndermelere rastlamak da mümkün. (‘Kara Şimşek’ mesela) Bir sorun da kimi sahnelerin gereğinden fazla uzaması. Mesela herkesten hızlı olan Quicksilver’ın öğrencileri kurtarma operasyonu ve finaldeki büyük kapışma sahnesi gibi...

“X-Men Apocalypse” uzun süresine rağmen karakterlerine yeterince yaklaşamıyor, onların çelişkilerini çok yüzeyden görüyor. Yeni gördüğümüz karakterleri de derinleştiremiyor, sadece görüntü olarak kullanıyor onları (özellikle de Psylock’u). Başından sonuna iyi bir yönetmenlik eşliğinde (Bryan Singer’ın dördüncü X-Men filmi bu) izliyor olsak da, çok fazla karakterin varlığı filmi biraz boğuyor.

Zaten artık süperkahraman filmlerinde bir ya da iki süper kahraman da kesmiyor seyirciyi. “Yenilmezler”, “X-Men”ler, “Kaptan Amerika”lar, “Deadpool”, “Batman v Superman” şeklinde önümüze gelen yeni filmler bir sürü süper kahramanın birbirine girip büyük yıkımlara yol açtıkları filmler oldular. Bu durum türün filmlerini yavaş yavaş sıradanlaştıracaktır ister istemez. Bu yüzden bu filmlerin daha iyi senaryolu olanları daha çok kalıcı olacaklar ileride, diğerleri iyi para kazanmış olsalar da sadece ergen eğlencesi olarak anılacaklardır...

3 yıldız
X-Men: Apocalypse
Yönetmen: Bryan Singer
Oyuncular: James McAvoy, Michael Fassbender, Jennifer Lawrence
144 dakika, 13+

İyi olmak yetmiyor bazen

1977’nin Los Angeles’ında, aynı vakanın içinde yolları kesişen iki özel dedektif, bildiklerini paylaşarak aynı genç kızın izini sürmeye başlarlar. Amelia adlı bu kız Adalet Bakanlığı’nının güçlü bürokratlarından birinin aktivist kızıdır. Yeni protestosunu porno sektöründeki tanıdıklarından yardım alarak yapmayı tasarlamıştır. Bu da bir cinayet dalgasının başlamasına yol açar. Misty’nin ölümüyle başlayan süreç sırasında, sevdiği kadını bir sene önce babasına kaptırmış (!) ve her anlamda hantal olan Healy ile karısını kaybettiğinden beri giderek daha sarsaklaşan, alkolik dul baba March, Amelia’nın peşinde türlü badireler atlatırlar.
Healy ve March bütün bu macera boyunca, hiçbir şeyi doğru tahmin edemeyip, hiçbir şeye de engel olamazlar! Filmin en güzel tarafı da bu zaten. İki dedektif sık sık yanılıp yanlış kararlar da alsalar yönetmen Shane Black parodik bir komediye asla teslim olmuyor. Ne March’ın sakarlığı ne de March’ın çokbilmiş kızı Holly’nin varlığı filmi Hollywood’un klişe suç polisiyelerine ya da komedilerine indirgemiyor.

iyi_adamlar_ic-6
Ağzı iyi laf yapan Healy ile çocuksu ve sempatik March, onları canlandıran iki sevilen oyuncu sayesinde de ilgiyle izleniyorlar. Russel Crowe film için aldığı kiloların hakkını veriyor doğrusu, iri cüssesi hareket kabiliyetini düşürdükçe daha sevilebilir bir karakter ortaya koyuyor. Ryan Gosling ise ilk kez bu tonda bir komedi performansı sergileyerek bir kez daha kendi kuşağının en iyi oyuncularından biri olduğunu kanıtlıyor.
Ünlü polisiye serisi “Cehennem Silahı” filmlerinin yaratıcısı Shane Black’in yönettiği bu üçüncü filmin ‘iyi adamlar’ sürekli her şeyin kötüye gittiği bir zamanda yaşadıklarından bahsediyorlar, daha 1970’lerin sonundayken üstelik. Ne de olsa Nixon gibi bir felaketi henüz yaşamışlardır. Ama işlerin ne kadar da ‘daha’ kötüleşeceğinden bihaberdirler aslında. Açıkçası bu durum onları daha da sevimli bir hale getirirken politikanın ve dolayısıyla dünyanın giderek daha da kirlendiğini ve kirletildiğini bize bir kez daha eğlendirerek de olsa hatırlatıyorlar...

3,5 yıldız
İyi Adamlar
Yönetmen: Shane Black
Oyuncular: Russel Crowe, Ryan Gosling, Angourie Rice
116 dakika, 15+

İki anne

Brezilya’da Sao Paulo’da tek çocuklu üst sınıf bir ailenin yanında yıllardır evi çekip çeviren Val, kendi kızıyla bile evin oğlu Fabinho kadar ilgilenmemiştir. 13 yıl boyunca çalıştığı evde rahattır, onların düzenini korumuş ve aynı evin içinde çok çalışmış, emek vermiştir. Artık bir yetişkin olan kızı Jessica ise Sao Paulo’ya annesinin yanına gelip üniversite sınavına kadar kalmaya nıyetlenir. Kızıyla yakınlaşmak için bunun iyi bir fırsat olacağını düşünen Val çok sevinir. Evin hanımı Barbara Val’a kızının da bu evde misafir olabileceğini söyler. Jessica’nın gelişi evdeki bütün dengeleri bozacaktır.

annemle-ic-2
Jessica’nın rahat tavırları Val’in evdeki bütün rahatını altüst eder. Seyirci önce Jessica’ya annesi Val’i sürekli zor durumda bırakıyor diye kızsa da, filmin ikinci yarısından itibaren ibre ters yöne doğru gitmeye başlar. Aslında Val, gönüllü bir kölelikle aileye bağlıdır. Herkes onun iyi niyetini ve sevgisini kullanıyordur aslında. Jessica’nın o evde geçirdiği zamanda yaptıkları aslında Val’in uyanmasını sağlayacak bir sürecin kapılarını açacaktır.
“Annemle Geçen Yaz” yer yer biraz fazla kısık ateşte pişiyor, ağır ağır ilerliyor. Ama yine de özellikle ikinci yarısından itibaren şahane bir 'özgürleşme' filmi... Çocuklarını başkalarının büyütmesine izin veren iki farklı annenin kendileriyle yüzleşmesini de izliyoruz, sınıfsal eşitsizliğin trajikomik hallerini de.
Val rolünde izlediğimiz Regina Case olağanüstü bir performansla filmi sırtlayıp götürüyor. Oyuncunun samimiyeti (Barbara’ya hediye ettiği kahve setiyle olan sahnesine özellikle dikkat!) perdeden taşıyor adeta.

4 yıldız
Annemle Geçen Yaz
Yönetmen: Anna Muylaert
Oyuncular: Regina Casé, Helena Albergaria, Michel Joelsas
112 dakika, 13 + 15A