ANALİZ

Dünya cinayeti mi kıskanıyor yani?


Başlıktaki “cinayet” kelimesi bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aittir.
1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildikten sonra İstanbul Boğazı’na “üçüncü köprü yapılmasını isteyenlere” karşı bir savaş başlatmış ve “Boğaz’a üçüncü köprü cinayettir” demişti.
Erdoğan 1995 yılında “İnşallah bu projeyi hayata geçiremeden yeni hükümet göreve gelir” demişti.
Dün ise “cinayet” dediği Üçüncü Köprü’yü olağanüstü bir törenle kendisi hizmete açtığı gibi “Dünyanın bu tür eserleri kıskandığı için Türkiye’ye saldırdığını” tekrar söyledi.
Boğaz köprüleri ilk köprüden beri tartışılıyor.
Yakın geçmişi iktidar ve yandaşlarının “beyin yıkama” ve “algı yaratma” operasyonlarından öğrenmeye çalışan genç nesil “İlk köprüye de karşı çıkılmıştı” şehir efsanesini de gerçek sanıyor.
Oysa birkaç marjinal dışında hiç kimse ilk köprüye karşı çıkmamıştı.
Ciddi biçimde “Köprüye hayır” dediği söylenen isimler ise köprü yapılmasına değil, köprüden önce bir imar planı yapılmamasına karşı çıkarak “Bu yapılmadan inşa edilecek köprü İstanbul’u kaosa sokar” demişlerdi.
Ancak bugünkü gibi o dönemde de her şeyi kendilerinin yaptığını sanan siyasi zihniyet bu uyarılara kulak tıkamıştı.
Sonuç ortada.
İlk köprü ile birlikte İstanbul’un bütün yapısı bozuldu. Çarpık kentleşme “önüne geçilemez” biçimde gelişti, çirkin yapılaşma kentin bütün tarihi dokusunu bozdu, trafik kâbusa döndü.
Bunun üzerine ikinci köprü yapıldı. Yine aynı tartışma yaşandı.
Köprü yapıldığında adeta “dağ başı” gibi olan yerler yine aynı mantıkla çarpık büyümenin kurbanı oldu, bir önce yaşanan sorunlar geometrik biçimde büyüdü, içinden hiç çıkılmaz hale geldi.
Şimdi sıra üçüncü köprüde.
Bu köprü ise hem çarpık kentleşmeyi daha da körükleyecek hem de bu kez İstanbul’un “nefes almasını” engelleyecek.
Bunları söyleyince bazı aklıevveller “Bu kadar büyüyen bir kentte başka ne yapılacaktı, karşıdan karşıya yüzerek mi geçilecek, her yeniliğe karşı çıkıyorsunuz, beğenmiyorsanız geçmeyin” gibi saçma sapan ve ahmakça bahanelerle saldırıyorlar.
Oysa “Solcular köprüye karşı” diye propagandalar yapıldığında İstanbul’un imar planı da hazırlansa ve taviz vermeden uygulansa bugün üçüncü köprüye ihtiyaç olmayacağı gibi başta trafik olmak üzere yaşam bugünkünden çok daha rahat ve huzurlu olacaktı.
Erdoğan “Üçüncü köprü cinayettir” derken çok haklıydı. Erdoğan o tarihlerde yer üstünden ve yer altından raylı sistemi savunuyor, Boğaz’dan ise alt geçişlerin olması gerektiğini söylüyordu.
Ama ne kendi döneminde ne de kendinden sonraki iki dönemde bunların hiçbiri yapılmadı.
Geçen 20 yılda İstanbul anormal büyüdü, içinden çıkılmaz hale geldi.
1970’lerde Köprü’yü tartışan uzmanların dediği gibi “Bu kafayla ne ikinci ne üçüncü köprü de yetmez, dördüncü beşinci bile yapılır” durumu doğdu.
Üçüncü Köprü elbette önemli bir eserdir. Gelinen noktada önemli bir ihtiyacı karşılayacağı da açıktır.
Ancak bu gerçekleri de bilelim. Milleti yalan yanlış “böbürlenmelerle” kandırmayalım.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Amerika Gülen’i iade etmese de yurtdışına çıkmaya zorlayabilir


Amerika Başkan Yardımcısı Biden’in açıklamalarından anladığım kadarıyla, dinci faşist çete lideri Fethullah Gülen’in “kısa sürede” iadesi zor görünüyor.
Bir kere Biden “Bize somut kanıt vermeniz gerek” dediğine göre demek ki henüz “somut kanıt” göndermiş değiliz.
Daha önceki bir yazımda da belirtmiştim. 85 koli belge göndermek bir şey ifade etmez. Bir sayfa belge gönderilir, ama belge gerçek bir kanıttır ve Amerika’nın yapacağı bir şey kalmaz.
Görüldüğü kadarıyla Amerika Gülen’in iadesine hemen karar vermeyecektir, veremeyecektir.
Biden’in söylediği cümle doğru aslında; bu konuda karar verme yetkisi Federal Mahkeme’de, şekli hukuk açısından bakarsak Federal Mahkeme hemen karar vermeyebilir.
Buna karşı, olayın siyasi olduğu da artık çok açıktır.
Amerikan yönetimi “hukuka müdahale edemez” belki ama Gülen’i ülke dışına çıkmaya zorlayabilir.
Her ülke yönetimi, kendi vatandaşı olmayanlara yönelik, hukuka da uygun biçimde baskılar uygulayabilir.
Bu baskılar altında kalan Gülen çareyi başka ülkeye geçmekte arayabilir.
Sorun o ülkenin hangisi olacağı.
Türkiye Amerika ile yapacağı gizli görüşmelerde Gülen’in gidebileceği ülkeleri önceden öğrenip buna göre önlemler alabilir.
Kimbilir belki de yapılıyordur bu.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

O salak soruya ders gibi cevap aldıktan sonra bari “Guantanamo’yu” sorsaydı


Amerika Başkan yardımcısı Biden, Erdoğan’la yaptığı görüşmeden sonra bir kadın gazeteci “salakça” bir soru sordu.
Neden “salakça” diyorum, çünkü soru Fethullah Gülen’in iadesi üzerineydi ve zaten Biden bu konuya “kendi açılarından” dakikalarca yer ayırmıştı.
Ancak kadın gazetecinin “suçlayıcı” ve “kinayeli” sorusundan sonra Biden fırsatı kaçırmadı ve adeta “ders verir gibi” demokratik bir devlette hukukun ne olduğunu anlattı.
Peki, Biden doğru mu söylüyordu?
Şeklen evet.
Ancak hepimiz biliyoruz ki Amerika hukuka çok uymak yerine birçok konuda “durumu hukuka uydurmak” yoluna gider ve kendince de hep haklı çıkar.
Tabii bu hukuku savunmalarına ve özellikle kendilerinden daha aşağıda gördükleri ülkelere “hukuk dersi” vermelerinin önüne geçmez.
Şimdi gelelim, kafamın asıl bozulduğu noktaya.
O kadın gazeteci belli ki önceden seçilmiş bir kişiydi ve sorulacağı soru da eline verilmişti.
Tabii talimatı uyguladığı için zaten konuşulmuş bir konuyu sormak zorunda kaldı.
Buna karşı eğer gerçekten gazeteci olsaydı ve Biden’in cevabı biter bitmez ayağa fırlayıp “Sayın Başkan Yardımcısı, ders vermeye çalıştığınız için çok teşekkür ederiz. Hukuku düzenini, hak ve adalet kavramlarını çok iyi anlattınız. O halde Amerika sınırları dışındaki Guantanamo cezaevinizi ve Amerika hava sahası dışında uçurulan işkence uçaklarınızı bu anlattıklarınızın neresine koyarsınız?” diye sorsaydı ne güzel olurdu?
Hükümetin “iliştirilmiş” gazetecilerine buradan önereyim. Lütfen bundan sora Amerika’dan gelecek ve ders vermeye kalkacak devlet yetkililerine bu soruları soruverin.

ÇOK GÜLDÜM

Yandaşın rezil reklam kavgası


Bütün yayın politikasını Erdoğan’ı desteklemeye hasreden Sancak Grubu’nun gazetelerinden Güneş dün Üçüncü Köprü’yü yapan konsorsiyuma karşı bayrak açtı.
Çünkü birçok gazeteye tam sayfa ilan veren konsorsiyum Güneş gazetesine ilan vermemiş.
Yandaş gazete buna çok öfkelenmiş ve “Güneş’e ambargo, ama nedenini biliyoruz” diye yayın yapmış.
Yandaş gazeteye göre ambargonun nedeni İsveç’miş. İsveç Dışişleri Bakanı Türkiye’de çocuk tacizlerine göz yumulduğunu iddia eden bir tweet atmıştı. Daha sonra bir havaalanında da bu sözler haber yayını yapan bir bantta yayınlanmıştı.
Güneş Gazetesi güya buna misilleme olarak aynı havaalanına İsveç’i aşağılayan bir ilan vermişti.
Köprüyü yapan konsorsiyumun başındaki İbrahim Çeçen’in İsveçli ortakları da varmış. Güneş gazetesine bu nedenle ilan verilmemesi talimatı vermiş. Rezilliğe bakar mısınız?
Belli ki bunların tanrısı para.
Para gelmeyince yandaşı oldukları iktidarın en övündüğü köprüyü bile harcayacak kadar kendilerinden geçebiliyorlar.
İlkesizlik böyle bir şey işte.
Yandaşlığın ilkelerini bile yerine getiremiyorlar.

Bİ SORALIM BAKALIM

Neden tutukladınız, neden serbest bıraktınız?


Cemaatin dinci faşist darbe girişimden sonra Fethullahçılara yönelik operasyonlar bütün hızıyla sürüyor.
Her gün gözaltına alınan, tutuklanan terör örgütü üyeleriyle ilgili haberler alıyoruz.
Dinci faşist terörist olduğu gerekçesiyle tutuklananlardan biri de 40 yıl Fethullah Gülen’e hizmet ettikten sonra “sıkıyı görüp” itirafçı pozisyonuna geçen Hüseyin Gülerce’nin kızıydı.
Turgut Özal Üniversitesi öğretim görevlisi Elif Yıldız tutuklandıktan sonra babası Hüseyin Gülerce veryansın etti. “Benim kızım FETÖ’cü değil” dedi.
Gülerce belli ki ondan sonra müthiş bir kulis faaliyetine girişti. Daha önce cemaate övgüler düzen sonra dönen kimi AKP yandaşları da Gülerce’nin yanında yer aldı. Sonunda Elif Yıldız serbest bırakıldı.
Hüseyin Gülerce’nin kızı FETÖ’cü olmayabilir.
O olmayacağı gibi şu ana kadar tutuklanan 20 bini aşkın kişi içinde de FETÖ’cü olmayanlar çıkabilir. Ancak FETÖ’cü olmadığı halde derdini anlatamayan ve şu anda hapiste yatanlar varken, Hüseyin Gülerce’nin kızının aradan seçilip alınması ister istemez kuşku yaratır.
Demek ki “itirafçının yakını olmak böyle bir avantaj sağlıyor” algısı hak ve adalet kavramlarını zedeler.
Bu nedenle operasyonu yapanlara sormak gerek; Hüseyin Gülerce’nin kızını hangi gerekçelerle tutukladınız, sonra ne oldu da serbest bıraktınız?
Cemaat operasyonlarında da “hatır gönül” işleri veya “Şunlara haddini bir bildirelim” havası hakim olacaksa, Türkiye bu paralel yapıdan asla kurtulamaz.

SOSYAL MEDYA

Sosyal medyada mesaj atarak görünme merakı çok sıktı


Artık terör olaylarını kanıksadık sanki. Sabah kalkıyoruz kanlı bir eylem. Şu kadar şehit.
Daha önceki gün terör en tepelere kadar uzanma pervasızlığı göstererek ana muhalefet liderine suikast yapmaya kalkıştı.
Dün Cizre’den yine acı haber aldık, şehit polislerimize ağlıyoruz.
İktidar ise bütün bunlara karşı “tek bir yetkiliyi bile değiştirmeden” sanki çok başarılıymış gibi “başaramayacaklar” mesajları veriyor.
Bir hükümet yetkilisi de çıkmış “Bütün bunlar Türkiye’de hükümetin aciz olduğunu göstermek için yapılıyor” diyebiliyor.
Şunu anlamıyorlar; elbette terör örgütleri hükümeti aciz göstermek isteyecekler, ama siz bunlara karşı hiçbir şey yapamadığınız için zaten aciz durumda değil misiniz?
Ama hükümet ne olursa olsun “Biz başarılıyız, teröristler kötü” propagandasını sürdürüyor.
Bu arada hem çok dikkatimi çok çekiyor hem de canımı çok sıkıyor; her olaydan sonra özellikle Twitter üzerinden “Başımız sağ olsun, Allah’tan rahmet diliyorum” mesajları geliyor.
Belli ki “kınamadı” baskısı altında kalmak istemeyen herkes bir kınama mesajı yazıp atıyor.
Bu aynı zamanda sosyal medyada “aklı başında, vatanını seven” gibi görünme merakından da kaynaklanıyor.
Hiçbirini ciddiye almıyorum, çünkü 140 vuruşluk bir sistemde üzüntü belirtmenin hiçbir anlamı yok.