İş ilişkilerim dolayısıyla da olsa, hayatımda bir tane gerçek kont tanıdım. Biraz abartarak, arkadaş bile olmuştuk diyebilirim. Tabii bu arkadaşlık, küçükken arsada top oynar, deniz kıyısına balık tutmaya giderdik cinsinden değildi. Ama çok içten bir dostluktu. İş ilişkimiz azaldığından bir süredir görüşmüyorduk. Meğer ciddi bir hastalığa yakalanmış. Geçen hafta aramızdan ayrılmış. Kendisine Tanrı’dan rahmet, eşine çocuklarına ve gelini Melisa Eliyeşil’e sabır ve metanet diliyorum.

KONT FABER-CASTELL’LE TANIŞIYORUM


1980, ülkemizde “negatif faiz-sabit kur” devrinin bitip, “pozitif faiz-dalgalı kur” döneminin başladığı yıldır. Ayrıca 1980, ithalat kotalarının kaldırılıp, sanayinin dış rekabete açıldığı ve imalatçıların ayakta kalmakta zorlandığı dönemin başıdır. Bu sarsıntılı geçiş döneminde sadece Turgut Özal’ın istifasıyla sonuçlanan “Banker Krizi” yaşanmadı. Önde gelen büyük sanayi gruplarının birçoğu da krize girdi. Bir kısmı vartayı atlatamadı ve iş âleminden silindi. Bir kısmı yaralarını sarıp yola devam etme becerisi gösterebildi. Zora giren sanayi kuruluşlarından biri de Faber-Castell’in ortaklığı bulunan Adel kalem fabrikasıydı. 1986’da Adel ve birkaç firmanın daha yeniden yapılanmasını üstlenmiştim. Kont Faber-Castell’i tanımam bu vesileyle olmuştur. Kont’un da katkısıyla o iş çok gelişti.

KONTUN MALİKÂNESİNDE YEMEĞE GİDİYORUZ

Elde çok güzel resimler var. Kont daha tıfıl bir gençken Adel’in kurulduğu yıllarda işbirliği için Türkiye’ye gelmiş. Patron seviyesinden Kâmil, İzzet ve Tuncay Beyle arası iyiydi. Onlar da Kont’u çok seviyordu. Yeniden yapılanma dolayısıyla Nurenberg-Stein’a sıkça gider, gelir olmuştuk. Tanıdıkça Kont’u ben de çok sevdim. Kont, olağanüstü yakışıklıydı. Hayalinizde bir kont canlandırın, bizim Kont ondan daha konttu. Anton, kont olmasına konttu ama birinci sınıf iş adamıydı. Öyle kontluk
montluk taslamazdı. İş için gittiğimiz Almanya’da beni ve iş arkadaşlarım Yiğit Sezercan ve Taner Dursun’u bir akşam evine yemeğe çağırdı. Kontun evi 30 bin dönüm ormanlık arazinin içinde bir malikâneydi. İlavelerle büyütülmüş belki 300 yıllık, iki katlı eski ama asil bir binaydı. Bizi, eşi ve çocuklarıyla tanıştırdı. Kendi bağlarında yetişen üzümlerden yapılmış beyaz şarap ikram etti. Biraz sonra çocuklar bize de “iyi geceler öpücüğü verip” uyumaya gittiler. Oturma salonundan yemek odasına geçerken, bitiremediğim şarap ziyan olmasın diye elimde yarı dolu kadehle yürümeye başladım. Amerikalı ikinci karısı tatlı bir tebessümle bana “kadehi burada bırak, yemekte başka tür bir bardakla kırmızı içilecek” dedi. Utanmıştım.

İŞ İDARESİ PAZARLAMA DEMEKTİR


İş idaresi, pazarlama demektir (business management is marketing) diye bir kural vardır. Pazarlama ise “insan ihtiyaçlarını, ürüne tercüme ederek, talep yaratma” sanatıdır. Kont işte buydu. O bir pazarlama sanatçısıydı. Biz “bilgisayar çıktı, kalem bozuldu” diye Adel’e elektronik sektöründe iş alanları arıyorduk. O ise kaleme, yazı aleti olma dışında yeni işlevler ve yeni katma değer algıları yüklemekle meşguldü.
Son söz: Tevazu, asalettendir.