24 yaşında yazdığım ve yazarlığa adım attığım ilk kitabım. 24 yaşında yazdığım ve yazarlığa adım attığım ilk kitabım.


Bugün sizleri, 24 yaşındaki yani tam yarı yaşımdaki Nasuh Mahruki’yle baş başa bırakacağım. 24 yıl önce bugünlerde, Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olduktan 3 - 4 hafta sonra, bundan sonraki hayatımı baştan sona değiştirecek kritik bir adım atmıştım. Babamın işlerini devralmak üzere yaptığımız kariyer planıyla iyi bir üniversiteden ve iyi bir bölümden mezun olduğum halde, 20 yaşında cazibesine kapıldığım dağcılık sporunda ilerlemek, yüksek irtifa dağcılığına geçmek ve Türkiye’nin ilk 8000’lik tırmanışını gerçekleştirmek istiyordum ancak 8000’lik dağları benden önce hedefleyen Türk dağcı olmadığı için nasıl yapacağımı, nereden başlayabileceğimi bilemiyordum...

Khan Tengri’nin 5800 metredeki kar mağaraları çığ riskine karşı en güvenli yer. Khan Tengri’nin 5800 metredeki kar mağaraları çığ riskine karşı en güvenli yer.


HAYATIMI DEĞİŞTİREN KARAR

Derken yana yakıla aradığım fırsat, mezun olacağım yıl okulda karşıma çıktı. Bilkent’e misafir profesör olarak gelen bir Rus hoca sayesinde, Leningrad Üniversitesi Dağcılık Kulübü Club Bars’la birlikte, sadece 500 dolara 7010 metrelik Khan Tengri Dağı’na gitme fırsatı çıkınca, tek başıma da olsa gitmeye ve yüksek irtifa dağcılığına başlamaya karar vermiştim. Toy ama son derece atılgan bir genç olarak geleceğimle ilgili verdiğim bu riskli karar, bundan sonraki bütün hayatımı değiştirmiş ve takip eden 24 yılda bugün bildiğiniz Nasuh Mahruki’nin yetişmesinin yolunu da açmıştı...
Hayatımda bir ilk olan bu zorlu deneyimde, bir başka önemli karar daha vermiştim. İlk kez günlük tutma, yaşadıklarımı, duygularımı düşüncelerimi yazma ve başkalarıyla da paylaşma kararım, bugün 7 kitap, birkaç ortak kitap ve sayısız makale yazan bir yazar olmamın da önünü açmıştı. 24 yaşında yazdığım ilk kitabımdaki genç Nasuh Mahruki, yarı yaşımdayken hepimize şöyle seslenmişti...
Dört yıldır, doğa sporlarına başladığımdan beri, ki benim düşünsel gelişimimin hızlanmaya başladığı zamandır, hep bir şeyler yazmak istiyordum; ancak bu gelişim o kadar hızlı oluyordu ki, her gün daha çok eksik olduğumu, okuyacağım çok kitap olduğunu, yaşayacağım çok tecrübe olduğunu, öğreneceğim çok şey olduğunu düşünerek hep daha ileriye bırakıyordum. Kişilik olarak oldukça mükemmeliyetçi sayılırım, bu yüzden bugün yaptığım, düşündüğüm, yazdığım bir şeyi daha sonra tekrar gözden geçirince yetersiz kalma fikri hoşuma gitmiyor - zihinsel gelişimin kaçınılmaz ve çok iyi bir sonucu olmasına rağmen. Bu yüzden hep daha çok bileyim, göreyim, okuyayım, yaşayayım diye diye bir türlü kalemi elime alacak cesareti bulamadım...

5800 metrede kar  mağaralarını kazmak  zahmetli ama çok gerekli. 5800 metrede kar
mağaralarını kazmak
zahmetli ama çok gerekli.


RUHUMU ZENGİNLEŞTİRMEK İSTİYORUM

Her şeyi bilmek, her şeyi görmek, her şeyi yaşamak, her şeyi tatmak istiyorum, bu mümkün olamayacağına göre, elden geldiğince çok şey görmeye, bilmeye, yaşamaya, tatmaya, duymaya, koklamaya çalışıyorum. Yaşamda kendime koyduğum bir erek var: Ruhumu mümkün olduğunca zenginleştirmek ve bilinç düzeyimi yükseltmek, önce bencil benliğimi tatmin etmek için -ki ruhsal gelişimimi takip edebilmek benim en büyük mutluluğumdur-, sonra da günün birinde farkına varabilmeyi umut ettiğim misyonumu bilinçli olarak gerçekleştirmek için...
Her zaman ruh asaletinin kan asaletinden daha güçlü olduğunu düşündüm, çünkü özgür iradenin gücüne inanıyorum. Nietzsche’nin dediği gibi, soyluluğumuzun geçmişimizden değil, gittiğimiz yoldan geldiğini düşünüyorum...
Bedenimizin gıdası nasıl yediğimiz, içtiğimiz şeylerse, ruhumuzun gıdası da yaşadığımız, tattığımız, duyduğumuz, hissettiğimiz tecrübeler, duygular, algılardır...
Doğa sporlarıyla uğraşmamın en büyük sebebi de bu; her tırmandığım yeni dağda, her girdiğim yeni mağarada, her gördüğüm değişik çiçekte, kuşta, böcekte benim ruhumu besleyen bir şey var. Daha önce yaşamadığım her tecrübeden, algıdan, olaydan, acı olsun tatlı olsun, bir şeyler kazanmaya çalışıyorum. Yeni doğan günün ilk ışıklarında, gökteki yıldızlarda, ısıtan güneşte, üşüten rüzgarda, denizin mavisinde, karın soğuğunda, ağacın yeşilinde hep ruhumu besleyen bir şeyler var. Doğadan her dönüşümde, kendimi, ruhumu daha zengin, daha bilgili ve tecrübeli hissediyorum, çünkü görebilmeyi ve tadına varabilmeyi öğrendim artık...

Khan Tengri Dağı’nın 7010 metrelik zirvesinde ilk Türk Bayrağı. Khan Tengri Dağı’nın 7010 metrelik zirvesinde ilk Türk Bayrağı.


KENDİNİ YENEN KENDİNİ AŞAR

Bilinçli bir doğa sporcusu, doğada girdiği bu mücadelede, mücadele ettiğinin doğa değil de kendisi olduğunu bilir. Doğayla savaşılmaz, onunla ancak bir uyum yakalanabilir, sizi sadece seyreden bir şeyle nasıl savaşabilirsiniz ki? Savaş kişinin kendi içinde, ruhunda, bedenindedir. Çünkü dağcının -kişinin- yenmesi gereken kendisidir. Dağcı, her zirveye ulaştığında kendini aşmış, geliştirmiş olur, bu gelişim sürecinde bir de dost kazanmıştır; o dağ...
Bilginin cesaret, cehaletin ise cüret verdiğini bilirim ve benim cesaretim, kendimi ve doğayı iyi tanımamdan, sınırlarımı iyi bilmemden ve Allah’ın, doğru olduğuna inandığı şeyleri yaparken insanları yalnız bırakmayacağına duyduğum sonsuz güvenden kaynaklanıyor...
Şunu da biliyorum ki, gençlik bir kez elden gitti mi bir daha geri gelmez, bu yüzden yaşamda hiçbir şeyi ertelemeyeceğim ve hiçbir şey için pişmanlık duymayacağım. Sırt çantamı taşıyabildiğim sürece de gezilere ve daha zorlu, daha yüksek dağlara tırmanmaya devam edeceğim ve her seferinde bir fırtına sırasında Neptunus’a seslenen Yunan balıkçı gibi diyeceğim ki: “Ey Tanrı, beni ister kurtar ister mahvet, ben dümenimi kırmadan dosdoğru gideceğim.”