“Berber aynasında birden kendimi gördüm” diye başlar büyük yazar Oktay Akbal’ın “Berber Aynası” adlı ünlü öyküsü...
Bakalım bu berber aynasında kimi göreceğiz?
* * *
1950’lerin sonu...
Babam köydeki ilkokulu bitirince okumak için Ankara’daki dedesinin yanına geliyor. Dedemin Yenimahalle Güzelevler’de bir ciğerci dükkanı var o zamanlar. Babam hem okuyor, hem de okuldan çıkınca orada çalışıyor. Eti en güzel şekilde işlemeyi, terbiye etmeyi orada öğreniyor. Bir de arkadaşı var okuldan; Abdullah... İte kaka beraber bitiriyorlar ortaokulu.
Ortaokuldan sonra Abdullah bir berberin yanında çırak olarak çalışmaya başlıyor. Bu arada büyük dedemin ciğercisinin üst katına, babamın yaşıtı bir çocuk ve annesi taşınıyor. Haşarı, yaramaz, komik bir çocuk... Adı; Levent...
Levent’le babam liseye beraber gidiyor, ama pek okumuyorlar! Atıldıkları için sürekli okul değiştiriyorlar. Haylazlıkları ve okul asıp sürekli sinemaya gitmeler... Bu nedenle hiçbir okul almak istemiyor onları!..
* * *
Her fırsatta babam ciğerciden nevale getiriyor, Abdullah berberden kaçıyor ve Levent’in evinde mangal yapıyorlar. Adeta üç kardeş gibi yaşıyorlar. Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. Birbirlerine de “Nuri” diyorlar, Nuri aşağı Nuri yukarı!..
Sonra Levent İstanbul’a taşınıyor. Dedem ve babaannem de tayin nedeniyle Ankara’ya geliyor. Şimdiki kaçak sarayın olduğu yerde bulunan Orman Bakanlığı lojmanlarına yerleşiyorlar...
* * *
Babam hem çalışıp hem okuyarak üniversiteyi bitiriyor. Abdullah da önce kalfa sonra usta oluyor.
Babam, işte o yıllardan başlayarak uzun süre Abdullah Amca’nın Ragıp Tüzün Caddesi’ndeki küçük berber dükkanına gitti. Doksanlı yılların sonuna doğru krizler üst üste gelince, kirasını çıkaramayan berber dükkanı kapandı. O günden sonra; güzel havalarda babam Abdullah Amca’nın Karşıyaka’daki gecekondusuna gider, bahçesinde tıraş olur, hava kötüyse Abdullah Amca takımlarını alıp bize gelir ve babamı evde tıraş ederdi.
* * *
2009 yılında önce İstanbul’dan Levent’ten bir hastalık haberi geldi, ardından babam - belki de ciğerci dükkanının o en güzel etleriyle tetiklenmiş “gut”un sonucu olarak- böbrek yetmezliğine yakalandı. Aylarca hastanede yattı. Berber Apo, küçücük dükkanında hep sigara dumanları altında çalıştığından, bunun doğal sonucu olarak, “verem”den sanatoryuma yattı.
Sonra bir gün Abdullah Amca’nın vefat haberi geldi. Ben yurt dışında görevdeydim o zaman. Hastanedeki babam cenazeye bile gidemedi. Ardından babam by-pass geçirince hastaneye gelen ilk kişi Levent oldu. “Yav Nuri ne oldu lan sana” deyince, babama inanılmaz bir moral oldu.
Babamın hastalığı ortaya çıkmadan evlilik kararı almıştık. Erteleyelim demiştik ama babam razı olmamıştı. Bunu duyunca kız isteme işini “Levo” üstlendi. Sonra nikahta da şahidim oldu...
* * *
Nikahtan bir yıl kadar sonra kalp-böbrek ve akciğer yetmezliği ilerleyen babam, günde 30-40 ilaç, haftada üç gün diyaliz ve bir süre sonra da solunum kolaylaştırıcı makineler ile yaşadı. Berber Apo öldükten sonra, pek saçı çıkmadı babamın! Az çok çıkanı da annemle kız kardeşim keserdi o uyurken!..
* * *
2013 yılında kaybettik babamı. Levent hasta olduğu için gelemedi cenazeye, aradı annemi, konuşup helalleştiler. Zaten çok geçmedi, Levent de ayrıldı aramızdan, onu siz de duydunuz.
Çünkü bizim “Levo”, Levent Kırca’ydı!..
* * *
Bu büyük sanatçı yaşıyor olsaydı dün Anıtkabir’e doğru oluşan sevgi selinin en önünde yer alırdı. (U.D)
UĞUR DÜNDAR’IN NOTU: Sait Faik ya da John Steinbecek öyküsü tadındaki bu yazıyı okuyunca, Levent Kırca’nın yakınlarını aradım. Sağlığında adı geçenlerle ilgili anıları kendisinden de dinlediklerini söylediler. Ekşi Sözlük’ten “realsanto“ imzasıyla paylaşılan bu güzelim öykünün unutulmak yerine, birçok kişi tarafından okunması için köşeme alıntıladım. Bu vesileyle “realsanto”yu kutluyor, sevgili dostum “Levo”yu büyük özlem ve rahmetle anıyorum.
Berber aynası...
Uğur Dündar
Yayınlanma: