O yıllarda Samatya bir şenlikti.
Tümü avuç içi kadar bir meydana çıkan, yer yer cumbalı kagir evlerin sıralandığı sokakların kokusu, mevsime göre değişirdi. Örneğin ilkbahar geldiğinde deniz kıyısından başlayarak her yere, hatta ta yukarıdaki Kocamustafapaşa’ya kadar, iplere dizilmiş çirozların geniz yakan kokusu yayılırdı. Eskilerin “Küçük Paris” de dedikleri Samatya, yazları istavrit tava, kışa doğru midye dolma ve lakerda, ama yılın tüm aylarında hep yosun ve deniz kokardı...

*  *  *

Bizlere, yani o dönemin gençlerine göre; semtimizin en çarpıcı özelliği, hangi dine ve etnik kökene sahip olursa olsun, sakinlerinin barış ve huzur içinde, kardeşçe yaşamayı başarmış olmalarıydı.
Bu nedenle Samatya denilince aklımıza, eğlencesinden çok, bu değerli birlikte yaşama kültürü gelirdi.
O insanların Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Sünni, Alevi, Ermeni veya Rum olmaları kimseyi ilgilendirmezdi.
Sadece ortak kültürü özümsemiş olmaları önemliydi.

*  *  *

Hemen bir örnek vereyim:
Siz hiç öğleden sonraları şekerleme yapmak için 40-45 dakikalığına dükkanını kilitleyip, pikabına klasik müzik uzunçaları koyarak uyumayı alışkanlık haline getiren bir kundura tamircisi gördünüz mü? Siz ayrıca “Briç hocalığı” da yapan bir taksi şoförüyle tanıştınız mı?
Biz, Samatya’da gördük, tanıştık, onları çok sevdik ve hayatı o güzel insanlarla paylaşmanın eşsiz keyfini yaşadık...

*  *  *

60’lı yıllarda, semtin tek kundura tamircisi olan Takvor Usta, ayakkabı onarmadaki becerisi kadar, trompet çalma konusunda da büyük bir yetenekti. Öylesine iyi kalpli bir insandı ki, akşamüstleri işi gücü bırakır, hevesli gençlere o küçücük işyerinde ücretsiz trompet dersleri verirdi.
Bayram sabahları bizi kutlarken “Alın size benden bir bayram hediyesi” der ve trompetiyle, Eddie Calvert’in ünlendirdiği unutulmaz şarkıları çalmaya başlardı.
Bayramlık ayakkabılarımızı Beyoğlu’nun en şık mağazalarına çalışan Nefter Yayla ağabeyimizden alırdık.
Hem de sudan ucuza!.. Örneğin İstiklal Caddesi’ndeki dönemin ünlü mağazası Mona’ya verdiği ayakkabıları bize yarı, hatta çeyrek fiyatına bırakırdı. Bazen dar gelirli ailelere mensup arkadaşlarımızdan para da almazdı. Onlara “Ben okuyamadım, benim yerime siz okuyun” derdi.

*  *  *

Bayram günlerinin keyifli etkinliklerinden biri de, aile içi bayramlaşmaları ve mezarlık ziyaretlerini bitirdikten sonra, arkadaşlarla Samatya Deniz Spor Kulübü Lokali’nde düzenlediğimiz briç turnuvalarıydı.
Bana briç oynamayı öğreten kişi de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi önündeki durakta taksicilik yapan “Vefalı” lakaplı Celal Ağabeydi.
Nur içinde yatsın, Vefaspor sevdalısı olduğu için “Vefalı” olarak ünlenen Celal Ağabey hayatını zorda olan herkese yardıma adamış bir iyilik meleğiydi.
Hiç evlenmediğinden, kazancının bir bölümüyle “evlatlarım” dediği yoksul öğrencileri okuturdu.

*  *  *

Bayramlarda en büyük lüksümüz ise, briç turnuvasını kaybedenlerin kazananlara sahildeki ‘Olimpiyat Lokantası’nda yemek ısmarlamalarıydı.
Lokantanın sahibi, ülkemize 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’nda ilk altın madalyayı kazandıran 61 kilo grekoromen güreşçimiz Yaşar Erkan’dı.
1986 yılında kaybettiğimiz kısa boylu, sporu bıraktıktan sonra bir hayli kilolanmış, babacan bir büyüğümüz olan “Şampiyon”, yemeği ısmarlayanlara takılmayı sever, “Bakalım yüklü faturayı nasıl ödeyeceksiniz” dedikten sonra, genellikle hiç para almazdı!.. Nedeni sorulduğunda da kahkahalar atarak “Bu da semtin okuyan gençlerine benden bayram hediyesi olsun” derdi.

*  *  *

Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Ayakkabıcı Nefter, şamdancı Osep, sedef kakma ustası Ohannes, gümüş sanatçısı Yetvart ve diğer dostlarımız, bir bayram günü, yine Deniz Spor Kulübü’ne geldiler.
Şaşkın bakışlarımız arasında “Biz Arjantin’e gidiyoruz” dediler.
O güzel insanlar gözyaşları arasında hepimize sarılıp, bir daha dönmemek üzere gittiler...

*  *  *

Sevgili okurlarım,
Geçen yıl da belirttiğim gibi bu bir “Eski bayramlar ne kadar güzeldi” yazısı değildir.
Ama bir zamanların Samatyası’nda dini, mezhebi, etnik kökeni çok farklı insanların geliştirdikleri barış içinde, bir arada, hatta kardeşçe yaşama kültürünün güzelliğini ve özlemini anlatan bir yazıdır.

*  *  *

Bu yazı ayrıca, toplumu kamplara bölüp kutuplaştırmakla kalmayıp, hepimizi her an can verebileceğimiz terör atmosferinde yaşamaya mahkum eden zalim zihniyetin, bu güzelim ülkeye ve insanlara yaptığı kötülüğün belgesidir.
Terör ve can korkusu yaşamayacağımız güzel bayramlar diliyor ve tatil boyunca izninizi rica ediyorum...