Sanki bir yerlerde birileri düğmeye bastı ve ülkede bırakın fırtınayı kasırga esmeye başladı!..
Biz aslında bu tür filmleri daha önce de görmüş, şerbetlenmiştik; aklıma hemen 2007 yılı geldi... İktidar cenahından Fehmi Koru yazmıştı da oradan öğrenmiştik; o yılın 5 Kasım günü Washington’da, Beyaz Saray’daki ünlü Oval Ofis’te zamanın ABD Başkanı George W. Bush ile yine zamanın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayyip Erdoğan baş başa oturmuş ve detayları gözden geçirdikten sonra yurtseverleri zindanlara dolduracak, Türk Ordusu’nun belini kıracak, rejimin defterini dürmenin yolunu açacak Ergenekon sürecinin başlatılması için düğmeye basmışlardı!..
Aradan yıllar geçti, devran değişti... tabii “beli kırılacak düşman” tasviri de o ölçüde başkalaşım geçirdi.. Taa en başından “aynı yolda yürüdükleri”, istediği her şeyi verdikleri, tüm kumpaslarda rol paylaştıkları cemaat ile, yıllar yılı “Çözüm” adını verdikleri süreçte “saldım çayıra Mevlam kayıra” düsturundan hareketle yol açtıkları, köylere kadar silah depoları kurmasına izin verdikleri terör örgütü artık en kanlı düşman pozisyonuna terfi etmişlerdi!..
Tabii, planladıkları tüm uygulamaları hayata geçirebilmek için şöyle en kalınından bir “milliyetçilik” zırhı da gerekiyordu; onu da yılların milliyetçi partisinin üzerinden bir çırpıda çekip alıverdiler!.. Ehh, zaten o partinin lideri olan zat da taa en başından bu yana, ihtiyaç duyulan her an koşa koşa “payanda” görevini en tesirli biçimde yerine getirmemiş miydi?..
-O postu verip, koltuğu korumak evlaydı tabii!..

Dehşet senaryosu!


Ancak yapılanların hiçbiri amaçladıkları hedef için yetmiyordu...
Bu güne dek öylesine anayasa ihlalleri gerçekleştirilmiş, o denli çok sayıda “anayasal suç” kavramını adeta ortadan kaldıran eylemlere imza atılmıştı ki, hem istedikleri “rejim ortamını” sağlamak, hem muhalefeti neredeyse “yok hükmüne” getirmek, hem de üzerlerinde biriken “suç ağırlığını” bir çırpıda atmak, yok etmek için bir tek şeye ihtiyaçları vardı:
-Başkanlık!..
Siz buna “otoriter rejim”, “dikta”, “padişahlık yönetimi” gibi bir çok sıfat yakıştırabilirsiniz, ancak özde hiç bir şey değişmiyordu; sonuçta Sudan’da, Singapur’da, kısacası bu tür rejimlerin olduğu her yerde kullanılan sıfat halkın beynine de, diline de yerleşecekti:
-Başkan baba!..
Tarihimize kazınmış o ünlü deyişle söyleyecek olursak “kadayıfın altının kızardığına” kanaat getirdiklerinde düğmeye basıldı... Önce CHP’li yöneticilere, belediye başkanlarına, il başkanlarına karşı silahlı, silahsız saldırılar başladı... Ne oluyoruz demeye kalmadan, hem de Cumhuriyet Bayramı günü demokrasiyi, adaleti, Meclisi iyice dışlayan Kanun Hükmünde Kararnameler ilan edildi...
-Adeta, sıraya konulmuş bir kaos işleyişi yürütülüyordu!..
Zaten can çekişen demokrasinin kafasına biri hazmedilemeden bir diğer “balyoz” indiriliyordu...Tam KHK’ları anti-demokratik içeriği tartışılmaya başlanmıştı ki, Cumhuriyet Gazetesi’ne büyük bir operasyon düzenlendi; yönetici ve yazarları gözaltına alındı... Bu kez basına yapılan ağır yaptırımlar tartışılmaya başlandı... Gazeteye FETÖ soruşturması açan savcının FETÖ sanığı olarak yargılandığı ortaya çıktı bu arada!.. Tam bu garabet eleştirilirken bu kez de, aslında “ne zaman olacak acaba?” diye beklenen HDP operasyonu başlatıldı...
-Adına “kaos” operasyonu da diyebilirsiniz!..

Bu terazi, bu sıkleti çeker mi?..


HDP operasyonu da muadilleri gibi gece yarısı başlatıldı...
Başta partinin iki Eş-Başkanı Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere, tüm öne çıkan isimleri gözaltına alındı, ardından tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildi. Bu yazı yazılırken İdris Baluken tutuklandı. Büyük olasılıkla diğerlerinin akıbeti de aynı yönde olacak!..
PKK’nın bu duruma yanıtı Diyarbakır’daki Çevik Kuvvet birimine bomba yüklü kamyonla saldırı yapmak oldu. 2 polis ve altı sivil yurttaş bu alçakça saldırıda can verdi... Geçmiş tecrübelerden biliyoruz ki, bu PKK teröristleri için yalnızca bir başlangıç, bu türden saldırılarını yayarak yoğunlaştırabilirler...
Bu hamleyi yapan, HDP’nin başkanları dahil derdest edilmesinin kapısını açan devletin zirvesi herhalde bu olacakları, bundan sonrasında olacakları hesaplamışlardır diye düşünebilirsiniz... Bakın, ABD’nin Adana Konsolosluğu bombalı saldırı ve şiddet eylemleri konusunda yine güçlü bir uyarıda bulundu bile!..
Ancak tarih bize “otoriter yönetimlerin” her ne pahasına olursa olsun iktidarlarını yürütebilmek uğruna her türlü riski göze alabileceğini, en kolay yol olarak ise toplumu kutuplaştırmayı ve ayrımcılığı kullandığını anlatıyor!..
Aynı şey ülkemiz için de geçerli tabii; son bir yıla baktığınızda, giderek yönetme kabiliyetini yitiren, ülkeyi zapturapt altında tutabilmek için, dünyadan soyutlanmayı, yalnız kalmayı bile göze alarak TBMM’yi, Anayasa Mahkemesi’ni, yargıyı dışlayarak KHK’lara sarılan iktidar, bu yolda yürüyebilmek adına daha da sertleşmenin, daha da korkutmanın, daha da büyük baskı ve ezanın gerekliliğine inanıyor!.. Peki, ne elde edeceğini düşünüyor derseniz, 7 Haziran sonrasını, o “milliyetçi şahinlik” oyunu sonucu 1 Kasım seçimlerinde kaybettiği oyları geri aldığı gibi şimdi de aynı oyunun tutmasını bekliyor derim!..
-Adı başlıkta geçiyor zaten: Kaos yoluyla Başkan Baba rejimi!..