“Yaşadıkça çok şey göreceğiz” sözü tanığı olduğumuz durumların yarattığı düş kırıklığının, doğurduğu kırgınlığın tepkisini açıklayan yalın bir sözdür. Gerçekten, birbirini izleyen öyle olaylar var ki insan dehşet, şaşkınlık ve üzüntü içinde kalıyor. Son zamanlarda en çok düşündürüp üzen durumlar yaşam çizgimizi gölgeliyor, yaşama sevincimizi engelliyor, kötümser ve karamsar olmamamıza karşın geleceğe ilişkin umutlarımızı olumsuz etkiliyor. Kimilerine değinerek konuya açıklık getirmek istiyoruz.
Düşünce ve inanç özgürlüğünün güvencesi olan lâiklik, en yalın tanımıyla “Din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması olarak” tartışılır. Oysa akılla inancın ayrımından başlayarak insanlık yaşamında kişiyi nitelikli kılan bir anlayış ve benimsenme özelliği vardır. Bağnazların “Hâkimiyet Allah’ındır. Kur’anla yönetmeyenler kâfirdir” savına karşı “Egemenlik bağsız koşulsuz ulusundur” özdeyişi yaşamın en gerçek olgusunu anlatmaktadır. Tanrı’yı saygın ve özgün yerinde tutarak doğumdan ölüme değin yaşamın tüm alanlarının, insanın elinde olması, onun istenci ve gücüyle oluşumların, yapılanmaların sağlanması, aklın ürünü olan bilimin varsayımları geçersiz kılması, ulusun, insanların kendi kendilerini yönetmesidir. Lâiklik bu düzenin kaynağı ve dayanağıdır. Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılarından Ülkü COŞKUN’un gericilere ilişkin iddianamelerinde bu konuyu çok işlediğini ve lâikliğin değeriyle önemini vurguladığını anımsıyoruz. Lâiklik karşıtı köktendincilerin utanmaları gereken sözleriyle bu ilkeye ve kazandıranlarına saldırıları, niteliklerinin kanıtıdır. Lâiklik, eşitliğin temelidir.

VE.. VE..

Subay olmuş, general ve amiralliğe yükselmiş, üniversite bitirip akademisyenlikle bilimsel bir aşama kazanmış, okuyarak meslek edinmiş, çalışma yaşamında belirgin düzeylere gelmiş kimilerinin köktendincilikle Fetullah’ın ağına düşmeleri, ATATÜRK’ün kurduğu TBMM üyesi olmakla bağdaşmayan sözlerle boy gösterme çabalarına girişilmesi de burukluk yaratan durumlardır. Bunlar akıl tutulması değil, daha ötesi akılsızlıktır.
Ülkenin içine düşürüldüğü durum gerçekten kaygı vericidir. Ölüm-kalım savaşı verilerek, yok’tan var edilerek gelinen aşamada hakları ve özgürlükleri kötüye kullanarak yıkıcılığa soyunmak, bunları partizanlık, yetki ve görevde sakıncalarla yaşama geçirmek bağışlanamaz. Okuyup yazma bilmeyen, görgüsüz bilgisiz biri Fetullahçı olsa yobazlığı, bağnazlığına bağlanabilir. Ama yukarda değindiğiniz düzeyde bulunup da ilkokuldan sonra eğitim görmemiş birinin gözyaşlarıyla ilgi çekmeye çalışarak anlattıklarına kanmaları inanılacak bir tutum değil. Çocukları aklın, bilimin, gerçeklerin, yaşam koşullarının, doğa oluşumlarının, ahlâkın dışında öğelerle yetiştirerek insanı insana kul-köle etmenin insanlıkdışı olduğunu bilmeyenler, inancı bir uyuşturucu gibi araç olarak kullanmışlardır.

SİYASAL UYDULAR

Siyasal bağımlılığı lidere ve yetkililere tapınma durumuna getiren zavallılar, ulusal zararlılardır. Bağımsızlığımızın kahramanı, lâik cumhuriyetin mimarı, varlığımızın simgesi ATATÜRK’e saldıran, karşı olan, O’nu karalayıp suçlayan kimse adam olabilir mi ki milletvekili olsun? Ulusal değerlerin ve ilkelerin bilincinde olmayan, kavramları kavrayamamış kimseler yaranma gösterileriyle küçüklüklerini sergilerler. Halkı bölen, birbirine karşıt duruma düşüren, değişik yemlerle kendilerini kullananların oltalarına düşen, dönen, kişiliğinin aynası dili kara kimseler milletvekilliğine yaraşmaz. Uşaklık ve uyduluk, “adamlık”la asla bağdaşmaz.
Gençler, umut çiçekleridir. Geleceğimizin güvenceleridir. Mustafa Kemal’in cumhuriyetimizi emanet ettiği güçtür. Onların iyi yetişmesi için özverili çabalar bizlere düşmektedir. Kötü alışkanlıklardan, umursamazlıktan, düşkünlükten, şımarıklıktan, bilgisizlikten, tembellikten, değerbilmezlikten, sevgisizlikten, saygısızlıktan, her
zaman uzak kalmaları için iyi örnekler vermeliyiz. Aynı dili konuşmaya özen göstermeliyiz.