ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Türkiye’de yaptığı gayrı resmi görüşmelerde muhatap aldığı kişi ya da kurumlar çok dikkat çekti, tartışıldı.
Ancak gözden kaçan birşey var; Biden’ın görüşmedikleri.
ABD Başkan Yardımcısı, Türkiye ziyaretinin ilk gününde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemde yaptığı konuşmalarında hedef aldığı tüm kesimlerle görüştü.
Erdoğan’ın “casuslukla”
suçladığı gazeteciler; “karanlık” ilan ettiği akademisyenler, terörist iması yaptığı
HDP’liler...
Ancak yine Erdoğan’ın ve AKP’nin hedefinde olup da, Biden’ın görüşmediği tek bir kesim dikkat çekti:
Gülen Cemaati ya da “paralel yapı”...
Biden randevu listesine, bağlantılı şirketlerine el konulan, gazeteleri kayyuma devredilen, devlette paralel yapı kurduğu iddiasıyla hapse atılan, hatta kermes düzenleyip yardım topladığı için gözaltına alınan tek bir Gülen Cemaati mensubunu dahil etmedi.
Bunu nasıl yorumlamalı?
ABD Başkan Yardımcısı’nın cemaat bağlantılı kimseyle görüşmemesi “paralel yapı operasyonları” için hükümete destek olarak mı nitelendirilmeli?
Yoksa “paralel yapının bir numarası” ilan edilen Fethullah Gülen’in halen ABD’de yaşadığını “hatırlatmak istemediğini” mi düşünmeli?

Biden neden geldi?

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Türkiye ziyaretinde ifade özgürlüğünden, PYD’nin “terörist” sayılıp sayılmamasına kadar hemen her konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümetinin söylemleriyle ters düştü.
Peki bu kadar ters düşecekti de, neden Türkiye’ye geldi?
Bu ziyaretin nedeni, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarları ile “olası ekonomik kazanımlarında” gizli...
Şöyle ki:
* Öncelikle; ABD’nin bir ülkeyle “iyi ilişkiler” içinde olması için, o ülkenin demokrasi karnesinin iyi olması şart değil. Bunun en iyi örneği, ABD-Suudi Arabistan ilişkileri. ABD yetkilileri, kamuoyunun önünde ya da ziyaretleri sırasında perde arkasında “müttefiklerinin” bazı uygulamalarını eleştirseler, sert çıksalar da, sonuçta Washington’un politikasını “ulusal çıkarları” belirler. Irak’ta ve Suriye’de IŞİD’le mücadeleyi “öncelikleri” arasına koyan, bölgedeki enerji kaynaklarının güvenli arzı için gerektiğinde ordusunu aktif olarak kullanmaktan çekinmeyen ABD için Türkiye, konumu gereği “vazgeçilmez” ülkelerden...
* İkinci olarak; Washington yönetimi Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin “tek parti iktidarına” güvenerek yaptıkları her türlü anti-demokratik uygulamayı eleştirir. Ancak o sıkça eleştirilen “tek parti iktidarı”, aslında Washington’un çıkarları açısından çok daha yararlıdır. Düşünün; Türkiye’de koalisyon olsaydı, mesela İncirlik’in açılması için tek partiyi -belki de tek kişiyi- ikna etmek yerine, ABD pek çok siyasi aktörle uğraşmak, onların tümünü bir şekilde ikna etme durumunda kalacaktı.
* Üçüncüsü, iktidarda olan “tek parti” hükümeti uluslararası camiada ne kadar çok eleştirilirse, dış etkiye de aynı oranda açık olur. Uluslararası meşruiyet arayışları, ülkeleri her zaman “dış etkiye” açık hale getirir. Dış etki konusunda tartışmasız en kuvvetli ülke de, “dünyanın jandarması” konumundaki “müttefik” ABD’dir.
* Dördüncüsü; son dönemde İran’ın da dünya ile barışarak, uluslarası sisteme geri dönmesini hesaba katmak gerekir. İran’ın yeniden”meşrulaşmasından” en muzdarip olan ülke İsrail. Biden’ın da Erdoğan-Davutoğlu ikilisini Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesi konusunda cesaretlendirmesi en beklenen gelişme. Benzer bir “cesaretlendirme” de Kıbrıs konusunda geldi. Kıbrıs’ta varılacak barışın bölgede açacağı ekonomik imkanların, ABD’den çok İsrail’i rahatlatacağı kesin.
* Ve son olarak; ABD’nin peşinde koştuğu jeopolitik çıkarların ardından, çoğu zaman “ekonomik çıkarlar” da kendisini gösteriverir. Mesela; ABD bu günlerde Türkiye’yi en çok Suriye ile olan sınırına sahip çıkamamakla, IŞİD’in sınırı serbestçe giriş-çıkış için kullanması konusunda eleştiriyor. Ve İstanbul’a gelen Biden’ın çantasından, sınır güvenliği için “teknolojik ekipmanlar” çıkabiliyor.
Dolayısıyla...
“Havadan izleme balonlarından”, “anti-tünel teknolojisine” kadar, Washington’un Türkiye’ye satabileceği, fiyatı yüksek pek çok teknolojinin önümüzdeki günlerde Türkiye’nin sınır bölgesini “süslediğini” gördüğünüzde, lütfen şaşırmayınız.
Diplomaside “dost/düşman” yoktur; sadece ve sadece “çıkarlar” vardır.

Hükümetin Suriye açmazı: Başbakan ayrı, yardımcısı ayrı rakam veriyor

Suriye iç savaşı, Türkiye’nin tartışmasız en ciddi krizi...
Gerek getirdiği sığınmacı yükü, gerek sınırlarımızdaki IŞİD, PYD ile yarattığı güvenlik açığı ile Türkiye’nin sadece bugününü değil yarınını da etkilemeye, şekillendirmeye aday.
Ancak “bölgede bizden habersiz yaprak kıpırdamaz” diyen AKP hükümeti, bırakın Suriye topraklarını, Türkiye’de bile Suriye ile ilgili neler olup bittiği konusunda dağınık, bilgisiz.
Mesela;
Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri Suriyeli sığınmacılar.
Türkiye’de kaç Suriyelinin olduğu konusunda hiçbir somut rakam yok. Sınırdan geçişler, devlete değil “Allah’a emanet”.
Sınırdan elini kolunu sallayarak geçen, hiç farkedilmeden Ankara’ya, İstanbul’a kadar gelmeyi başaran Sultanahmet bombacısı, gidip İstanbul’da kendini Göç İdaresi’ne kaydettirmese, kimsenin varlığından haberi bile olmayacak. (Tabii bombacının, kendini patlatmadan sadece beş gün önce gidip kendini kaydettirmesi, parmak izi vermesi de ayrı bir muamma. Kim intihar eylemi yapmadan hemen önce devlete gidip ‘ben buradayım’ diye kendini kaydettirir sorusu hâlâ yanıtsız)
Hükümetin dağınıklığına bir başka örnek; Türkiye’nin Suriyeliler için harcadığı para konusunda... Davos’ta Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Türkiye’nin Suriyeliler için harcadığı paralar konusunda çok kapsamlı bir sunum yaptı. Ve Türkiye’nin bugüne kadar 8 milyar dolarlık harcama yaptığını açıkladı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, bu açıklamadan sadece saatler sonra yine Davos’ta Alman haber ajansına konuştu. DPA’nın haberine göre Davutoğlu, Türkiye’nin Suriyeliler için bugüne kadar “10 milyar dolar harcadığını” söyledi.
Başbakan ve yardımcısının, aynı yerde, aynı gün, sadece birkaç saat arayla yaptıkları iki açıklamada, harcanan para konusunda iki farklı açıklama... Az değil; iki milyar dolarlık fark var.
Peki ya IŞİD’e geçmek üzere Türkiye’ye gelen yabancı savaşçıların durumu?
Türkiye’yi uluslararası alanda en çok sıkıştıran bu konuda bile ortak rakam veremiyor hükümet üyeleri... İçişleri Bakanı Efkan Ala, ocak başında yaptığı açıklamada IŞİD’e katılma ihtimali nedeniyle Türkiye’nin “35 bin 690 yabancı uyrukluya giriş yasağı koyduğunu” söyledi. Aynı gün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da aynı konuda konuştu. Ama Çavuşoğlu giriş yasağı konulan yabancıların sayısını “28 bin” olarak açıkladı. İki rakam arasında 8 bin kişilik fark var!
Tüm bunlar art arda koyulduğunda ise ortaya çıkan şu:
Suriye’de yaşananlar, Suriyeli sığınmacılar Türkiye için çok büyük sorun. Ama daha büyük sorun, Türkiye’nin doğru dürüst yönetilemiyor olması.

“Görülmüştür...”

Ankara’da karın hakim olduğu günler. Okullar tatil, evi uzak olanlar işe gitmeye kalkışamıyor bile.
“Bu kar nedeniyle, evlere kapandık kaldık” diye söylene söylene büroya gelmiştim ki masamda bir zarf buldum; Silivri’den gelen bir mektup.
Meslektaş olmakla gurur duyduğum bir arkadaştan gelen bir mektup; Erdem Gül’ün mektubu.
“Arkadaşım, artık o ilk günlerdeki gibi acemi mahpusluk dönemini bitirdik. Günler geçiyor ve biz hapiste kıdem üstüne kıdem basıyoruz” diye yazan mektup.
Haklarında iddianame bile olmadan Silivri’de yatıyor Can Dündar ve Erdem Gül.
Öyle güzel anlatmış ki gazeteci meslektaşım bu durumu:
“Biz çıkmak istiyoruz, onlar ısrarla yatırmak. Bakalım bu daha ne kadar sürecek. Ne kadar sürdürürse sürdürsünler, tutukluluğumuz hukuk dışı olacak. Zaten bir yargılama süreci olmaksızın bizi böyle tutuklu olarak yatırmak istiyorlar. Çünkü bir yargılama olduğunda, suçlamanın ancak mizah dergilerine kapak olacağını kendileri de biliyor...”
Mektubun altında “Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu mektup okuma komisyonu. Görülmüştür” yazıyor.
Mektubu okuyunca gözlerim doluyor.
Bakışlarımı mektuptan, masada duran gazetelere çeviriyorum. İlk gördüğüm haber; Başbakan Davutoğlu Davos’ta konuşmuş:
“Basın özgürlüğü konusunda bir engelleme, bir sınırlama söz konusu değil...”
Kar nedeniyle sokağa çıkamadığımız için kendi kendime söylendiğim aklıma geliyor. Utanıyorum.
Ama Erdem’i, sadece gazetecilik yaptığı için zindanda aylarca tutanlar utanmıyorlar.



 

ANKARA  FISILTISIAnkara’nın gözde tartışma konusu ABD Başkan Yardımcısı’nın ziyareti. Ancak Joe Biden’ın söylediklerinin yanı sıra “söyleme şekli” de çok konuşuluyor Dışişleri Bakanlığı koridorlarında...Türk diplomatlara en çok, ABD Başkan Yardımcısı’nın farklı partilerden milletvekillerini aynı masada toplayıp, “ders verir gibi” konuşması dokunmuş. Kimle konuşsam, “Biz müstemleke ülkesi miyiz?” diyor, başka birşey demiyor...