KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Medyaya “Büyükada operasyonu” olarak geçen bazı sivil toplum kuruluşu yöneticilerinin davasında herkes tahliye edildi. Oysa yandaş medyamızın tavrına baksaydık o kişilerin hala hapiste olması gerekiyordu. Günlerce yayınlanan manşetlerde o sivil toplum kuruluşu üyelerinin Türkiye’de nasıl bir darbeye hazırlandıkları, yaratacakları kaosla Türkiye’nin birbirine gireceği, ekonominin çökertileceği, polisimizin müthiş istihbaratı sayesinde sayesinde bunların önüne geçildiği ileri sürülüyordu.
Sonra duruşma günü geldi çattı. Avrupa’dan pek çok gazeteci Türkiye’ye akın etti. Adliye önünden canlı yayınlar yaptılar. Yandaş medyamız bunlara gülümseyerek baktı. Az sonra nasıl moraracaklarını konuşuyorlardı belki aralarında. Ama “beklenmedik” bir şey oldu. Mahkeme tüm sanıklara tahliye kararı verdi. Yandaş medya neye uğradığını şaşırdı. Ertesi gün haber çoğunda tek sütun bile yer almadı. Bir tanesi tahliyelerden hiç söz etmeden “Büyükada davasında 4 sanığa yurtdışı yasağı” başlığını kullandı. Kendi okurlarını “bidon kafalı” yerine koymanın tipik bir örneği idi bu.
Şimdi bu kararı “bağımsız Türk mahkemesinin kararı” olarak mı niteleyeceğiz. Bu mümkün mü? Yandaş medyanın onca yayınına rağmen mahkemenin tahliye kararı vermesi asla mümkün olamaz. Bu belli ki yukarıdan gelen bir emirle alınmış bir karar. Burada bir parantez açıp, somut örnek vermek istiyorum. Mahkemenin tahliye kararında “Delillerin yeterli olduğu ve sanıkların kaçma olasılığının bulunmadığı” belirtiliyor. Oysa iki yabancı uyruklu tutuklu hapisten çıkar çıkmaz uçağa bindikleri gibi ülkelerine döndü. Kaçmadılar tabii, devletimizin gözetiminde gittiler. Bir dahaki duruşmaya gelmeleri mümkün mü? O halde “kaçma olasılığı yok” gerekçesi çok saçma.
Dönelim konumuza. Ben zihnimde bu kuşkuyu taşırken Alman medyası “Schöreder’in aracı olduğunu” açıklayıverdi. AKP Genel Başkanıyla görüşülmüştü. Tutuklu Almanların serbest bırakılması sağlanmıştı. Haberde Türk tarafının verdiği sözü tuttuğu da belirtiliyordu. Şimdi başka davalar nedeniyle tutuklu iki Alman kaldı. Muhtemelen onlar da anlaşma kapsamı içindedir. Yakında mahkemeler onlar için de “kaçma olasılığı yok” diyerek tahliye kararı verebilirler. Tabii bu kez Almanların sözünü tutması gerekiyor herhalde.
Çünkü eğer Büyükada davasında tahliye kararı verildiyse bizim de Almanlardan bir şey almış olmamız gerekiyor. Ben asıl bunu merak ediyorum. Biz o tutukluları verdik, ikisini henüz elimizde tutuyoruz, karşılığında Almanlar bize ne verdiler veya verecekler?
“Cemaatçilerin iadesi” bana uzak ihtimal geliyor. Çünkü Almanya bizim gibi bir parti genel başkanının talimatıyla mahkemenin elinden adam alamaz. Bize verilecek başka tavizler vardır. Örneğin ekonomimizi bir anda sıkıştıran “Alman bankalarının kredilerinde daraltma” kararı kaldırılabilir. Mülteciler konusunda ekstra paralar ödenebilir. Artık neyse ne, bilemiyoruz ama mutlaka bir şeyler almış olmamız gerekiyor.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Akşener’le ilgili ilk hayal kırıklığı


Oy verip vermemem önemli değil, ancak merkezde veya merkez sağda bir oluşumun güçlü biçimde ortaya çıkmasını yıllardır savunuyorum. AKP’nin yarattığı baskıcı, tek adamlı rejimin önüne demokratik yöntemlerle geçilebilmesinin en önemli yollarından biri bu bana göre. Bu nedenle Akşener’in başlattığı hamlenin mutlaka başarılı olması gerektiğine inanıyorum.
Merkezdeki bir partinin çeşitli fikir ve görüşleri çatısı altında buluşturması elbette gerekli. Ancak bu olacak diye de aşırı bir gayretkeşlik içinde olmak, mutlaka her dakika birilerine mesaj göndermeye kalkmak bana göre çok yanlış ve gereksiz.
Akşener partisini kurduktan sonra Anıtkabir’i ziyaret etti. Tam bir çağdaş cumhuriyet kadını portresi çizdi burada. Ardından hemen Hacıbayram Veli’nin türbesine gitti. Orada kafasını siyah bir örtüyle, sanki yüzü açık çarşaf giymiş gibi görünen bir kıyafeti tercih etti.
Neden? Bir türbe ziyareti yapınca ille de böyle kapanmak mı gerekiyor? Akşener neden daha önce benzer ziyaretlerde yaptığı gibi başını örten bir eşarp yerine kara çarşafı andıran ve Şiilerin rengi olarak bilinen siyah bir örtüyü tercih etti? Ayrıca aynı gün hem Anıtkabir hem türbe ziyareti yapmanın ne anlamı var? Türbe ziyareti bir gün sonra olamaz mıydı?
Sanıyorum bazı aklı evvel danışmanlar “biz herkesin partisi olacağız” fikrini fazla abartarak aşırı bir popülizme kaydırıyorlar çiçeği burnunda genel başkanı.
Meral Akşener bana göre şunu bilmeli; Atatürk’ü ziyareti, oradaki kıyafeti ve özel deftere yazdıkları kimseyi rahatsız etmez, ama hemen arkasından gittiği türbe ziyaretindeki görüntüsü destek vermek isteyen milyonlarca kişide hayal kırıklığı yaratır.

ŞAŞIRDIM

Merve Kavakçı hâlâ Amerikan vatandaşı mı?


Birkaç ay oluyor, yeniden Türk vatandaşı olan Merve Kavakçı’nın Malezya’ya büyükelçi olarak gönderileceği açıklandı. Herkes Kavakçı’nın Kuala Lumpur’a gittiğini sanıyordu. Hatta Malezya’da başı polisle derde giren yandaş yazarlardan Mustafa Akyol’u kurtaran kişinin Merve Kavakçı olduğu sanılmıştı. Açıkçası ben de o haberlerden sonra Merve Kavakçı’nın Malezya’ya gittiğini düşünüyordum.
Meğer atama kararı alınmış ama kararname imzalanmamış. Sonunda önceki gün geniş bir büyükelçiler kararnamesi imzalandı AKP Genel başkanı tarafından. Bu kararnamede baktık ki Merve Kavakçı yok. AKP Genel Başkanı demek ki Kavakçı’yı büyükelçi yapmaktan vazgeçmiş. Neden acaba?
Kavakçı’nın büyükelçi olacağını öğrendikten sonra “Amerikan vatandaşlığından” ayrılıp ayrılmadığını merak etmiştim. Bu nedenle Washington’da yaşayan ve konumu gereği Amerikalı yetkililerle de ilişkisi olan bir dostumu arayarak “bir sorabilir misin?” dedim. Amerikalı yetkililer bu bilginin kişilerin özel hayatı ile ilgili olduğu gerekçesiyle bilgi vermemişti. Ancak dostum “Amerikan vatandaşı olmasaydı, değil, derlerdi, özel hayat bahanesini öne sürdüklerine göre Kavakçı hâlâ Amerikan vatandaşı olabilir” demişti. Çifte vatandaşlık mümkün olduğuna göre Merve Kavakçı hem Türk hem Amerikan vatandaşı olabilir. Bu kendi tercihidir ama böyle bir kişinin yabancı ülkede Türkiye’yi temsil etmesi pek hoş olmaz herhalde. Belki AKP Genel Başkanı da bu durumu görüp “bu kadarını da yapmayalım artık” diye düşünerek Kavakçı’yı Malezya’ya göndermemiş olabilir.

BUNU YAZMAK GEREK

Kılıçdaroğlu bu kadar kibar olmak zorunda değil


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önceki akşam CNN Türk ekranlarında soruları yanıtladı canlı yayında. İzlediğim kadarıyla Kılıçdaroğlu’nun performansı hayli iyiydi. Sorulara etkili ve inandırıcı cevaplar verdi.
Ancak şunu söylemeliyim; Kılıçdaroğlu gerçekten çok kibar. Bu iyi bir özellik tabii de bazen dozu biraz kaçıyor. Bu kadar kibarlık bazen insanın canını sıkıyor.
Hürriyet gazetesinde yazan Abdülkadir Selvi Kılıçdaroğlu’na “Melih Gökçek’i partinizden aday yapar mısınız?” diye sordu. Merakla Kılıçdaroğlu’nun vereceği cevabı bekledim. “Hayır” dedi. İçimden “İnşallah burada keser” diye geçiriyordum ki Kılıçdaroğlu başladı anlatmaya. Soruya uzun uzadıya cevap verdi. Oysa bu soruya cevap verilmez. Bir lider milyonların önünde kendisine bu kadar absürd bir soru soran gazeteciye ille de kibar olmak zorunda olduğunu hissediyorsa “Siz bunu şaka olarak mı soruyorsunuz” der hiç olmazsa. Ama doğrusu şudur; “Beni böyle sorularla meşgul etmeyin, lütfen bir daha soru sormayın” diye tepki gösterir ya da “Siz benimle dalga geçmek için ve iktidara yaranmak için mi davet ettiniz, AKP Genel Başkanına böyle bir soru sormaya cesaret edebilir misiniz?” diyerek kalkıp programı terk eder.
Kılıçdaroğlu bunu bir kere için bile olsa yapmalıdır. Aksi takdirde iktidar mensupları özellikle AKP Genel Başkanı karşısında “önceden verilen sorular dışında” tek kelime bile edemeyen çapsızların önünde hep bu tür hakaretlere maruz kalacaktır.