MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Ayakkabı kutusu üniversitesi ne oldu?


Şimdi Amerika’daki Reza Zarrab’ı konuşuyoruz ama 17 Aralık operasyonun en önemli isimlerinden biri olan dönemin Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ı unutmuştuk bile. İktidarın “bu bir komplodur, bize karşı darbe yapmak istiyorlar” diyerek örtbas ettiği bu skandalın kahramanı Süleyman Aslan yine gündeme çıktı. Çünkü önce Amerika’daki davada tutuklu olan Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın avukatı Süleyman Aslan’ın “utanmazca” rüşvetler aldığını söyledi. Ardından Reza Zarrab da itiraflarında Süleyman Aslan’a her konuşmasında rüşvet vermek zorunda kaldığını anlattı. Zarrab “hatta öyle ki bir süre sonra her imza için rüşvet vermekten kurtulmak için imzasını bile taklit ettirdim” dedi. Kısacası bu açıklamalarla 17 Aralık operasyonunun ünlü ismini tekrar hatırladık. Hatırlayınca da aklıma şu geldi; Bu eski genel müdürün evinde ayakkabı kutuları içinde milyonlarca dolar ve Euro bulunmuştu. Süleyman Aslan evinden çıkan nakit paralarla ilgili kendini savunurken şunu söylemişti; “Evimden çıkan 4.5 milyon doların tamamı bağışlardan toplanan paralardır. Bu paralar Makedonya’da Balkan Üniversitesi yapımında kullanılacaktır. Yardımsever insanlardan toplanan paralardı ve bunları oralara gönderecektim.” O dönemde iktidar ve yandaşları bu açıklamayı yeterli bulmuşlar ve muhalefetin “hayırsever” bir insana karşı takındığı tutumu hainlik olarak nitelemişti. Şimdi aradan bunca zaman geçti. Çok merak ediyorum. Süleyman Aslan’ın sözünü ettiği Makendonya Balkan Üniversitesi kuruldu mu? O paralar oraya gitti ve binalar yapıldı mı? Panik ve öfke halinde 17 Aralık’ı bir darbe olarak gösteren alel acele bütün soruşturmayı durdurup adı geçen herkesi aklayan iktidar o sırada yaşanan her şeyi de unutturduğu için bu üniversitenin akıbetini de öğrenemedik. Doğal olarak o yaşananlardan sonra üniversiteye para gittiğini düşünebiliriz ki ben de öyle sanıyordum. Ancak dün bir gazetede Süleyman Aslan’ın o dönem avukatlığını yapan Ersan Şen’le yapılmış bir röportajı okudum. Ersan Şen 17 Aralık operasyonunda Süleyman Aslan’ın evinde ayakkabı kutuları içinde ele geçirilen milyonlarca dolar ve Euro’nun kendisine iade edilmediğini söylemiş. Gerçi Ersan Şen daha sonra Süleyman Aslan’ın avukatlığını bıraktığı için, paranın iade edilmesi onun döneminden sonra da yapılmış olabilir. Ancak Ersan Şen büyük skandal iktidar tarafından örtbas edilinceye kadar Süleyman Aslan’ın avukatlığını sürdürmüştü. Zaten para iade edildiyse o dönemde edilmiş olmalıydı. Eğer para iade edilmediyse demek ki işin içinde başka bir şey var. Ya o para aslında başkasının parasıydı ve daha sonra ona verildi ya da paraya “bir gün tekrar dava açılırsa kanıt olarak kullanılmak üzere” el konuldu. Her iki durumda da iktidarın açıklamasına muhtaç olduğumuz gerçeğini görmezden gelemeyiz. Şunu belirtmeliyim ki, “yalan söylüyor, iftira atıyor, casusluk yapıyor” feryatlarına rağmen Zarrab davasının sonuçları Türkiye için çok olumsuz sonuçlar doğuracağı gibi iktidarın da bunun altından kalkması mümkün olmayacaktır.

BUNU YAZMAK GEREK

Dolar bozdurtanlar şimdi çok mutludur herhalde


Bundan tam bir yıl önce, aralık ayında yandaş medya kuruluşları Erdoğan’a destek olmak için “dövizini bozdur” kampanyası başlatmıştı. Türkiye “Gezi hadisesinden (!)” beri saldırı altındaydı, dış güçler Türkiye’yi bir dünya lideri yapan Erdoğan’ı devirmek için ekonomik saldırıya geçmişti, buna direnmek için halkın topyekun harekete geçmesi gerekiyordu. Yastık altında sakladığımız dövizleri ekonomiye sokmamız halinde dış güçlerin oyunu bozulacaktı. Saf ve temiz halkımızın bir bölümü çok da mantıklı görünen bu beyin yıkama bombardımanının etkisi altında kalarak elindeki avucundaki dövizi bozdurmaya koştu. Tabii göze girme çabasındaki bazı işadamları, eski futbolcular ve sanatçılar da bu kampanyada “öncü figüranlık” yaptılar. Ünlü futbolcu bir yerden bozdurduğu binlerce dolarını bir başka yerde tekrar yerine koyuyordu örneğin. Gelin şimdi o günden bu yana olanlara bir bakalım. İktidarın etkisinden bir türlü kurtulamadığı “Gezi Hadisesi” 2013 yılının Mayıs- Haziran ayında yaşanmıştı. Bu tarihte dolar 1.83 TL idi. Temmuzda ve ağustosta dolar 1.9’dan işlem görürken eylül de dolar fiyatı 2.02 lira oldu. 2014 yılının ortalama dolar fiyatı 2.2 liraydı. İşte “Gezi etkisi” ki gerçekten varsa sadece bu kadardı aslında. 2015’deki ortalama fiyat 2.8’e çıktı. Bakın Gezi artık çok gerilerde kalmış. 2016’nın Aralık ayına geldiğimizde doların fiyatı 3.39 liraydı. Kampanya başladı, birkaç gün 3.35’lerde seyretti dolar fiyatı ondan sonra tekrar yükselişe geçti ve geçen eylül ayına kadar da bir yıl önceki fiyatına hiç dönmedi. Sadece eylül ayında 3.4’ü gördü sonra birden hızlı tırmanışa geçti. Şu anda ise 3.9’da dolanıyor, her an 4’ü geçme ihtimali var. Demek ki bundan bir yıl önce dolarını bozduran herkes zarar etti. Bozulan dolarları ucuz fiyata alanlar ise kârlarına kâr kattı. O kampanyaları açan medya kuruluşları, sırf Erdoğan’a yaranmak için vıcık vıcık konu mankenliği yapan o ünlü isimler acaba şimdi rahat ve huzur içindeler mi? Kim bilir belki kefen parasını sırf ülke menfaati için bozduran Hatçe Teyze’nin ahını hiç düşünüyorlar mıdır?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Tek amaç para olunca bazı şeyleri anlamak mümkün olmuyor


Önceki  hafta Halk TV’deki Yazıişleri programının konuklarından biri Balıkesir Edremit’ten gelen eğitimci Cemil Yavuz Ayvalık’ta yapılmak istenen HES’leri anlatmıştı. Yavuz bu HES’lerle bölgenin ikliminin değişeceğini bunun da büyük zararı olacağını söylemişti.  Yavuz’u dinlerken kısa bir süre önce Artvin’e giden AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın sözlerini düşündüm bir an. Erdoğan Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı olduğunu belirtikten sonra “Artvin’in dağlarını deldiklerini, tüneller, yollar açarak, güzelliklere ulaştıklarını, şimdi o vadilerde göller oluşturduklarını” anlattı. Erdoğan parasal hesaplar yaparak enerjiye harcadığımız parayı, HES’lerin nasıl ucuz ve temiz enerji kaynağı olduğunu ballandırarak belirtti. Bilgisiz insanlar bu sözleri ilgiyle dinleyebilir ve mantıklı bulabilir. Oysa muhtemelen AKP Genel Başkanı’nın da bilmediği gerçek şu; O HES gölleri manzara olarak çok güzel görünebilir. Ama eğer orada göl olması gerekse zaten doğa da öyle şekillenirdi. O göller bölgenin bütün doğasını değiştirecek. Bir süre sonra birçok bitkinin kalmadığı, pek çok hayvanın neslinin tükendiği ve bölgenin giderek kuraklaşmaya başladığına tanık olabiliriz. Ama her şeyi para olarak görenlere bunu anlatmak herhalde çok zordur. İstanbul’un bütün ormanlarını yok edip sonra da “Şehre nefes aldırıyoruz” diyen bir zihniyetin iktidarda olduğu ülkemizde bazı şeyler ne kadar zor değil mi?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

AKP İstanbul’daki yerel seçimlerden çok umutlu değil


Çok yakın bir dostum var. Çok renkli kişiliği ile her yerde seviliyor. Bu nedenle bütün çevrelerde dostları arkadaşları var. Buna AKP de dahil. Hatta öyle ki AKP’deki dostları diğerlerinden bile fazla olabilir. Mesleğinde de başarılı olan bu dostum artık kendini emekli edip işlerini devretti, “Bu deneyimlerimi siyasette de değerlendirmeliyim” diye düşünerek yerel seçimlerde bir ilçe belediye başkanlığı adaylığı için planlar yapıyor. Dostum geçenlerde aralarında AKP’nin kurucu isimlerinin de bulunduğu bir davette bu niyetini söylemiş ve “Acaba AKP’den aday olsam mı, amacım iyi hizmet etmek ama rahat bırakırlar mı?” diye sormuş. İnanılmaz bir cevap almış. AKP’nin kurucularından bazıları “Eğer gerçekten iyi bir şeyler yapmak istiyorsan AKP’den aday olma” demişler. “Neden?” diye sorduğunda ise “İstanbul’da birkaç ilçe hariç artık hiçbiri garanti değil.  Seni Sultanbeyli ya da Bağcılar’dan aday yapmazlar. Diğerleri sıkıntılı” cevabını almış. Dostum “AKP’li kurucular siyasi kariyerimi daha başlangıçta bozmamamı tavsiye ettiler, ama durum bu hale gelmişse Tayyip Bey’in işi çok zor vallahi” dedi.

ÜZÜMDÜM

Böyle bir mühendis umudunu dışarıda arıyor


Geçenlerde Üsküdar motorundan inerken çok temiz yüzlü genç biri “Merhaba Can Bey” dedi. Sıkça karşılaştığım gibi “Yazılarınızı mutlaka okumaya çalışıyorum, denk gelirsem televizyonda da izliyorum” dedi. Tabii bunlar beni haliyle mutlu ediyor, önemli bir moral motivasyonu sağlıyor. Motor yanaşırken ayaküstü sohbete daldık. Ne iş yaptığını sordum. “İş bulamadığını” söyledi. Bu nedenle yurtdışına gitmeyi düşünüyormuş. Boş bulunup “Yurtdışına nasıl gideceksiniz, dil biliyor musunuz, mesleğiniz ne?” diye sordum. “İki dil biliyorum” dedi. Elektrik elektronik mühendisiymiş. Bütün kapılar yüzüne kapanmış. “Eğer bir AKP’linin tavsiyesi ile gitmezseniz iş bulamıyorsunuz. Kamuda çalışmak ise çok zor. Yeteneklere bakmıyorlar, bizden mi değil mi diye kontrol ediyorlar” diyor. Amerika’dan Green Card alabilmek için çekilişe katılmış. Kanada’ya da vatandaşlık için başvurmuş. “İkisinden biri mutlaka olur” dedi ve ekledi “Onlar insana değer veriyorlar, kim olduğuna değil ne yapabildiğine bakıyorlar.” Genç bir umutsuz ama yetenekli olduğu belli olan bu insana yürürken arkasından bir süre baktım. Gözlerimin sulandığını hissettim.