KOMİK

Başbakan Binali Yıldırım’a CNN’deki sunucu sordu “Kemal Kılıçdaroğlu ile canlı yayına çıkar mısınız?” diye.
Başbakan da şu cevabı verdi; “Hakan Bey hiçbir yararı olmaz. Bunların tartışılacak bir yanı yok. Bunlar açık yazıyor. Kanunlarda yazıyor. Bunların neyini tartışacağız. Bilinmeyen bir konu olur da tartışırız.”
Bu cevabın anlamı şudur; “Ben korkuyorum, karşılıklı konuşursak cevap veremem, en iyisi kaçmak.”
Bunu “kibarca” söylüyor Başbakan.
Cevabın içeriğine bakalım; “Bilinmeyen bir konu değil ki” diyor. Kastettiği anayasa. Zaten her yerde açıklanmış, yazıyormuş her şey. Böyle mantık olur mu?
Bir kere ortada bir anayasa var. Bu anayasa ile Türkiye’nin temel yapısı, rejimi değişiyor. Bir kişiye bırakın ülke yönetimi neredeyse tapusu veriliyor.
“Efendim ben bunu demokratik buluyorum, bir kişiye bütün yetkinin verilmesi yanlış değildir” diyebilirsiniz elbette. Ama bunu tartışmaktan niye kaçarsınız?
Çıkın, karşınızdaki kişi bunun tam tersini söylerken ve size sorular sorarken anlatın millete.
Bunu yapamazlar. Ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan ne de herhangi bir bakan ya da AKP yetkilisi halkın önünde diğer partilerden kişilerle tartışamaz.
Tartışmayı bırakın ülke yönetimini elinde tutanlar doğru dürüst soru soracak gazetecilerin karşısına bile çıkmıyorlar. Soruları bile önceden veriyorlar. Cevaplar geniş bir heyet tarafından hazırlanıyor. Buna rağmen halkı ikna etmekte zorluk çekiyorlar.
Türkiye demokrasi tarihi boyunca bu kadar korkan siyasetçilerle karşılaşmadı. Yaşı uygun olanlar hatırlar, 12 Eylül’den önce de sonra da liderler televizyon ekranlarında, halkın önünde, birbirleriyle tartışırdı.
Bu kuralı AKP bozdu. Erdoğan 2002 seçimlerinden önce bir kere Baykal’la tartışmaya çıktı o kadar. Ondan sonra bir daha kimseyle tartışmadı.
Erdoğan bütün medyanın katıldığı basın toplantısı yapmayan tek kişi aynı zamanda. Her başbakan yılda en az bir kere tüm basının önüne çıkar ve soruları cevaplardı. Erdoğan bu geleneği de bitirdi.
“İliştirilmiş gazeteci” sistemi kurdu. Kavun seçer gibi seçtiği gazetecileri yanına aldı, onlara verdiği soruları kendine sordurttu.
Kemal Kılıçdaroğlu veya bir başka muhalif lider, istediği kadar sıkıştırsın, ne Cumhurbaşkanı ne Başbakan ne de bakanlar ekranda karşılarına çıkmayacaktır. Çünkü biliyorlar ki çıktıkları an foya da ortaya çıkacaktır.
Tek başına ve bin bir yalakalıkla, önceden hazırlanmış soruları soran gazeteci kılıklı kişilerin karşısında bile defalarca hata yapan, pot kıran Binali Yıldırım’ı rakip bir partinin başkanı önünde düşünebiliyor musunuz?
Onlar da bu durumu bildiklerinden asla tartışma programlarına katılmıyorlar. Vatandaşa da bunu “Onlar dengimiz değil, adam yerine koyup niye tartışalım” diye kibirle anlatıyorlar.

KOMİK

Çılgın Türkler dopingci çıktı


Erdoğan yönetimindeki AKP iktidarı 2002 sonundan bu yana tek başına iktidar. Bu dönemde kalkınmaya ve gelişmeye yönelik “inşaat” dışında hiçbir önemli yatırım yapılmadı.
Zaten iktidar da sadece bu inşaatlarla övünüyor. “Köprü yaptık” diyorlar. “Duble yolları” anlatıyorlar. Adalet sarayları yaptıklarını söylüyorlar ama hukukta sınıfta kalıyorlar. Sağlık hizmetlerini beş yıldızlı otel benzeri yeni binalarla sunuyorlar halka. Metro, gökdelenler, tüneller, denizaltı geçişleri hepsi güzel, hiçbirine itirazımız yok, tepe tepe de kullanıyoruz elbette, ancak bunların da gelişmeye, istihdama katkısı hiç yok.
Kalkınma bilimle, sanatla, demokrasinin tüm kurallarını işletmekle, hukuka uymakla, özgürlükleri alabildiğine genişletmekle sağlanır. Bizdeki kalkınma sadece inşaat bazlı.
Erdoğan referandumda evet çıksın diye meydan meydan gezerken hep bu inşaatları anlatarak millete coşku vermeye çalışıyor. Dünyanın bu hizmetlere bakarak bizi kıskandığını söylüyor. “Dünya çılgın Türkler’in yükselişinden endişeli, kıskançlıktan çatlıyorlar” diyor.
Ama tam bunları söylediği sırada örneğin uluslararası yarışmalarda altın madalya kazanmış sporcularımızın “doping yaptıkları” ortaya çıkıyor. Federasyonlar madalyaları ve verilen hediyeleri geri istiyor.
Yine aynı gün yapılan üniversite giriş sınavlarında öğrencilerin nasıl tel tel döküldüğü, bilimsel seviyenin nasıl yerlere düştüğü anlaşılıyor.
“Çılgın Türkler” herhalde Erdoğan’ın söylediği “inşaatların büyüsüne kapılıp kendini dev aynasında gören” insanlarımız değil, elinde avucunda hiçbir şeyi yokken Kurtuluş Savaşı veren ve yepyeni bir devleti ortaya çıkaranlardır. Şimdi onların kurduğu bu devleti nasıl yerle bir ederiz kavgası veriliyor. Mesele budur.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Seçim sisteminin aksayan yönü mutlaka giderilmeli


Yurtdışı oylamalarında yapılan bir hilekârlık seçim sistemini denetleyen SEÇSİS bilgisayar sisteminin önemli bir açık verdiği ortaya çıkardı.
Frankfut’ta bir “evetçi” vatandaş bir sandıkta oyunu kullandıktan sonra hemen yan sandığa geçip bir oy da orada kullandı.
Bu hatanın nedeni, bir önceki sandıkta oy kullandığının SEÇSİS tarafından geç görülmesi. Böyle olunca aynı kişi hemen yandaki sandığa gittiğinde henüz oy kullanmamış gibi görünüyor.
Türkiye’de böyle bir durum yok. Çünkü herkesin oy kullanacağı sandık belli. Ama yurtdışındaki vatandaşlar herhangi bir sandıkta oy kullanabiliyor. Oyunu kullanan bilgisayara kaydediliyor.
SEÇSİS oy kullanıldıktan ancak üç dakika sonra “oyunu kullanmıştır” notunu düşebiliyor. Böylelikle aynı kişi kısa süre içinde birkaç sandığa birden oy atabiliyor.
Şimdilik bir sandık görevlisinin uyanıklığı sayesinde bir kişi yakalandı ve SEÇSİS’in bu açığı ortaya çıktı. Bu durumda “Yakalanmayan oldu mu, bu açıktan yararlanarak bazı kişiler birden fazla sandıkta oy kullandı mı?” endişesi doğuyor.
Hürriyet’ten Abdülkadir Selvi geçenlerde “Yurtdışı oylarla evetler yüzde 55’i bulabilir” diye yazmıştı. Acaba yurtdışından bu yöntemle çok sayıda evet getirmeyi mi planlıyorlar?
Olmaz olmaz demeyin. Bu iktidar evet çıkarabilmek iç in akla hayale gelmeyen her yolu deneyebilir, çünkü işi tam bir ölüm kalım savaşına çevirdiler.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Güvenlik sağlayamayan vali orada oturamaz


Meral Akşener açıkladı biliyorsunuz, Ankara’da miting yapmak istediğini ancak buna izin verilmediğini söyledi.
Meral Akşener’e miting izni verilmemesinin gerekçesi hem çok komik hem de çok endişe verici.
Çünkü Ankara Valisi Akşener’e “Sizin güvenliğinizi sağlayamayız” demiş.
İnanılır gibi değil. Koskoca Başkent’in valisi bir siyasetçinin yapacağı miting için güvenlik sağlayamayacağını söylüyor.
Peki, o koltukta nasıl oturuyor o zaman?
Bu olay bile referandumda “evet çıkması” halinde nasıl bir Türkiye’de yaşayacağımızın ibret verici bir kanıtıdır. Devletin görevlileri, artık devlete hizmet etmek yerine siyasi iktidarın hizmetkârı haline gelmiş. Muhalif olan kimseyi konuşturmamak için devletin itibarını yerle bir etmekten çekinmiyorlar.
Bir Meral Akşener’in güvenliğini sağlayamayan bir vali Cumhurbaşkanının, Başbakanın, bakanların, yabancı misyon temsilcilerinin ve en önemlisi halkın güvenliğini nasıl sağlayacak?
Özetle “Ben acizim” diyen bir zihniyetle ülke yönetilebilir mi?

ŞAŞIRDIM

Osmanlı Ordusu mu, Cumhuriyet Ordusu mu?


Güneydoğu’da PKK terör örgütüne karşı çok çetin bir mücadele sürüyor. Asker teröristlerin bütün inlerini tek tek basarak eli kanlı katilleri etkisiz hale getiriyor.
Ancak belli ki askerimiz de son zamanların modasına kendini biraz fazlaca kaptırmış. Komuta kademesinin AKP’ci tavrı rütbece aşağıya doğru hayli yayılmış.
Geçen akşam bir terör operasyonundan dönen kahramanların kışlalarındaki karşılama törenini izledim bir televizyon kanalından.
Komando birliği bangır bangır çalan Mehter Marşı ile karşılanıyor.
Elbette askeri tarihimizin önemli bir parçası olan Mehter Marşı’na sözüm yok. Bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da Mehter Marşlarını dinlemekten keyif alırım.
Ancak Cumhuriyetin ordusunun operasyonlardan Mehter Marşı ile dönmesi de kabul edilemez.
AKP iktidarının demokrasi, hukuk düzeni ve özgürlükleri kaldırmak için halkın desteğini istediği bir dönemde ve demokratik bir sistem yerine padişahlık dönemini hatırlatmak için “ver Mehteri” dediği bir dönemde askerin bu duruma düşmesi en hafif deyimiyle insanı üzüyor.