Büyük Atatürk, 23 Nisan Bayramı’nı çocuklara armağan ederken:
“Küçük hanımlar, küçük beyler, hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, ikbal (yüksek bir makama erişme) ışığısınız. Yurdu asıl aydınlığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli ve değerli olduğunu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz.” demişti.
Her ulusun istikbali (geleceği), yavrularıdır. Çocuklar, milletlerin en değerli hazineleridir.

*  *  *

Türk devletinin devamını çocuklarımıza emanet edeceğiz.
Peki, onları gerektiği gibi eğitip, gerektiği gibi yetiştirebiliyor muyuz?
Ülkemizdeki, ilkel denilecek kadar derme çatma eğitim sistemiyle ve medrese zihniyeti ile çocuklarımızı uygar Batı ülkelerinin çocukları düzeyinde yetiştirip, onlarla yarış ettirebilir miyiz? Bilim ve teknikte dünya uluslarını geçebilir miyiz?
Hayır, bu mümkün değil!
Çünkü, bugünkü yöneticilerin kafaları hâlâ, bir asır önce çöküp yok olan Osmanlı Devleti’nin çağ dışı kalmış zihniyeti gibi çalışıyor.
Geri kalmışlığımızın bir nedeni de budur!
Nitekim, Avrupa ve Amerika ile karşılaştırıldığında, ne yazık ki her bakımdan nal topluyoruz!

*  *  *

Aileler, çocuklarına iyi bir eğitim sağlamak için tüm güçleriyle çalışıyor, ellerinden geleni yapıyor ama eğitim sistemimiz, eğitimden habersiz kişilerin elinde oldukça, bu bir işe yaramıyor.
Yapılan araştırmalarda, mesela Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) sıralamasında, çocuklarımız mutlulukta sonuncu, mutsuzlukta da ise birinci sırayı alıyor.
Bu da bizim “hal-i pür melâlimizi” (acınacak halimizi) gösteriyor!
Bir ülkenin eğitimi, artık çağ dışı olan “medrese kafası” ile yürütülürse, sonuç hep hüsran olur! Gelişmiş Batı ülkeleri arasında sonunculuktan kurtulamayız!
Günün birinde, dileriz, ülke eğitimini yönetenlerin aklı başına gelir!

“Kanun benim” anlayışı!


Ülkemizde hukuk katledildi. Buna şüphe yok!
Ben şahsen, hiçbir itirazdan olumlu sonuç beklemiyorum.
Atalarımız ne demiş?
“Minareyi çalan, kılıfını hazırlar” demiş!
Bu atasözü bir kez daha doğru çıktı, beyefendinin dediği gibi “Atı alan Üsküdar’ı geçti!”
Gel de yakala sıkıysa!
Bu sonucu, tarafsızlığını yitiren Yüksek Seçim Kurulu (YSK) sağladı.

*  *  *

298 Sayılı Yasa’nın 77’nci maddesinin 4’üncü fıkrası “Sandığın, birleşik oy pusulalarının ve zarfların kurulca mühürlenmesini” emreder.
298 Sayılı Yasa’nın 98’inci maddesinin 4’üncü fıkrası;
“...Üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü zarflar geçersiz sayılır” der.
Ayrıca 101’inci maddenin 3 no’lu bendinde:
“Arkasında sandık kurulu mührü olmanyan bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir” hükmü vardır.
Ee, peki, tüm bunlara rağmen Yüksek Seçim Kurulu, kendini kanunun üstünde görüp nasıl bu tür zarf ve oyların geçerli olmasına hükmetti?
Bunlar hukukçu değil mi? Seçim Kanunu boşuna mı çıkarıldı? Yasa maddeleri böyle keyfi bir kararla yok
sayılabilir mi?
Hukuk fakültelerinin birinci sınıflarındaki öğrenciler bile, bunun böyle olmadığını bilir!

*  *  *

Hukuk açıkça katledilmiştir ve yapılan suçtur. Fakat ülkede bu suçu soruşturacak bir makam ne yazık ki, yok!
“Kanun benim” anlayışı, bizim “hukuk devleti” değil, “guguk devleti” olduğumuzun bir göstergesi gibi!
Yüksek Seçim Kurulu, kendisine de, ülkeye de yazık etti, insanlarımızın adalet duygularına büyük zarar verdi.
Ulusun güven duygusunun yıkılması, devlete verilen en büyük zarardır.
Tarafsız hukukçular “Bu yasa dışı karar tarihe kara leke olarak geçecek niteliktedir.” demekte haklıdır. YSK’nın vicdanı rahat mıdır?

TEBESSÜM

“Deli mi oldun yahu?”


Temel “Yahu bunlar iyi para kazanıyor” deyip siyasete atılmaya karar vermiş... Köy köy dolaşıp kendisini tanıtıyormuş.
Bir süre sonra “Bana milletvekilliği yetmez, ille de Başbakan olacağım!” diye tutturmuş.
Memleketin karışık halini gören, insanların sıkıntılarını ve mutsuzluğunu bilen Dursun onu uyarmak istemiş:
“Yahu vaz geç bu başbakan olma hevesinden... Sen deli mi oldun?”
Temel ona ters ters bakmış:
“Deli olmak şart midur?”

GÜNÜN SÖZÜ

Başkalarını bilen
kimse bilgili, kendini
bilen kimse akıllıdır!
11tokmak130cm