Sevgili okurlarım,
Rejim değişikliğini öngören AKP-MHP yapımı anayasa değişikliği önerisi, TBMM’de yıldırım hızıyla görüşüldü ve 339 oyla kabul edildi. Türkiye’nin yönetim sistemini değiştiren ve yeni bir rejimi toplumun tümüne referandumla kabul ettirmeyi amaçlayan gelişmenin en sakat tarafı, ülke genelinde sağlanmış bir uzlaşmaya ve görüş birliğine dayanmaması!.. Oysa tüm demokratik ülkelerde anayasaların başta gelen özelliği, toplumsal uzlaşma belgeleri olmalarıdır. Ayrıca yasayla ilgili görüşmelerin OHAL baskısı altında yapılması, tartışmaların Meclis TV kanalından yayımının önlenerek halktan gizlenmesi, AKP milletvekilleri ile bazı bakanların Anayasa hükümlerini ihlal ederek açık oy kullanmaları ve bunu parti yöneticilerine gösterip yaranma gayreti içine girmeleri, değişiklik önerisinin meşruiyetine gölge düşürdü...

20

Bu konuda zihinlerimize takılan soruları, tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli büyükelçi Sayın Şükrü Elekdağ’a yönelttim.
Kendisine ilk olarak “Anayasa değişikliğiyle ne yapılmak isteniyor” diye sordum.
İşte sorular ve cevaplar:

DESPOTİK TEK ADAM REJİMİ GETİRİLMEK İSTENİYOR!..

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Yapılmak istenen, laik, demokratik, parlamenter cumhuriyet rejiminin yerine, “Cumhurbaşkanlığı sistemi” adıyla mutlak ve sınırsız yetkilere sahip tek bir adamın hükmedeceği diktatoryal bir yapı getirmektir!.. Bu ifademi açarsam; öneri gereğince yürütme, yargı ve yasama erkleri bir araya getirilerek bir “kuvvetler birliği” düzeni oluşturuluyor ve bu mutlak güç, Cumhurbaşkanı’nın eline veriliyor. Cumhurbaşkanı’na yüksek yargının üyelerini belirleme yetkisi sağlanarak, kendisine bağlı bir yargı yapısı oluşturuluyor. Devletin kurum ve kuruluşlarının yöneticilerini seçme hakkına sahip olan Cumhurbaşkanı, böylece tüm bürokratik sistemi kontrol edecek konuma getiriliyor. En önemlisi de gensoru ve Meclis soruşturması yöntemleri askıya alınmak suretiyle Cumhurbaşkanı tüm denetimlerden muaf kılınıp, TBMM bir “danışma organı” düzeyine indirgeniyor. Böylece Meclis işlevsiz hale düşürülüyor... Ve bu suretle egemenlik ulusun elinden alınıp, mutlak gücü şahsında toplayan “tek adama” veriliyor. Bunlar yetmezmiş gibi Cumhurbaşkanı, partisinin genel başkanı olabiliyor ve Meclis’i feshetme yetkisini de elinde bulunduruyor!.. Bu konumuyla Cumhurbaşkanı, partisinin Meclis’teki oluşumunu şekillendiren, fesih yetkisiyle de Meclis üzerinde tahakküm kuran bir güç oluyor. Yani anlayacağınız, kurulmak istenen despotik bir tek adam rejimidir!
UĞUR DÜNDAR: Ama Başbakan Binali Yıldırım, yeni sistemin yasama ve yürütmeyi güçlendirip, yargıyı bağımsızlaştırdığını öne sürüyor...

YETKİLERİ GASP EDİLEN GAZİ MECLİS KÖTÜRÜM EDİLİYOR

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Başbakan göz göre göre gerçekleri çarpıtıyor!.. Çünkü biraz önce belirtmiş olduğum gibi, Meclis’in yetkileri gasp edilip Cumhurbaşkanı’na veriliyor. TBMM’nin yasa çıkarma işlemlerinin Cumhurbaşkanı kararnameleri ile ifa edilebileceği bir sistem oluşturularak “Gazi Meclis” kötürüm hale dönüştürülüyor!..
UĞUR DÜNDAR: Yargının bağımsızlaştırıldığı iddiasına gelirsek...
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Başbakan’ın bu iddiası da tamamen gerçek dışı!.. Çünkü söz konusu yasa ile Cumhurbaşkanı’nın kuklası bir Anayasa Mahkemesi ve kukla bir Hakimler ve Savcılar Kurulu kuruluyor!.. Bakınız, Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’sini Cumhurbaşkanı atıyor. Geri kalan 3 üye de, yine Meclis’teki iktidar çoğunluğu tarafından seçiliyor. Bu şekilde oluşan bir Anayasa Mahkemesi, gerek kanunları denetleme sorumluluğunu yerine getirirken, gerekse Yüce Divan olarak Cumhurbaşkanı’nı, yardımcılarını ve bakanları yargılarken Cumhurbaşkanı’nın emirlerini aynen uygulayacak bir kukladan başka bir şey olabilir mi? Hakimler ve Savcılar Kurulu’na gelince... Bu kurulun 13 üyesinden 6’sını Cumhurbaşkanı seçecek, geri kalan 7 üye ise Meclis tarafından belirlenecek. Ancak, iktidar partisinin Meclis’teki çoğunluğu dikkate alınırsa bu 7 üyenin de aynı partili olacağı besbelli!.. Yani bu durumda, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun da Cumhurbaşkanı’nın görüşüne göre şekilleneceği kesin... Bunlara ilaveten, yürütmenin eylemlerini ve işlerini denetleyecek. Danıştay’ın 90 üyesinden dörtte birini, Yargıtay Başsavcısı ve Başsavcı vekilini seçmek, Cumhurbaşkanı’nın yetkileri arasında! Yargıtay üyelerini de Cumhurbaşkanı’nın oluşturduğu Hakimler ve Savcılar Kurulu belirleyecek! Bu şekilde oluşturulan bir yargının bağımsızlığından bahsedilebilir mi? Böyle bir yargıdan adalet beklenebilir mi?

UĞUR DÜNDAR: Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Prof. Numan Kurtulmuş halkımızdan “Cumhurbaşkanlığı sistemini” getirecek yasaya “evet” oyu kullanmalarını isterken, terör örgütlerine karşı daha etkili bir savaş verilerek terörün sindirileceğini belirtti. Ayrıca “hayır” oyu verenlerin terörü destekler konuma düşeceklerini söyledi!.. “Evet” oyu için ileri sürülen bir başka gerekçe ise Cumhurbaşkanlığı sisteminin ülkeye istikrar getireceği... Bu görüşleri nasıl buluyorsunuz?..

MİLLİ BİRLİK VE DAYANIŞMAYI GÜÇLENDİRMEK GEREKİYOR

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Numan Bey’in ifadeleri akla ve mantığa ters düşüyor!.. Çünkü terörle mücadele için alınacak tüm önlemleri heyecanla destekleyen Türkiye sevdalısı bir halkımız var. Ayrıca Gazi Meclis, iktidarın bu amaçla önereceği hukuki düzenlemeleri desteklemeye hazır... Yani terörle etkili mücadele için ucube Cumhurbaşkanlığı sistemine kesinlikle ihtiyaç yok!.. Buna mukabil, milleti temsil eden Cumhurbaşkanı’nı bir siyasi partiyi temsil eder hale getirmenin, milleti bölücü, ayrıştırıcı sonuçlar yaratması kaçınılmazdır. Ülkemizin yoğun ve yıkıcı terörist saldırılarla boğuştuğu bir dönemde, tehdide etkili biçimde karşı koyabilmek için milli birlik ve dayanışmamızı güçlendirmeye büyük ihtiyacımız var. Oysa milleti temsil eden Cumhurbaşkanı’nı bir siyasi partiyi temsil eder duruma getirmek, milleti resmen ve fiilen bölmek, milli birlik ve dayanışmayı dinamitlemek demektir. Bu şekilde hareketin de istikrar değil bilakis istikrarsızlık yaracağı açıktır.
UĞUR DÜNDAR: Başbakan Binali Yıldırım’ın “Meclis egemenliğini yıkıp halkın egemenliğini kuruyoruz. Doğrudan demokrasiyi kuruyoruz” demesini nasıl yorumluyorsunuz?

MİLLET EGEMENLİĞİNİ SARAYA GÖTÜRMEYE HAKLARI YOK

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Bunlar anlamsız sözler!.. Doğrudan demokrasi, devlet yönetimine ilişkin kararların meydanlarda toplanan halk tarafından alındığı antik Yunan döneminde şehir devletlerinde uygulanan yönetim tarzıdır. Halen bazı İsviçre kantonlarında da uygulanıyor. Böyle bir sistem Türkiye’de uygulanabilir mi? Sayın Yıldırım, acaba Saray’da periyodik olarak yapılan muhtar toplantılarının böyle bir fonksiyonu olduğunu mu düşünüyor?.. Oysa, TBMM’de tecessüm eden millet egemenliğini buradan alıp saraya götürmeye kimsenin hakkı yok!.. Daha önce de ifade ettiğim gibi, referandumla yapılmak istenen devleti, ülkeyi ve insanların hak ve özgürlüklerini sınırsız ve denetimsiz yetkilerle donatılan “tek bir kişiye” teslim etme girişimidir. Bakınız, kuvvetler ayrılığı fikrini bugünkü anlamıyla ilk defa ortaya atan Montesquieu ne diyor: “Bir kuvvet, karşısında kendi cinsinden başka bir kuvvete rastlamadıkça dolu dizgin gider. Zira ezeli bir tecrübe ile sabittir ki, kuvvet sahibi herkes, bunu kötüye kullanmaya meyledebilir ve kuvvetine hudut buluncaya kadar gider! Fazilet bile sınırlanmaya muhtaçtır!..” Montesquieu’nun bu fikri, 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nde “Herhangi bir cemiyette vatandaş hakları teminata bağlanmamış ve kuvvetler ayrılığı sağlanmamışsa, o devletin anayasası yoktur” şeklinde ifade edilmiştir.

Denetlenemeyen, hesap vermeyen lider hegemonyası yaratılıyor


UĞUR DÜNDAR: Bu söyledikleriniz çok etkileyici olduğu gibi, çok da düşündürücü!..
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Buraya kadar söylediklerimi toparlarsam; tarihsel deneyim kuvvetler ayrılığıyla devlet gücünü sınırlandırmayan rejimlerin diktaya, despotizme ve keyfi yönetime dönüşmesinin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Referandumla Türk halkına dayatılmak istenen yönetim sistemi, üç kuvveti de elinde toplayacak, denetlenmeyecek ve kimseye hesap vermeyecek bir lider hegemonyası yaratacaktır. Örneğin, mezhep takıntılı dinci kimlik politikası izleyen böyle bir liderin yönetiminde Türkiye, hak ve özgürlüklerden geri kalanların da hiçbir güvencesinin bulunmadığı; içi boşaltılacak laik, demokratik cumhuriyetin yerini otokratik ve teokratik bir yapının alacağı; ulus bilincinin yok sayılacağı; tarikat ve cemaatlerin öne çıkacağı; gerici bir eğitimim kök salacağı karanlık bir döneme girecektir. Karşılaştığı iç ve dış tehditler dikkate alınırsa, böyle çağ dışı bir rejimle yönetilen Türkiye’nin onurlu bir devlet olarak bağımsızlığını, milli birlik ve
bütünlüğünü koruyamayacağı açıktır. Referandumda “evet” diyeceklerin Türkiye’yi ve kendilerini böyle bir kadere mahkûm ettiklerini bilmeleri gerekir!..