Mollalar demokrasi getirecekti.
Özgürlük sözü verdiler.
Eşitlik diyorlardı.
İranlı solcular, liberaller, demokratlar, milliyetçiler milyonlarca insandık.
Mollalara inandık.
Demokrasi gelecekti.
Fikirler özgürce söylenecek.
Kimse tutuklanmayacak.
İşkenceler kalkacaktı.
Kadınlara eşit haklar verilecek.
Herkes gönlünce giyinecekti.
Şah devrilecek.
Mollalar, camiye dönecek.
Din siyasete karışmayacak.
Din siyasetin aracı olmayacaktı.
Bize böyle olacağını inandırdılar.

* * *

Yanıldık.
Ezberlere sarıldık.
Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip durduk. Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran’ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı.
Sansür, yasak yoktu.
İstediğimiz gibi bağırıyorduk.
Fakat mitingde dikkatimi çeken; öldürülen solcuların ve  Musaddık’ın (petrolü millileştirdiği için CIA marifetiyle yapılan bir darbeyle devrilen liberal Başbakan) resimlerini kim taşıyorsa mollalar, bu mitingde onları dövüyordu.
Pek üzerinde durmadık.
Günler ilerledi.
Gazetede bir haber okuduk.
Genç mollalar mahkeme kuruyorlar, suçlu bulduklarını 35 kamçı-45 kamçı-55 kamçı cezasına çarptırıyorlardı.
“Üç beş kişinin işi” dedik.
Şarap fabrikaları kapatıldı.
Sinemalar basıldı.
Kadın ile erkeklerin yan yana yüzmeleri yasaklandı. Kız ve erkek çocukların aynı okulda okumaları, birlikte spor yapmaları da men edildi. Kadınlara örtünme mecburiyeti getirildi.

* * *

Üzülüyorduk.
Ama üzerinde durmuyorduk.
Bizim için önemli olan İran’ın emperyalizme karşı verdiği bağımsızlık savaşıydı. Kadının örtünmesi, kızların erkeklerden daha aşağıda bir yere konması ikincil çelişkilerdi.
Başörtüsüz kadınlar dövüldü.
Kitabevleri ateşe verildi.
Mollalar terör estiriyordu.
Şiraz’da “İslam Mahkemesi” kuruldu; “Bu fahişedir... Bu eşcinseldir...” kararı verilip, kurşuna dizildi.  Sesleri ve görüntüleri erkekleri tahrik ediyor diye kadın spikerler televizyondan kovuldu. Kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü.  Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen koymaları yasaklandı. Kamu dairelerinde çalışan kadınlara tesettür mecburiyeti getirildi.
Hiçbirini görmüyorduk.
Demokrasiye geçeceğiz.
Bunlar onun sancıları diyorduk.

* * *

Mollaların en iyi bildiği “siyasi strateji” kurmaktı. İşlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.
Referandum yapacağız dediler.
Halka, “İslam cumhuriyetini istiyor musunuz? İstemiyor musunuz?” diye soracaklardı.
Kuşkusuz bir oyundu.
Halkın yüzde 65’inin okur yazar olmadığı bir ülkede kim “İslam cumhuriyeti nedir, laik demokratik cumhuriyet nedir?” nerden, nasıl, aralarındaki farkı, bilecekti. “İslam’a evet mi, hayır mı” diye propaganda yapıldı.
Sonuç:
“Evet” diyen: 20 milyon.
“Hayır” diyen sadece 140 bin.
Mollalar, televizyonu, basını ele geçirdiler,  saldırganlaştılar, tek bir muhalefet sesine bile izin vermez güce ulaştılar. Tirajı 1 milyon olan liberal “Ayendegan Gazetesi”ni kapattılar. “Keyhan Gazetesi’nin muhalif kalemlerini gazeteden attırdılar. Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da, zamanla mollaların hedefi oldu. Şah döneminden daha çok insan  cezaevlerine kondu, idam edildi.  Milyonlarca İranlı canını  kurtarmak için yurt dışına kaçtı. Onlardan biri de benim. İranlı gazeteci Behram Nirumand.
OKURA NOT:

Gazeteci Behram Nirumand’ın  “İran” ve “İran’da Soluyor Çiçekler” adlı kitapları Türkçeye çevrildi. Yukardaki metni Soner Yalçın, daha önce köşesinde yayınladı. Şu günlerde bir kez daha okunsun diye ben de kısaltarak köşeme taşıdım.
İran’a bak!
Gör halini!