SEVGİLİ okuyucularım, bu iddialı sözüm konusunda en ufak bir kuşkunuz olmasın:
Uğur Mumcu Türkiye’ye gelmiş geçmiş en büyük gazeteci idi.
Okuyan, araştıran, kalemi çok güçlü, hem de konuşma yeteneği olan Atatürkçü bir gazeteci... Aynı zamanda hukukçu.
Karlı bir Ankara günü... 24 Ocak 1993’te evinin önünde duran arabasını çalıştırmak için kapısını açtığında patlama oldu.
Onun metrelerce öteye savrulmuş cesedini olaydan yarım saat sonra karların içinde görünce şok olmuştum.
Gerçek katiller bugüne kadar bulunmadı. Birileri yargılandı ve göstermelik hapis cezası aldı ama onlar katil falan değil. Tamamen göz boyamaca yapıldı.
Aradan 20 yıl geçti, sonuç yok. Her kafadan bir ses çıkmaya devam ediyor. Bundan sonra da hiçbir gelişme olmayacak.
* * *
Uğur’un yakın arkadaşı ve dostu olmakla her zaman onur duydum. Dostluğumuz taaa lise
yıllarından, Ankara Bahçelievler’de başladı. İkimiz de aynı semtin çocuklarıydık, çok sayıda ortak arkadaşımız vardı. Uğur Deneme Lisesi’nde, ben Ankara Koleji’nde okuyordum.
Hemen her gün akşam saatlerinde ve tatil günlerinde pazar durağındaki köşemizde buluşur, kızlara tatlı tatlı laf atar, gırgırımızı geçer, üstelik lise çağı bilgilerimizle siyasi tartışmalar yapardık.
Üniversite yılları geldi, Uğur Ankara’da Hukuk Fakültesi’ne başladı, ben ODTÜ’ye...
Köşe buluşmalarımızı hiç aksatmadık. Artık siyasi tartışmalarımız da daha bilinçliydi.
Okullar bitti, evlendik, dostluğumuz yine aksamadı.
Müsteşar Turgut Özal beni Devlet Planlama Teşkilatı’ndan kovmuştu. Danıştay’da dava açtık, avukatım Uğur Mumcu idi... Ve davayı kazandık ama kararı uygulamadılar!
* * *
Birkaç anımı anlatayım... Yıl 1991. Başımızda ANAP var. Seçimler yapıldı. DYP ile SHP, 450 milletvekilliğinden 266‘sını kazandı. DYP‘nin başında Demirel, SHP’nin başında Erdal İnönü var. Düşman kardeşler bir araya gelseler ANAP iktidarı devrilecek ama gelmiyorlar ki!..
Uğur Cumhuriyet’te, ben Hürriyet’te yazıyorum.
Uğur’la konuştuk, bunları bir araya getirip hükümet kurdurmaya karar verdik.
DYP‘nin ikinci adamı Hüsamettin Cindoruk benim halamın oğlu. SHP’nin ikinci adamı
Hikmet Çetin ise abimiz, büyüğümüz.
Her ikisine de ayrı ayrı ortam yoklaması yaptık, işin olumlu sonuçlanmasının mümkün olabileceğini gördük...
Ve bir gece eşlerimizle birlikte bizim evde bir araya geldik. Biz Uğur’la Cindoruk ve Çetin’i bir köşeye çektik ve birkaç saat süren “İkna seansı” başladı! Sonuç olumluydu. Her iki siyasetçi liderlerine danışacaktı. Ertesi gün liderlerden de olumlu yanıt geldi.
DYP-SHP koalisyonunun kuruluşunu bizim evde Uğur Mumcu ile gerçekleştirdik. ANAP iktidarına böylece son verilmiş oldu.
* * *
Ölümünden iki hafta önceydi. Bir gece beş gazeteci arkadaş Ankara’da RV Restoran’da
buluştuk, siyasi olayları tartıştık, meslek açısından birbirimize destek olmaya karar verdik.
Melih Aşık, Bekir Coşkun, rahmetli Teoman Erel, Uğur ve ben.
Sürekli tehdit altında yaşayan Uğur’un belinde tabanca...
“Ulan Uğur, bir saldırı olsa sen bu tabancayı nasıl çekip de ateş edeceksin!.. O zamana kadar herifler 100 kilometre kaçmış olur!..”
Gülüştük...
Bizim ev yol üzerinde, dönüşte beni Uğur o meşhur, bombalanan arabasıyla bıraktı... Terör
olayları doruk noktasında. Önüne gelen öldürülüyor...
“Yaaa Uğur” dedim, “Bu herifler şimdi bizi izlemiş olsalar, arabanın içinde ikimizi de kıstırıp öldürseler ne kadar mutlu olurlar...”
Yine gülüştük...
O gece beni eve bırakırken, Uğur’u son kez gördüğümü nereden bilecektim.
* * *
Son konuşmamız ölümünden tam iki gün önce oldu. Saygı Öztürk’te İsmet Paşa‘nın 1935
yılında hazırlatmış olduğu bir Kürt raporu vardı. Beni arayıp Saygı’dan o raporun bir fotokopisini istememi rica etti. Raporu aldım, Uğur’u aradım:
- “Gasteci kardeşim, benden sen mi aldırırsın, yoksa ben mi göndereyim?”
- “Ben aldırırım gasteci kardeşim! Şimdi sana gazeteden araç gönderiyorum. Çok sağol.”
Nereden bilecektim sesini de son kez o konuşmamızda duyduğumu!
* * *
Evet, Uğur Mumcu Türkiye’ye gelmiş geçmiş en iyi gazeteci idi.
Döneklerin, kıçı başı sağdan sola, soldan sağa oynayanların, liboşların, hırsızların, vurguncuların, hortumcuların, yalakaların bir numaralı korkulu rüyası idi.
Hep düşünürüm ve derim ki “Uğur keşke şimdi yaşıyor olsaydı... Keşke bu iktidara karşı yazılar da yazsaydı... Keşke aramızdaki dayanışma sürseydi, birbirimize yine güç verseydik...”
Ama olmadı.
Bana ve hukuk fakültesinden sınıf arkadaşı olan eşim Tansel Çölaşan’a imzaladığı kitapları, en güzel somut anılar olarak evimizde duruyor.
Ölümünün 20. yılında sevgili arkadaşım, dostum Uğur Mumcu’ya Allah’tan rahmet diliyorum. Ülkemizin ve satılık medyanın bu yozlaşmış ortamında onu çok arıyorum.
Huzur içinde uyusun.