Bir yalanın anatomisi

Geçtiğimiz hafta Columbia Üniversitesi’nin gazetecilik fakültesi 12 bin kelimelik bir rapor yayımlayarak Rolling Stone dergisinin yayımladığı bir haberi analiz etti. University of Virginia kampüsünde tecavüze uğradığını iddia eden “Jackie” isimli bir öğrencinin yaşadıklarını dergi sayfalarına aktarmıştı.
Oysa kısa süre sonra ortaya çıktı ki Jackie hemen hemen her şeyi uydurmuş, dergiyi tufaya düşmüştü. Dahası, dergi güya mağduru korumak adına karşı tarafa sormamış, tecavüz ettiği iddia edilen gençlerle görüşmemişti.
Haber yalan çıktı.
Hatırlıyorsunuz değil mi Kabataş’ta saldırıya uğradığı iddia edilen kadının açıklamalarına inanan gazeteciler de “Beyan esastır” demişti. Oysa değil işte, her zaman beyan esas olmuyor.
Columbia Üniversitesi’nin raporunda derginin bu tarihi hatasının çok basit bir şekilde önlenebileceği belirtiliyor. Rolling Stone’un neden bu hatayı yaptığı da özetleniyor: Çünkü dergi ve haberi hazırlayan muhabir gerçekleri değil, haberi kendi kafasındaki ‘hikayeye’ (narrative) uydurmuştu.
Dergi gerçekten “Jackie”nin anlattığı çarpıcı detayların doğru olmasını umuyordu, çünkü dikkat çekecek bir hikayeydi. Bu yüzden de başka tecavüz mağdurlarının hikayeleri yerine, hiç sorgulamadan “Jackie”nin anlattıklarını basmıştı. İyi hikaye uğruna.
Gazeteciliğin en büyük tuzağı muhabirin kafasındaki hipoteze yenilmesi, bunun aksini ispat etmek yerine gazetecinin kafasında kurduğu hikayeye teslim olması.
Kabataş bu yalanın sonucuydu: Geziciler’in üstü çıplak saldırgan olmalarını, camide içki içmiş olmalarını içtenlikle diliyordu hükümet medyası.
Ama özünde bir hükümet medyası problemi değil bu, kötü gazetecilik sorunu.
Amerika’da Rolling Stone skandalı masaya yatırılırken Türkiye’de de yine bir başka gazetecilik skandalı yaşandı ve üstü örtüldü. Üstelik bu sefer haber hükümet medyasından değil, bizzat muhalif basından, hatta CHP milletvekili olmaya hazırlanan bir gazeteciden geldi.
CHP milletvekili adayı Barış Yarkadaş CHP’nin Halk TV’sine çıkarak Egemen Bağış’ın Türk Hava Yolları’nın TK 1986 sefer sayılı uçağıyla Londra’ya “giderken” bavulda yüksek parayla yakalandığını iddia etti. Yalanlama karşısında da ısrar edip meydan okudu.
Oysa basit bir Google araştırması TK 1986’nın Londra’ya GİDEN uçağın değil, Londra’dan İstanbul’a DÖNEN uçağın sefer sayısı olduğunu gösteriyor. Bu durumda Egemen Bağış’ın bavulla para kaçırdığı iddiası da yerle bir oluyor. Zaten doğrulaması zor bir iddia ama şayet bavulda para varsa bile para Londra’ya kaçmıyor, Türkiye’ye getiriliyordu. Nitekim, hükümete savaş açan gazetelerden Taraf bile birkaç bin pound karşılığında Türk lirasının Bağış’ın el bagajında fark ediliğini ve hiçbir işlem yapılmadığını yazmış. Tekrar ediyorum: Türkiye’ye dönerken.
17 Aralık’ta Egemen Bağış’ın tapeleri ortaya döküldü; Rıza Sarraf’la ilişkileri, çikolata kutuları, Vakko falan derken nasıl biri olduğunu az-çok anladık hepimiz. Bu karakterin altyapısı para kaçırma anlatımına uygundu. Mesela aynı şey Bülent Arınç veya Cemil Çiçek için söylense kimse ciddiye almazdı, ama Egemen Bağış söz konusu olunca inandırıcı oldu.
Daha doğrusu herkes bunun doğru olduğuna inanmak istedi. Çünkü, itiraf edelim, hepimiz Egemen Bağış’tan nefret ediyoruz ve bir an önce hayatımızdan çıkıp gitmesini istiyoruz.
Oysa ortada çok ciddi bir problem var: Gazeteci gerçeğe bağlılığını bayağı ihmal etmiş, kafasındaki hikayeye yenilmiş. Dahası, bizi temsil etmesi için Meclis’e yolluyoruz bu kişiyi. Ben işte bunu kabullenemiyorum.

Strateji mi gaza gelmek mi?

Bir mağdur olarak Savcı Sayan
Televizyon programcılığını bir sirke dönüştürme işini Savaş Ay ve Reha Muhtar başlatmıştı Türkiye’de. Her hafta programa birbirinden grotesk konuklar alır, onlar saçmaladıkça rating toplarlardı.
Mirgün Cabas da belli ki bu niyetle Savcı Sayan’ı programa çıkarmış. Sayan acınası bir karakter, zaten ağzını açtığında kendisini rezil edeceği belli. Acınası biri ama aptal değil. Ne amaçla çağrıldığını biliyor; onun da bir egosu var tabii, karşı saldırıya geçecek.
Nitekim geçti de... Aydın Doğan medyasını CHP’nin sözcüsü olmakla suçladı... Mirgün Cabas’ın sonradan özür dilemek zorunda bırakıldığı saçma sapan bir tweet’i gündeme getirdi.
Cabas herhalde o an işten atılma korkusu yaşayıp patronuna saldıran Sayan’a karşı saldırıya geçti. Sonra da son derece faşizan bir tavırla Sayan’ı yayından aldı. Başta Erdoğan’ın danışmanı Mustafa Varank olmak üzere AKP’liler de “İşte sizin basın özgürlüğünden anladığınız bu” diye yazmaya başladı.
Kısacası, durduk yere, grotesk bir karakter yüzünden Doğan Medyası’nı bir kez daha hedefe oturttu, sansürcü konumuna getirdi Cabas.
Oysa bıraksa, Sayan saçmalayacak ve kendisini rezil edecekti. Ya da mücadele edemiyorsa yayına hiç çağırmayacaktı. Sonuçta malzeme belli, Savcı Sayan nezaketiyle tanınan biri değil.
Sayan’ın “Siz CHP medyasısınız” iddiasına karşı “Biz bir platformuz, bizde herkes program yapıyor, nitekim en çok Abdülkadir Selvi ve Akif Beki ekrana çıkıyor” diyebilirdi.
Dahası, programa aldığın kimseyi böyle kabaca ‘Güç bende’ diyerek yayından alamazsın. Kim olursa olsun söz hakkını elinden almak gazetecilik değildir. Bu nefret edilesi Savcı Sayan olsa bile...
Hatırlayın, Uğur Dündar’ın yönettiği Kemal Kılıçdaroğlu-Melih Gökçek düellosunu. Herhalde Gökçek kadar kontrolsüz, susturulamaz bir karakter daha yoktur. Ama serinkanlı Kılıçdaroğlu nasıl bilgiyle ezip susturmuştu, nasıl kazanmıştı o round’u.
Cabas da serinkanlılığını korusa, bilgiyle, yorumla dövse kazanacak, üste çıkacaktı. Oysa twitter tribünlerine oynamayı tercih etti. Stratejik düşünmeden bir de patronunu, grubunu zora soktu, bir kez daha iktidarın hedefi haline getirdi.
Medyanın bize tahammüllü yok, bizi konuşturmuyorlar diye mağdura yatarsa AKP’liler kim itiraz edebilir şimdi? Ellerinde örnek var.

Arşiv unutmaz

LGBT hakları kime emanet?
Rah­met­li ar­ka­da­şım Ba­ki Ko­şar bir ge­ce ka­ça­ma­ğı yap­mak için Tak­sim mey­da­nın­da genç bir er­kek­le bu­luş­muş, ar­dın­dan so­yul­muş­tu. Her­hal­de 10 yı­lı bu­lu­yor bu ola­yın geç­mi­şi, da­ha son­ra Ba­ki­’yi vah­şi bir ci­na­yet­te kay­bet­tik. As­lın­da onun için dü­şüş bu so­yul­ma ola­yıy­la baş­la­dı.
Ka­ri­ye­ri­nin zir­ve­sin­dey­di. Ki­tap­lar ya­zı­yor, te­le­viz­yon­da prog­ram­lar ya­pı­yor, ken­din­ce bir şöh­ret edin­miş, ta­dı­nı çı­ka­rı­yor­du. “Bir Ba­ki Ko­şar ha­be­ri­” CNN Tür­k’­te slo­gan ol­ma­ya baş­la­mış­tı.
Or­ta­dan kay­bol­du Ba­ki bu so­yul­ma ola­yı­nın ar­dın­dan. Bir­kaç gün işe gel­me­di. Yok­lu­ğu için de bir ba­ha­ne uy­dur­du. So­kak­tan bi­ri­ni bul­dum, be­ni soy­du de­me­di... Di­ye­me­di...
Bel­ki de utan­dı...
“O­ku­yu­cu­” ro­ma­nı­nın bir bö­lü­mün­de Bern­hard Schlink “Dü­şün ki bir in­san bi­le­rek fe­la­ke­te sü­rük­lü­yor ken­di­si­ni ve sen onu kur­ta­ra­bi­lir­sin -  kur­ta­rır mıy­dın?” di­ye so­ru­yor. “Bir mah­ke­me dü­şün ki sa­nık so­lak olu­ğu­nu ve bu yüz­den sağ el­le iş­le­nen ci­na­ye­ti ken­di­si­nin iş­le­miş ola­ma­ya­ca­ğı­nı açık­la­ma­dı­ğı tak­dir­de mah­kum ola­cak; ama so­lak ol­mak­tan utan­dı­ğı için bu­nu yap­mı­yor. Bu­nu sen açık­lar mıy­dın ha­ki­me? Sa­nı­ğın eş­cin­sel ol­du­ğu­nu ve su­çun bir eş­cin­sel ta­ra­fın­dan iş­len­miş ola­ma­ya­ca­ğı­nı dü­şün, ama sa­nık eş­cin­sel ol­mak­tan uta­nı­yor. So­run so­lak ya da eş­cin­sel ol­ma­nın uta­nı­la­cak bir şey olup ol­ma­dı­ğı de­ğil - yal­nız­ca sa­nı­ğın utan­dı­ğı­nı dü­şün.”
Sa­de­ce Ba­ki­’nin utan­dı­ğı­nı dü­şü­nün iş­te.
CNN Türk onu iş­ten at­tı. Ba­şı­na ge­len bu olay­dan son­ra. Ba­ki­’nin ça­lış­tı­ğı ha­ber mer­ke­zi­nin ba­şın­da Çiğ­dem Anad var­dı, şim­di o da mil­let­ve­ki­li ola­cak CHP’­den. “Ba­ki ya­lan söy­le­di­ği için iş­ten at­tı­k” de­miş­ti.
LGBT hak­la­rı­nı can­la baş­la sa­vu­nan Mel­da Onur gi­di­yor, ye­ri­ne eş­cin­sel bir ga­ze­te­ci­yi iş­ten atan Çiğ­dem Anad ge­li­yor. Evet, her alan­da iler­li­yor Tür­ki­ye.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.