Dolar hız kesmiyor; sürekli yükseliyor. Herkes doları konuşuyor. Çünkü sadece devletin cari açığı artmadı; kurumların, ailelerin bütçeleri de altüst oldu. Herkes zararını kapatma muhasebesi yapıyor; peki asıl nedeni niçin konuşmuyoruz. Osmanlı aynı süreci yaşamadı mı; tüm olanlar bir dejavu mu? 1838’deki bir tarihi anlaşma temel nedeni ortaya koyuyor...
Politikacı Abdüllatif Şener aynı zamanda iyi bir akademisyen.
İmzalayıp gönderdiği “Osmanlı Maliyesinin Şeffaflaşması” kitabı, tarihçilerin pek ilgi göstermediği Osmanlı bütçelerini araştıran nitelikli eser. Prof. Dr. Şener bu çalışmasında Osmanlı ekonomisine ilişkin eşsiz bilgiler veriyor.
Osmanlı maliyesinin şeffaflaşması Batı baskısıyla oldu; Osmanlı dış borçlanmaya başladıktan sonra borç veren ülkeler alacaklarının hangi düzeyde risk altında olup olmadığını anlayabilmek için baskı yapmaya başladı.
Borçlanmayı sürdürmeyi düşünen Osmanlı ilk kez, 1860’ta bütçesini Ceride-i Havadis gazetesinde yayınladı! En kapsamlı olan 1863 bütçesini ise kitap halinde bastırdı.
Prof. Dr. Şener çalışmasına, “Tanzimat döneminden itibaren mali kurumların nasıl bir dönüşüm yaşadığı” sorusuyla başlamıştı.
Araya siyaset dolu günler girdiği için 1981’de başladığı bu çalışmasını 2008’de bitirdi ve sonuçta ortaya değerli bir çalışma çıkardı. Ve...
“Osmanlı Maliyesinin Şeffaflaşması” beni bir başka değerli isim ve eser ile tanıştırdı...
Niye Tanzimat
Prof. Dr. Oktay Güvemli...
Türkiye’de “muhasebe tarihi” deyince akla gelen ilk isimlerden... Dünya Muhasebeciler Kongresi’ne defalarca katıldı. Dünya Muhasebe Tarihçileri Kongreleri’ne bildiriler sundu; oturum başkanlığı yaptı. Muhasebe ve Finans Tarihi Araştırmacıları Derneği’nin kurucusu ve başkanı. Muhasebe ve Finans Tarihi Araştırmaları Dergisi’nin genel yayın yönetmeni.
Mayıs 2014’te çıkan “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet Muhasebesi” kitabını imzalayıp gönderme inceliği gösterdi.
Hep yazarım; bizde iktisat temelli düşünce Marksizm’le özdeşleştirildiği için tarihe bu açıdan bakılmadı. Bu tür çalışma yapanlar hep tehlikeli görüldü; cezaevine bile atıldı. Ve itibarıyla bu yanımız eksik kaldı.
Osmanlı maliye tarihi/Osmanlı muhasebe tarihi hep ilgimi çekti. Fakat ne yazık ki bu konularda pek çalışma yok. Çünkü, yeterli belge de/doküman da yok.
Baksanıza...
İstanbul fethine kadar devlet muhasebesiyle ilgili kayıt bilgileri bugünlere kadar gelemediği için, Osmanlı’nın kuruluş dönemi boyunca devlet muhasebesi hakkında pek bilgi yok!
Tıpkı... Prof. Dr. Abdüllatif Şener’in Osmanlı bütçeleri üzerine yaptığı çalışma gibi, Prof. Dr. Oktay Güvemli’nin Osmanlı muhasebe kayıt kültüründeki araştırması da bir gerçeği ortaya çıkarıyor: Büyük değişim Tanzimat ile başladı.
Soru kaçınılmaz: Niye?
Soru aslında bugün dolar’ın neden bu derece artığını da gözler önüne seriyor!
Sterlin’in yükselişi
Osmanlı, İngilizler ile 1838’de ticaret anlaşması imzaladı. Aynı yıl diğer Avrupa devletleriyle de anlaşma yaptı. Böylece, “devletçi ekonomiyi” rafa kaldırma kararı aldı. Hemen gümrük vergilerini indirdi. Pazarını ucuz ithal mallar cenneti yaptı. İtibarıyla, ithal rekabetine dayanamayan yerli on binlerce küçük işletme iflas etti. Osmanlı’nın en verimli alanları yabancıların eline geçti.
Osmanlı -aynı bugün gibi- üretmeyen ancak çok tüketen bir ülke haline geldi.
Sonuçta; 1814’te bir İngiliz Sterlini 23 Osmanlı kuruşuna eşitti. 1839’da bir sterlin 104 kuruş oldu! Ardından dış borçlanmalar geldi... (Alınan borçların bir kısmı; Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi, Yıldız saraylarının yapımına harcandı.)
Osmanlı -aynı bugün olduğu gibi- borcunu borç alarak kapatmaya çalıştı.
Ve -hep göklere çıkarılan- 1839’daki Tanzimat Fermanı’nın sebebi; Batı’nın çıkarı için kurulan açık pazar düzeninin/kapitalizmin gerekli kıldığı idari, mali reformları hayata geçirmekti...
Prof. Dr. Şener ile Prof. Dr. Güvemli’nin aynı sonuca varmalarının sebebi buydu...
Paris’te 200 öğrenci
Batı, aç kurtlar gibi Osmanlı pazarına saldırdı. Fakat sorun vardı.
Osmanlı’nın...
1) Eğitilmiş, deneyimli teknik eleman ve fabrika idarecisi yoktu.
2) Doğru düzgün muhasebe düzeni hazır değildi.
Bu nedenle hemen Fransa’ya 200 öğrenci gönderildi. Bunlar Paris’te yüksek ticaret okullarında (Les Ecoles de Haute Commerce) eğitim aldı. Türkiye’ye döndüklerinde ilk iş olarak 1807 tarihli Napolyon’un Code de Commerce’nin bir bölümünü tercüme edip, Kanunname-i Ticaret adı ile 1850’de ilk ticaret kanununu yazmak oldu. Fakat yeni ticaret yasasında sıkıntı vardı; çünkü, Osmanlı ticaretinde şeriat hükümleri geçerliydi! Bu yasa, bu nedenle sadece yabancı kuruluşlar için (Osmanlı Bankası gibi) kullanıldı. Ayrıca...
Bu yasada çift yanlı kayıt yöntemine ait defterler tanıtılıyordu. Ama 1850’de çift yanlı kayıt yöntemini bilen; ne bir muhasebeci vardı, ne de bir işletme vardı... Ne yapılacaktı? Tabii ki... Osmanlı ticari-mali piyasasını sömürgeci Batı’nın istediği gibi düzenleyecekti...
“Merdiven” olmadı
Zamanla Tanzimat kararları yeterli olmadı. Devreye 1856’da Islahat Fermanı sokuldu. Batı ile ilişkiler geliştikçe baskı kaçınılmaz oldu. Bu baskılar 1880-1885 yılları arasında kümelenen bir girişim paketini gündeme getirdi. Örneğin...
Abbasi döneminde başlayan ve Osmanlı devlet muhasebesinde kullanılan merdiven muhasebe yöntemi yerine, kârı hesaplamaya elverişli çift yanlı kayıt yöntemine geçildi.
Düyun-u Umumiye’nin muhasebe anlayışını yenilenmeye zorlayan girişimi sonucu, çift yanlı kayıt yöntem okulların ders programlarına kondu!
Bu süreçte Fransız’dan kopyalayarak 9 kitap yazıldı. Bu kitap sayısı yüzyılın sonuna kadar 20’yi geçti. Ama yazarlar salt kopya ettikleri için sistemi tam anlamıyorlardı. Bu nedenle bu kitaplara bakarak uygulama yapmak yavaş gelişti.
Keza: Devlet, tüm kamu harcamalarını denetlemeye dönük, Maliye Nezareti’ne bağlı Heyet-i Teftişiye’yi kurdu. Bu kurum çok yavaş gelişti. Çünkü, ne denetleyenler nasıl denetim yapacağını biliyordu; ne de denetlenen nasıl denetim vereceğini biliyordu.
Pazar için gerekli bürokratlar sadece Avrupa’ya gönderilip yetiştirilemezdi. Bu nedenle -programı Fransız okullarından alınan- Hamidiye Ticaret Mektebi kuruldu. (Hamidiye adını, okul kurulsun diye iki bin altın veren II. Abdülhamit’ten aldı.)
Uzatmayayım... Sonuçta:
Tüm bu idari-mali düzenlemeler, kapitalizmin Osmanlı’ya giriş denemesiydi. Bunun sonucu iliğine kemiğine kadar sömürülen, borç bataklığındaki Osmanlı battı.
Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti, bu sömürü düzeninden büyük ders çıkardı. Tam bağımsızlık için; üretim ve sağlam bir bütçe şarttı.
Ve fakat yıllar sonra Türkiye tekrar 1838’deki anlaşmalar sürecine sokuldu. İşte “dolar’ın yükselişinin” nedeni bu tarihi gerçek.
“Üretmeden tüketen”
AKP için söylenen “Yeni Osmanlıcı” dedikleri bu olsa gerek...
Osmanlı ile Cumhuriyet farkı:
OSMANLI BANKASI-MERKEZ BANKASI
Bir ulu çınar; Cahit Kayra...
Bürokrat... Yönetici... Milletvekili... Bakan...
35 kitabı var.
98 yaşında ve üretmeye/yazmaya devam ediyor.
Üç ciltlik “Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü” kitabını mutlaka okumalısınız.
Eserin birinci cildi, “1923-1950 Devletçilik/Altın Yıllar” adını taşıyor ve beni en çok etkileyen sayfalar bu bölümde... Bugünlerde gündemden düşmeyen birini sizinle paylaşmak istiyorum. Konu, Merkez Bankası!
Cahit Kayra’nın öykü gibi anlattığı sayfalar şöyle:
“Handan Hanım soramadan edemedi, ‘Cumhuriyet kurulalı sekiz yıl oldu. Neden İş Bankası’nı kurduk da Merkez Bankası’nı kurmadık?’
-(Kocası Sudi Bey:) ‘Merkez Bankası düşüncesi İzmir’deki İktisat Kongresi’nde de konuşuldu. Peşinden hükümet harekete geçti.’
-(Handan Hanım:) ‘Ben de onu soruyorum. Harekete geçti de on yıl neden kurulamadı?’
-(Sudi Bey:) ‘Handan Merkez Bankası sıradan bir banka değil. Kurmak için uzmanlar getirildi. Ben bu işle epey ilgilendim. Önce bir Hollandalı getirttik. Adı, Vissering. Hollanda Merkez Bankası yönetiminde üye. O ‘yapılır’ dedi. Karl Müller diye bir Alman geldi. Almanya’nın o zamanki Merkez Bankası Başkanı Schacht gönderdi onu. Müller, ‘Sizde Merkez Bankası kurulamaz. Ekonomik koşullar ve ortam uygun değil’ dedi, gitti. Engelleme kokuyordu açıkçası. Bir başka uzman daha... İtalya’dan bir Merkez Bankacı... Kont Volpi... Sonra başkalarını da getirttik. İsviçre’den Leon Volf. Bizimkilerin hocası Charles Rist de geldi...
Sonuçta Rist bir rapor hazırladı. Rapor, merkez bankasının kurulmasına ihtiyaç duyulduğunu belirtmekle birlikte, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin merkez bankasının kurulması için gerekli şartları henüz sağlayamayacağını belirtiyordu.
Batı, Osmanlı’ya yaptığını şimdi Türkiye’ye yapmak istiyordu. Zaten 1929 yılında başta Times olmak üzere basında, “Türkiye borçlarını ödeyemeyecek, morotoryum ilan edecek” diye yalan haberler çıkıyordu. Ama genç Türkiye kararlıydı:
Merkez Bankası’nın kurulması için ilk başlarda Osmanlı Bankası’nın millileştirilmesi düşünülse de ülkenin ekonomik koşulları buna izin vermiyordu. Ardından, Türkiye İş Bankası’nın merkez bankasına dönüştürülmesi gündeme geldi. Ancak, merkez bankasının bağımsız olarak çalışması gerektiği görüşü ağırlık kazandı. Ve...
20 Eylül 1931 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 1715 sayılı Merkez Bankası Kanunu‘na paralel olarak Merkez Bankası 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete geçti.
Cahit Kayra kitabında, Sudi-Handan çiftinin oğlu Orhan ile (Rahşan Ecevit’in babası) Namık Zeki Aral’la sohbet ettiriyor. Mülkiye’de öğretmenlik yapan Namık Zeki Bey şöyle diyor:
“Ekonomiyi yönetme konusunda devletin iki enstrümanı vardır: Para Politikası-Maliye Politikası. Para politikasını merkez bankası yönetir. Para politikası demek, ekonomide dolaşan parayı, konjonktüre göre artırmak, azaltmak demektir. Ekonomiyi canlandırmak gerekiyorsa para miktarı artırılır, tersine talep çok fazla olursa azaltılır. Bu uygulamayı merkez bankası belirler. Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomileri bu konuda farklı idi. Osmanlı’da Merkez Bankası görevi imtiyaz (belli ölçüde borç alma) karşılığı bir yabancı bankaya verilmişti: Osmanlı Bankası.... Yani devletin para politikasını Osmanlı Bankası, bir yabancı banka, kendi amaçlarına göre yönetirdi ve bu yüzden tedavül hacmini kasasındaki altına göre her zaman kısıtlı tutardı.”
Cahit Kayra’nın kitabını okuyunuz, Cumhuriyet’e olan inancınız daha artacaktır. Ve... “Yeni Osmanlıcıların” aslında merkez bankası bağımsızlığını yok ederek bir yabancı banka olan Osmanlı Bankası‘nı kurmak istediğini anlarsınız.
Meraklısına Not: Fransız iktisatçı Thomas Piketty’in dünyada hayli ses getiren, “Yirmi Birinci Yüzyılda KAPİTAL” kitabının merkez bankasıyla ilgili bölümlerini okumanızı tavsiye ederim. Merkez Bankası’nın ekonomik krizi nasıl önleyip önlemediğini net olarak ortaya koyuyor. Kaçak Saray’daki bu sayfaları okuyup biraz susar mı acaba?