Herkes nefesini tuttu bekliyor; MHP, Tayyip Erdoğan’ı başkanlık koltuğuna oturtacak mı oturtmayacak mı?
Başbakan Yıldırım’ın “MHP’nin desteği ile başkanlık sistemini getiriyoruz” açıklaması beklentiyi çok yükseltti ama siyasettir bu belli olmaz.
Kişisel kanaatimi daha önce de belirtmiştim. Gerçi Bahçeli ve Yıldırım’ın son sözleri bu analizimi biraz zayıflatıyor.
Bana göre Bahçeli AKP’yi bir anlamda köşeye sıkıştırdı. Dedi ki “Kaç yıldır anayasa ve başkanlık sistemi diyorsun, ama ortaya bir taslak, bir metin koymadın, getir önümüze bir bakalım, belki destek veririm.”
İşin bu yönü gözden kaçırılıyor. Herkes MHP’nin 330’u sağlayıp sağlamayacağını tartışıyor.
Konuya siyasi açıdan bakalım;
MHP Başkanlık sisteminden yana mı?
Bahçeli parlamenter sistemden yana olduklarını söyledi.
Başkanlık sistemi MHP’nin işine yarıyor mu?
Yaramıyor. Hatta tam tersine böyle bir sistemde MHP’nin parti olarak hiç temsil edilmemesi bile mümkün.
O halde MHP neden kendini de yok edecek bir sisteme, üstelik hiç gerek yokken destek versin.
AKP ve yandaşları bunu “Bahçeli’nin memleket sevdası” olarak tercüme etmeye çalışıyor.
Bir savaş ve yıkım sonrası olsa anlarım kişiler kendilerini ve partilerini feda ederek yepyeni bir devletin kurulması için fedakârlık yapar, ama bunların hiçbiri yokken MHP neden “güya fedakârlık” adı altında kendini yok etsin?
O halde eğer olacaksa “bu desteğin altında başka bir şey olmalı” diye düşünmeden edemiyor insan.
İşte tam bu sırada MHP’ye yakınlığını bildiğim bir siyasetçi aradı.
MHP’nin son atağını konuştuk.
“Bak” dedi “Yeni anayasayı da başkanlık sistemini de boş ver, hiçbiri olmayacak, zaten mümkün de değil, ama yakın bir gelecekte AKP- MHP koalisyonu kurulursa şaşırma.”
Şaşırmaz olur muyum? “Nasıl olacak?” diye sordum.
“İddialı” biçimde anlattı.
Özeti şu; Erdoğan AKP milletvekilleri içinde FETÖ’cü pek çok kişinin olduğundan emin. Sayılarının en az 60 olduğu tahmin ediliyor. Eğer bir operasyon yapılır ve bu milletvekilleri tutuklanırsa AKP’nin Meclis’teki sayısal gücü tek başına iktidara yetmeyecek. Bunlar temizlemenin en kestirme yolu bir baskın seçim. Ancak seçim de tehlikeli. Güney sınırımız savaş halinde. Ekonomi berbat gidiyor. İç ve dış etkiler giderek güçleniyor. Böyle bir ortamda seçime gidilmesi halinde sadece “15 temmuz şehitleri ve kahramanlık” üzerinden propaganda yetersiz kalabilir. Ayrıca uzunca bir süre Ohal’den vazgeçmesi mümkün değil. Ohal varken de seçime gidilemez. Ama partideki FETÖ’cülerden de kurtulmak gerek. İşte MHP burada önem kazanıyor. Bahçeli Erdoğan’ın yönetimine karşı çıkmayacağına, söz dinleyeceğine, bunun karşılığında hükümete girmesine ikna edilir. AKP içindeki FETÖ’cü kim varsa büyük gürültülerle yapılacak operasyonlarla tasfiye edilir, 2017’ye kadar AKP-MHP koalisyon hükümeti devam eder, kozlar 2017’de paylaşılır.
Siyasetçi tanıdığıma “Bana zor geliyor” dedim.
“Evet öyle ama” dedi ve devam etti; “Sen saray ve başbakanla yapılan görüşmelerde ne konuşulduğunu sanıyorsun. Şu anda bakanlık sayısı için pazarlık yapılıyor. AKP 5 bakanlık sözü verdi. Bahçeli sayıyı artırmak istiyor. Bekle biraz daha göreceksin.”
BUNU YAZMAK GEREK
Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı Meclis Komisyonu’na artık gitmek zorunda
Meclis Darbeyi Araştırma Komisyonu her gün darbe günü ile ilgili birilerini dinliyor. Komisyonun sorularına verilen cevaplardan bizler de her gün yeni bazı gerçekleri öğrenme şansı buluyoruz.
Ancak!
O geceyle ilgili zihinlerde oluşan yüzlerce şüphe henüz giderilmedi.
Hatta bazı açıklamalar, itiraflar, ortaya çıkan belgeler nedeniyle bu şüpheler daha da artıyor.
Meclis Araştırma Komisyonu, daha önce Fethullah Gülen ve cemaati ile ilgili yaptığı övgüleriyle tanıdığımız Reşat Petek’in başkanlığına rağmen çok önemli bir işlevi yerine getiriyor.
Ama bu yetmez. Asıl konuşması gerekenler oraya gelip halkın önünde açıklamalar yapmadıkça bu olayı çözmemiz mümkün olmaz.
O komisyonda sadece Genelkurmay Bakanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın konuşması bile düğümü çözer. Çünkü her şeyi bu iki kişi biliyor.
Buna karşı bu iki isim de görevlerinin başında ve konuşmuyorlar.
Neden? Darbenin düğümü çözülmek istenmiyor mu?
Her şeyi bilen bu iki kişi konuştuğu an her şey öğrenilmiş olmayacak mı?
Örneğin Genelkurmay Başkanı 18.00’de bütün birliklere “kışlalardan kimse çıkmayacak, hiçbir askeri araç hareketlenmeyecek, uçaklar uçmayacak, helikopterler kalkmayacak” emrini neden verdi?
Genelkurmay Başkanı bazı askerlerin küçük gruplar halinde sokağa çıkmasından F-16’ların uçmasından yaklaşık 4 saat önce bu emri verdiğine göre darbe girişimi biliniyor muydu?
Sokağa çıkan askerlere hiç takviye gelmemesi darbenin çoktan bastırıldığını göstermiyor muydu?
Ama bu iki devlet görevlisi Meclis’e gelip konuşmuyor.
Daha doğrusu biz öyle biliyorduk. Komisyon üyelerinden CHP’li Aytun Çıray’la konuştum.
“Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı komisyondan daha fazla kaçamaz, zorlamanız gerekmiyor mu?” diye sordum.
Çıray “Can Bey her gün batırıyoruz. Her televizyon konuşmamda bunu anlatıyorum. Ama biliyor musunuz, ben de yeni öğrendim, meğer Başkan Petek bu iki kişiye davet mektubunu göndermemiş bile. Yani gelmiyorlarsa davet olmadığı için de olabilir” dedi.
Duruma bakar mısınız? Darbe ile ilgili konuşmaları halinde bütün gerçeğin ortaya çıkması mümkünken Komisyon Başkanı bu iki kişiyi davet bile etmiyor.
Neden acaba? Yoksa gerçek ortaya çıkmasın mı isteniyor?
ŞAŞIRDIM
Bu nasıl tekzip böyle mahkemeden nasıl geçiyor?
Bu köşede dün bir tekzip yayınlandı.
40 yıllık gazeteci 23 yıllık da günlük köşe yazarıyım. Bu süre içinde bir iki mahkeme ve beşi geçmeyen tekziple karşı karşıya kaldım.
Ama böyle bir tekzibi hiç görmedim.
13 Nisan’da yazdığım “O röportajı yapanın değil yayınlayanın aklına şaşmak lazım” yazıya gelmiş o tekzip.
Tekzip bir yazının yalanlanması veya düzeltilmesidir.
Ama öyle bir tekzip ki neyi yalanladıkları ya da düzelttiklerini anlamak mümkün değil. Açık söyleyeyim tekzibi okuyunca ben bile anlamadım. Yazıyı buldum da o zaman anladım.
Turkuaz Medya Grubu’ndan gelmiş tekzip.
Dün okumuşsunuzdur. İçinde benim yazdığımla ilgili tek satır yok. Neyi yalanlıyorlar, o yok. Düzeltme yapıyorlar mı, o da yok.
Ne var? Bana ve Korkusuz Gazetesi’ne hakaret var.
Diyor ki “Korkusuz Gazetesi artık insanları ve kurumları karalamaktan ve hedef göstermekten vazgeçmelidir.”
Sonra “Korkusuz neden hep millet ve memleket sevdalılarını hedefe koymaktadır” diyor.
İyi de bari bir satır ne yazdığımı, tekzibin hangi yazıya karşılık olduğunu anlatan bir şey koysalardı. Anlamadığım mahkeme bu tekzibi nasıl kabul ediyor ve yayınlanması için gazeteye gönderiyor?
İmza atan hakimler en azından “Tamam tekzibi yayınlatalım da neyi tekzip ettiğinizi belirtin” diyebilirlerdi. Ya da ne bileyim “Korkusuz’un saldırdığı memleket sevdalıları kim?” diye sorabilirlerdi. Sonra “yargı bağımlı hale geldi” deyince çok kızıyorlar.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Örtülü bir “iç savaş” kışkırtıcılığı yapılıyor
Adı Hüseyin Kocabıyık. AKP milletvekili aynı zamanda 15 Temmuz Darbesini Araştırma Komisyonu üyesi. Eskiden DYP’de siyaset yapardı. Tansu Çiller’in akıl hocalarından biriydi.
Dün bir twit attı. İnanılmaz bir iddiada bulundu. Aynen şöyle diyor; Devlet büyüklerine bir suikast halinde millet cezaevlerini basacak ve tüm fetöcüleri ve PKK’lıları asacak. Halk Arasında konuşulan bu.
Son cümle “Halk arasında konuşulan bu” sözü Kocabıyık’ın kendini savunma cümlesi aslında. “Ben demiyorum haa, sokaktaki vatandaş diyor” demek istiyor.
Hangi halkmış bunu konuşan? Kim hapishaneleri basacakmış?
Bir olay karşısında insanların öfkeye kapılıp sokağa çıkmaları kendi inisiyatifleri ile olabilir ama bunun bir hedefe yönelmesi için önceden planlanması gerekir. Öfkeyle sokağa çıkanların “Hapishane basalım, asalım” gibi bir düşüncesi olmaz.
Ama işte böyle “Valla ben de sokakta duydum” türü ifadelerle insanların aklına sokulur. AKP ne yapmak istiyor? Bir milis hareketi mi organize ediliyor? Silah satışlarının artması, halka “darbeye karşı silahlanın” çağrıları yapılması bunun bir hazırlığı mı?
İlk seçimde AKP’nin kaybetmesi halinde iktidarı bırakmamak için bu milisler mi devreye sokulacak?
Sorular bitmiyor tabii.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
AKP’liler Trump’ı Erdoğan’a benzettikleri için çok sevdi
Bütün dünya Trump’ın seçilmiş olmasını şaşkınlıkla izliyor. Trump’ı bir tehlike olarak görüyor. Hatta diplomaside pek rastlamadığımız biçimde “kaygılı” olduğunu söyleyen ülkeler bile var.
Bazı ülkelerde ise Trump’ın seçilmesi sevinçle karşılandı.
Bunlardan biri Mısır örneğin. Çünkü Trump “darbeci” Sisi ile çok yakın ilişki içinde. Trump Başkan olarak ilk resmi gezisini Mısır’a yapacak. Sisi’nin “belalısı” Müslüman Kardeşler’i “terörist” ilan edecek. Mısır ve Sisi Amerika sayesinde bölgede daha güçlü hale gelecek.
Trump’ın seçilmesi Türkiye’de ise AKP tarafından sevinçle karşılandı.
Neden?
Çünkü, AKP kurmayları kendi tabanlarına Trump’ın tıpkı Erdoğan gibi olduğunu anlatıyor.
Trump da Erdoğan gibi “yerleşik düzene” karşı. Medyaya ve yerleşik düzenin egemenlerine rağmen seçilmeyi başardı. Yerleşik düzeni yerle bir edecek, korkmadan herkesin üzerine yürüyecek. Aklına geleni söylüyor, global sistemin oyuncularını takmıyor, Amerika’yı baştan sona yenileyecek, yollar, köprüler yapacak.
Bu benzetmeler Trump’ı sevmemize yeter mi?
Yoksa önemli olan Trump’ın izleyeceği politikalar mıdır?
“İkisi birbirine çok benziyor, kafa kafaya verdiklerinde anlaşırlar çok iyi dost olurlar, her şey fıstık gibi olur” mantığı tutar mı?
Düne kadar “Müslümanların düşmanı” diye nitelenen bir kişi sırf Erdoğan’la bazı noktalarda benzeşmesi nedeniyle bir anda “İyi ki seçildi, Türkiye için çok iyi oldu” aşamasına gelebilir mi?
Örneğin sadece Müslüman Kardeşler’i “terörist” ilan etmesinin bile Erdoğan üzerinde yaratacağı tahribatı düşünmezler mi bunlar?