ANALİZ

AKP Genel Başkanı Erdoğan Kazakistan’a giderken eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın Zarrap davasına alınması ile ilgili müthiş bir açıklama yaptı. Erdoğan İran’a ambargo kararına katılmadığımızı ve bunu da dönemin Amerikan başkanına bildirdiğini söyledi.
Erdoğan’ın bu müthiş açıklamasından sonra “O halde ambargo uygulamadığımız İran’dan petrol ve doğalgaz alımı için neden dolambaçlı yollardan para ödendi?” sorusu gündeme geldi. 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarının da temelini oluşturan İran’dan “ambargoya rağmen petrol ve doğalgaz alımı” konusu yıllardır gündemde olduğu halde ne Erdoğan ne de bir başka iktidar yetkilisi Türkiye’nin İran’a ambargo kararına katılmadığını açıklamamıştı.
Hatta tam tersine, iktidar temsilcileri bu ticaretin “zorunlu olarak” gizli yapıldığını ve İran’a ödenmesi gereken paranın dolambaçlı yollar kullanılarak ödendiğini üstü kapalı olarak anlatmışlardı.
Eğer gerçek Erdoğan’ın dün açıkladığı gibi ise Türkiye İran’dan aldığı petrol ve doğalgazın parasını şimdiki gibi yasal ve açık yollardan ödeyebilirdi. Ambargoya katılmadığımız ve bunu Obama’ya da bildirdiğimiz halde ticareti yine de gizli yapmamız dünya kamuoyunda da ister istemez kuşku yaratacaktır.
Bunun da ötesinde Türkiye’yi İran’a ambargo kararının uygulandığı dönemde yapılan petrol ticareti nedeniyle aklayacak bir açıklamanın neden bu kadar geç yapıldığını da anlamak mümkün değil. Erdoğan bu açıklamasını daha Zarrab tutuklandığında, haydi o sırada olmadı ama hiç olmazsa Halkbank Genel Müdür Yardımcısı tutuklandığında yapabilirdi.
Dava nedeniyle Zarrab’ın avukatlarıyla Ankara’daki sarayında görüşen Erdoğan’ın bu gerçeği avukatlara neden açıklamadığı da bence merak konusudur. Erdoğan biri eski New York Belediye Başkanı diğeri de adalet bakanı iki avukata “Biz ambargoya katılmadık ki, bunu da Obama’ya söylemiştik zaten, şimdi neden bankacımızı tutukluyorsunuz” demiş olsa Zarrab’ın avukatları muhtemelen bu bilgiyi en iyi şekilde değerlendirmiş olur ve belki de sanıklar serbest bırakılırdı.
Oysa bu kadar önemli bir bilgi ancak şimdi açıklanınca Amerikan mahkemesinin de bunu ciddiye alma ihtimali düşük olabilir. Bir gerçeğin yıllarca saklanmış olması, bu süreçte İran’la gizli ve alengirli bir para alışverişine girilmesi Amerikan mahkemesinin anlamakta zorluk çekeceği bir durum olarak değerlendirilebilir.
AKP Genel Başkanı bir gerçeği bu kadar geç açıkladıktan sonra “Pis kokular var bunun arkasında” diyor. Bu pis kokuları önlemenin en etkili yolu, eski bakan Zafer Çağlayan’ı Amerika’ya göndermesi ve yargılanmasını sağlamasıdır. Çağlayan nasıl olsa hiçbir suçu olmadığına göre korkmadan Amerika’da yargıç karşısına çıkar, ülkesinin çıkarlarını koruduğunu anlatır, İran’a ambargoya katılmadığımızı zaten resmen bildirdiğimiz için bunun da bir suç teşkil edemeyeceğini anlatır ve Türkiye aleyhine düzenlenen çirkin bir oyunu bozar.
Bu arada son bir notum daha var. Erdoğan İran’a ambargo uygulamasına katılmadığımızı anlatırken “Neymiş İran’la ilgili yaptırımları delmiş. Biz, Türkiye olarak İran’a bir yaptırım uygulama kararı almadık ki. Sayın Obama’ya da söyledik. ‘Biz böyle bir yaptırım içine girmeyiz’ dedik. Bu ekonomik ilişkileri yürüten kim? Ekonomi bakanımız. Ekonomi bakanı hükümetin attığı bu adımı ne yapacaktır? Uygulayanlardan biri olacaktır” diyor. Yani Çağlayan’a emri verenin kendisi olduğunu söyleyerek açıkça “Bir hesabınız varsa benimle olmalı” diye meydan okuyor.

ÇOK GÜLDÜM

Verimlilik, verimlilik derken


İstanbul Erkek Lisesi’nde bundan tam elli yıl önce yatakhane arkadaşlığı ile başlayan dostluğumuzun hâlâ sürdüğü okul arkadaşlarımdan Cengiz Karabolat şu sıralar yakalandığı bir hastalıkla mücadele ediyor. Azmi ve inancı sayesinde hastalığının en önemli aşamasını atlattı şimdi iyileşme safhasında.
Cengiz bu süreçte moralini hiç bozmadığı gibi esprili cümleleri, müthiş video filmleri ve fıkraları ile kurduğumuz WhatsApp grubunda her sabah hepimize “günaydın” diyerek bizlere moral verdi.
Geçen sabah Cengiz’den gelen şu fıkraya pek güldüm. Sizlerle de paylaşmak isterim;
Büyük şirketlerden birinin genel müdürü, gerçek bir klasik müzik aşığıdır. Bir gün kente ünlü bir orkestra gelir. Vereceği konserin en önemli parçası da Schubert’in ünlü “Bitmeyen Senfoni’sidir.”
Genel müdür bu eseri dinlemek için çok hevesli olmasına rağmen, işi nedeniyle konsere gidemeyeceğinden, gelen davetiyeyi şirketin insan kaynakları müdürüne verir ve; “Lütfen bu konsere git ve bana izlenimlerini aktar” der. Genel müdürden aldığı talimatla konsere giden müdürden, ertesi gün şöyle bir değerlendirme raporu gelir.
Sayın Genel Müdürüm;
1- Dört obuacı konserin önemli bir süresinde boş oturdular. Bunların sayısı azaltılırsa konsere daha çok katkıda bulunurlar.
2- Orkestrada on iki kemancı var. Bunların hepsi aynı anda hareket ediyor, aynı notaları seslendiriyorlar. Bence bu ciddi bir yanlışlık. Kesinlikle personel tasarrufu yapılmalıdır.
3- Onaltılık notalara ağırlık verilmiş. Doğrusu büyük ziyan. Seyirciler sekizlik ve onaltılık notalar arasındaki farkı anlamaz. Bu nedenle; onaltılık notalarla eser çalarak yüksek ücret alan elemanlar yerine, sekizlik notaları çaldırıp, düşük ücretle çalışan stajyerler kullanılmalıdır.
4- Yaylı sazlarla işlenen pasajlar, nefesli sazlarla aynen tekrarlanıyor. Bu durum gereksiz tekrardan başka bir şey değildir. Dolayısıyla; tekrarlar önlendiğinde, iki saatlik konserin süresi yarı yarıya kısalacaktır.
Özet olarak sayın Genel Müdürüm; eğer Schubert bu önlemleri alsaydı ‘Bitmemiş Senfoni’ kesinlikle biterdi. Arz ederim efendim...”

FIKRA GİBİ

E pes yani Ertuğrul Özkök


Hürriyet’in eski genel yayın müdürü Ertuğrul Özkök perşembe günüydü galiba köşesinde demiş ki “Bütün dünyanın gözü Ortadoğu’dayken Cengiz Çandar ve Fehim Taştekin gibi gazetecilerin şu an yaygın medyanın dışında kalması benim için büyük kayıp. Allah’tan Fehim Taştekin “İlke Haber” adlı bir internet sitesinde yazıyor ve onu çok yakından takip ediyorum.”
Vallahi “Pes yani Ertuğrul Özkök” demekten alamadım kendimi. Yahu bu iki gazeteci de Doğan grubunun yazarları değil miydi? Yaygın medya dışında kaldılarsa “Artık gazetecilik yapmayacağız, çiçek ekip satacağız” diyerek ayrılmadılar ki.
Küçük bir gazeteci patronunuza parmak sallayarak “Bunlar terörist hain, atacaksın bunları” dedi siz de bu emre itaat ettiniz. Sizin bu gözyaşlarınız karşısında inanın timsahlar bile gözyaşı dökmez o an kalpten gider.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Trump, Erdoğan’a Zarrab dosyasını gösterdi mi?


Halk TV’deki Yazıişleri programında dünkü konuğum CHP Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar’dı. NATO Parlamenter Meclisi Başkan Yardımcısı olan Baydar’la sohbetimiz sırasında Zarrab olayına da değindik. Baydar bu konuyla ilgili ilginç bir duyumundan söz etti. Erdoğan’ın Trump ile yaptığı son 23 dakikalık görüşmede Zarrab konusunun da gündeme gelmiş olabileceğini söyledi. Baydar duyumlarına göre Trump’ın bu görüşmede Erdoğan’a Zarrab’ın bazı ifadelerini gösterdiğini ve Erdoğan’ın bundan çok rahatsız olduğunu duyduğunu belirtti. Gerçekten, Trump Erdoğan’a bu görüşmede Zarrab davasını öne sürmüş olabilir mi?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Cem Yılmaz’a saldırmalarının tek nedeni “Bizden değil” olması


Cem Yılmaz bir ara sosyal medyadan çekildiğini ilan etmişti. Çünkü kendini bilmez pek çok kişi sanatçıya bu mecra üzerinden saldırıyor olmadık hakaretler yağdırıyordu. Birkaç gün önce yandaş medya Cem Yılmaz’ı hedef aldı. Türkiye’nin en çok kazanan sanatçılarından biri olan Cem Yılmaz bir tekne almış. Sevgilisiyle birlikte ilk turuna çıkmış. Ama işe bakın ki Cem Yılmaz’ın teknesinde Amerikan bayrağı varmış. Cem Yılmaz vergi kaçırmak için Türk bandırası yerine Amerikan bandırası kullanıyormuş.
Bu haberi yapanlar acaba kendilerini yöneten ekibin sahip olduğu teknelere baktılar mı acaba? Acaba kaçında Türk bayrağı var? Buna karşı Cem Yılmaz haberi yapan gazetenin yanlış yazdığını teknesinde Türk bayrağı olduğunu açıkladı.
Peki bu yandaş medya Türkiye’nin en sevilen sanatçılarından Cem Yılmaz’a niye öfkeyle saldırıyor? Tek nedeni var. Cem Yılmaz birçok sanatçı gibi iktidar korkusuna kapılıp biat etmiyor. İktidara yönelik bir eleştirisi de yok ama Twitter hesabından ara sıra Atatürk resmi paylaşıyor. O kadar. Bu iktidar yalakalarını deliye çeviriyor. “Adam hem biat etmiyor hem de gözümüzün içine sokarcasına Atatürk fotoğrafı paylaşıyor” diyerek kırmızı görmüş boğalar gibi saldırıyorlar.