Geçenlerde bir izleyicim mesaj göndermiş: “Kars Kars Kars, gına geldi artık...”

Sonra da artık beni izlemeyeceğini söylemiş.

Ne yalan söyleyeyim, bazen ben de abarttığımı düşünüyorum.

“Küçük bir kent hakkında bu kadar yazı yazmak, sosyal medya paylaşımları yapmak normal değil” diye kendi kendime hayıflanıyorum.

Sonra biraz “Kars diyeti” yapmaya karar veriyorum.

Yanlış anlaşılmasın, kaz diyeti değil, Kars diyeti diyorum ve Kars hakkında yazmayı, paylaşımlar yapmayı kesmeyi kastediyorum.

Zayıflamak için yaptığım diyetler gibi Kars diyeti de uzun sürmüyor ne yazık ki!

Hele Kars’a yolum düşmüşse, önüne muhteşem bir yemek konulmuş bir insanın diyetle imtihanı gibi ben de Kars’la imtihan ediyorum ve hemen teslim oluyor, imtihanı kaybediyorum.

YEREL MEDYANIN DURUMU

Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin Medya Kervanı ziyaretleri kapsamında bugün Kafkas Üniversitesi öğrencileri ile buluşmak için dün Kars’a geldim. Aralık ortasında bahar havasıyla karşılaşınca “iklim değişikliği” yorumu yapmadan edemedim.

Önce yerel gazetecilerle buluştuk. Sorunlarını konuştuk.

Bizim ulusal medyada yaşadığımız sorunların neredeyse tamamı yerel medyada da yaşanıyor. Sadece sorunlarımızın muhatapları farklı.

Yerel düzeyde çalışan meslektaşlarımızın üzerindeki (yerel yöneticiler ve iş dünyası kaynaklı) baskı biraz daha fazla. Onların iş bulma, gazetecilik standartlarını artırma gibi konularda hareket alanları bizimkinden çok çok daha dar.

Zira yeni yasa yerel medyayı tekelleşmeye zorlamış ve mesela Kars’ta 13 gazete kapanmış, sahipleri toplanıp kapananların yerine iki gazete çıkarmaya başlamış. Haliyle yılda 1.5 milyon lirayı bulan resmi ilanlar için rekabet etmeyi bırakıp, 13’e bölmeye başlamışlar. Çalışan sayısı 50’lerden 10’un altına düşmüş. Onların da hiçbir iş güvencesi yok. 13 patron ise gelmesi garanti olan resmi ilanlarla bir çeşit “bankamatik gazete patronu” haline gelmiş.

Ulusal medya kuruluşları ise yıllar önce tasarruf yaparken şehir bürolarını kapatıp ajanslardan yararlanmaya başlamış.

Dijital çağ imdada yetişmiş, 10’a yakın yerel haber sitesi kurulmuş ama onların da tutunup ayakta kalması gerçekten zor görünüyor.

KENDİMİ İYİ HİSSETTİREN ETKİNLİK

Meslektaşlarımızın sorunlarını dinledikten sonra Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen ve Susuz Belediye Başkanı Oğuz Yantemur’la buluşup yemek yedik.

Büyüdüğüm eve benzeyen taş bir bina (Şehri Kar Kafe), evelik otu ile pişirilmiş ayran aşı ve göyermiş çeçil peyniri lavaşa sararak yaptığım “dürmek-(dürüm)” çocukluk ve ilk gençlik yıllarıma götürdü beni. Çocuk gibi mutlu oldum.

Sonrasında İnan (Ercan) Hoca’nın davetiyle Sinema Topluluğu’nun etkinliğine katıldık. “Küçük Şeyler” filmini izledik ve sonrasında filmin yönetmeni Kıvanç Sezer’le söyleşiye kaldık. Dolu bir salonda pür dikkat izlenen film, sonrasında genç yönetmene sorulan dolu dolu sorular, beni daha da mutlu etti. Gençlerin sinemaya ilgisi, söyleşide sorulan sinema soruları muhteşemdi.

Bunları düşünürken 15 gün önce sohbet ettiğim Ardahanlı bir gencin öfkeyle karışık serzenişiyle gözlerimin içine bakarak sorduğu “Şehrimizde sinema da kütüphane de yok, anlıyor musun” sorusunu anımsadım.

Adeta çarpılmıştım. Bizim çocukluğumuzda 3 bin nüfuslu ilçemizde dahi (Cilavuz Köy Enstitüsü’nden kalan Öğretmen Okulu’na ait) sinema salonu vardı ve 12 eylül darbecileri kapatana dek her hafta yediden yetmişe gider film izlerdik.

40 yıl sonra, hem de 21. Yüzyılda,  “şehir” ilan edilmiş Ardahan’da vali vardı, il müdürleri vardı, parti binaları vardı ama bir sinema ile kapsamlı bir kütüphane yoktu.

O nedenle Kars Sinema Topluluğu’nun etkinliği bana çok anlamlı geldi. Kemal Burkay’ı anmadan edemedim. Şehre bir film gelmiş, aylardan Aralık olmasına karşın iklim kış yerine ilkbahar olmuştu.

Bu koşullarda Kars diyetimi daha fazla sürdüremezdim.

BAŞLATMADIKLARI TURİZMİ BİTİRİYORLAR


Film ve söyleşiden sonra Başkan Ayhan Bilgen ile vedalaştık ve Oğuz Yantemur ile birlikte Gazi Ahmet Muhtar Paşa Caddesi’nden yürüdük. Sağlı sollu Baltık mimarisi ile yapılmış binalarla çevrilmiş, adeta cetvelle çizilmiş geniş cadde ve kaldırımların estetiği, benim için başka bir sevinç kaynağıydı. İyi ki Naif Alibeyoğlu, o binaları, caddeleri zamanında koruma altına aldırmış.

Doğu Ekspresi ile özdeşleşen Kars turizmi sonuç vermiş. Şehre bir çok otel ve lokanta/pastane açılmış. Bal, Kaşar, yerel ürünler satan dükkanlar canlanmış. Ani’ye, Çıldır’a, Boğatepe’ye turist taşıyan taksici esnafı halinden memnun.

Yatmadan önce, turizm konusunu konuşmak için bir kahve sohbetinde turizmcilerle de buluştuk.

“Bir dokun bin ah işit” derler ya o misal.

Hem esnaf, hem turizmciler şikayetçi.

Turizm Bakanlığı işe el atıncaya dek, sosyal medyanın keşfetmesiyle doğal bir şekilde başlayan Kars turizmi, yine kendi doğasında gelişiyormuş. Öğrenciler, kıt kanaat imkanları ile trene atlayıp geliyor, düşük bütçelerine göre düşük beklentileriyle mutlu mesut dönüyorlarmış.

Turizm Bakanlığı işe attıktan sonra doğallık azaldıkça “turistik” yan artmaya başlamış.

Bir örnek:

“Turizm ekspresi”, Doğu Ekspresi’nin ‘ucuz yataklı’ konforunu sona erdirmiş. Çünkü turizm ekspresinden sonra Doğu Ekspresi’nde sadece koltuklar ve kuşetler kalmış. Turizm ekspresinde ise iki yataklı bir bölümün bileti 600 TL’ye satılıyor. Üstelik tur şirketleri her şehirde yolcuları indirip bir iki saat dolaştırdığından, tren istasyonda bekletiliyor ve herhangi bir tura dahil olmayıp bireysel yolculuk edenler saatlerce trende beklemek zorunda kalıyor. Haliyle tren sabah 04’te Kars’a varıyor ve yolcular fazladan bir gün otel parası vermemek için trende beklemek istiyor ya da otellerle o gece ücretsiz kalmak için pazarlık yapıyor.

Bir tur şirketi kazanacak diye kentin turizminin devlet eliyle baltalanmasına üzüldüm.

Yıkılan tarihi binalar, yerlerine yapılan ucube betonarme yapılar...

Hiçbir güzel şey kendi doğallığı ve tarihiyle yaşatılmadığı gibi, o doğallık ve tarih, karar vericilerin çok para kazanma hırsına kurban ediliyor.

Keşke onarmayı bilmeyenler, hiç bozmasalardı.

Yazık, çok yazık!