Aramıza kin, nefret, intikam, kavgayı kimse sokamasın, sokamasın, ülkem bölünmesin, insanlarım birbirine düşmesin diye Irak sınırında nöbetteydim.
Çatışma çıktı.
Vuruldum.
Beni büyüten, vatan nöbetine gönderen Babam Mustafa Kırıkcı ne güzel söyledi: “Acılarımızı paylaşmak için cenazemize herkes gelebilir” dedi.
Acıları paylaşmak için.
Sevinçleri bölüşmek için.
Birlik ve beraberlik için.
Ben nöbetteydim.
Tertemiz anlımdan vuruldum.
Ben Akkuzulu Köyü’nden şehit piyade er Yener Kırıkcı, Ankara’ya sadece 40 kilometre uzaklıkta köyümde cenaze namazım kılınırken “babamın ve ailemin ve köylülerimin acısını paylaşmaya gelmiş” birine yumruklu, sopalı, taşlı, diri diri yakmalı saldırı olsun diye mi şehit oldum?
Cenazemde olanları gördüm.
Kanım dondu.

★★★

Sanki köyümün havasına benzin buharı karıştırılmıştı. Nasıl oldu, kim yaptı, kim benim köyümün havasını yanmaya hazır benzin buharı ile doldurdu? Biri bir çakmak çakacak, yanan bir sigara izmaritini atacak, köyüm alevler içinde kalıp yanacaktı.
Ayrıştırıcı dil.
Kamplaştırıcı öfke.
Cepheleştirici bölünme.
Köyümüze kadar geldi.
Parti kongrelerinde, meydan mitinglerinde, TV konuşmalarında “Ben piyade er Yener Kırıkcı gibi Mehmetçiklerin şehit ve gazi olmasını” siyaset malzemesi haline getirmekle başlandı. Köyümün havası benzin buharı ile böyle dolduruldu.
Cephe kuruldu.
Cephe, cepheyi doğurdu.
Önce bir taraf kendi adını “Cumhur ittifakı” koyan bir cephe kurunca, o cepheden memnun olmayanlar da karşı cepheyi oluşturdular. Onlar adlarına “millet ittifakı” dediler. Cumhur, halk demek. Millet de halk demek. İki cephe de kendini halk diye tanımlıyordu. Halkın PKK üzerinden HDP’ye duyduğu öfkeyi karşı cepheye yönlendirerek; köyümün insanlarında “Kemal Kılıçdaroğlu’nu beni şehit eden PKK’lının yakını gibi görme algısı” yaratıldı. Cenaze namazıma gelmiş insana yumruk atan, taş fırlatan ve “yakın o evi diyen” köylümü ben tanırım. Bu insanlar öyle kimseler değildi. Köylülerim “benzin buharı dolmuş havaya çakmak tutan insanlar haline” geldiler.

★★★

Ben piyade er.
Yener Kırıkcı.
Çatışma çıktı.
Şehit oldum.
Vatan için.
Bölünmemek için
Beraberlik için.
Acıları birlikte paylaşmak için.
Sevinçleri birlikte bölüşmek için.
Terör koridoru kalksın diye…
Ortadoğu barışa ulaşsın diye…
Türk-Kürt ile kopmasın diye…
Kürt-Arap ile…
Arap-İranlı ile…
Arap-Türk ile çatışmasın diye…
Ben şehit oldum.
Cenazemde yapılanı gördüm.
Ben niçin şehit oldum?

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

Tarihten bir yaprak!


CHP’nin genel başkanı İsmet İnönü, Uşak’tan başlayarak çeşitli kentlere uğrayacak bir geziye çıkmaya karar verdi. Gezi trenle yapılacaktı. Demokrat Parti iktidardaydı ve bu geziyi engellemek istiyordu. Dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik, “İsmet İnönü’nün geçeceği yerlerde halkın fazla heyecanlı olduğunu, karışıklıklar çıkabileceğini, sorumluluğu hükümetin alamayacağını” ihtar etti, geziden vaz geçmesini istedi. İnönü, vazgeçmedi. Uşak’a geldi bir gece kaldı, sabah ayrılırken kafasına taş atıldı. Uşak’tan sonra uğradığı her yerde karışıklıklar çıkartıldı. İstanbul Topkapı’da bir grup genç, İnönü’nün arabasının camlarını taşladı. Daha sonraki günlerde İnönü, Kayseri’ye gitmek istedi. Dönemin Kayseri Valisi Ahmet Kınık, İnönü’ye şehre gelmemesini bir telgrafla bildirildi. İnönü trenle Kayseri’ye gelince Himmet Dede İstasyonunda Vali Yardımcısı, Milli Emniyet Müfettişi jandarmalarla treni durdurdu, “Kayseri’ye giremezsiniz, geri dönün” dediler. İnönü direndi. 3.5 saat Ankara ile Kayseri arasında telgraflar gitti, geldi, sonunda İnönü’nün Kayseri’ye girişine izin çıktı.