Bizim “En Büyük Türk Büyükleri”nin yere göğe koyamadığı, Kralı öldüğünde taziye için ülke genelinde 3 gün bayrakları yarıya indirttiği, Türkiye ziyaretlerinde uçağının kapısında karşıladığı Suudi Arabistan, Türkleri nasıl sevdiğini, nasıl büyük bir dost olduğunu bir kez daha gösterdi!..
Bu yeni “büyük dostluk” gösterisini dün Habertürk yazarı Murat Bardakçı’nın köşesinden öğrendim; Suudi gazeteci Muhammed Essai, “Seferberlik. Osmanlılar’ın Medine-i Münevvere’de İşledikleri Suçların Yüzüncü Yılı” isimli kitabında, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türklerin Medine ahalisine nasıl zulmettiği iftiralarını, Türk Milleti’ne karşı şu sözcükleri kullanarak yazdı:
-Alçak, katil, cani, hırsız Türkler!..
Ne kadar dostane, ne denli incelikli sözcükler değil mi!.. Peki niçin böylesine ağır ve kin dolu saldırılar yapıyordu muhterem, ne yapmıştı Türkler?.. Öncelikle, İngilizlerin emrinde Hazreti Muhammed’in kabrinin bulunduğu Medine’ye saldıran Şerif Hüseyin’in isyancı eşkiyalarına karşı savaşan Fahrettin Paşa büyük suç işlemişti!.. Açlıkla savaşarak, çekirge yiyerek, Medine’yi ve Peygamberin kabrini talan etmelerine izin vermemişti!..
Aynı Fahrettin Paşa, Mondros Mütarekesi’ne rağmen padişahtan mühürlü “silah bırak” emri gelmeden teslim olmayı reddetmiş, asırlar içinde İstanbul’dan Hazreti Muhammed’in kabrine gönderilen hediyeleri, kutsal emanetler ile birlikte eşkiyanın ve İngilizlerin eline geçmemesi için İstanbul’a göndermişti!
Gazeteci kılıklı herif bununla da kalmıyor, “Türklerin Hicaz Demiryolu’nu Arapları sürgüne göndermek için inşa ettikleri, niyetlerinin Medine’yi boşaltıp askeri bir üs haline getirmek olduğu”  palavrasını yüzsüzce ileri sürüyordu. Fahrettin Paşa’nın bu niyetle  40 bin Medineliyi kentten tehcir ettiğini, şehir nüfusunu 100 kişiye indirdiğini yazıyordu!.. Neden100 kişi bırakmıştı acaba? Herhalde hizmetkar olarak kullanmak için!..
-Yalanın iğrençliğine bakar mısınız?!

Kavm-i Necip Araplar!..


Bu soysuz “gazeteci” Türkleri Ermeni tehciri, Pontus katliamı yalanlarına ek olarak bir de “Medine Tehciri” ile suçladıktan sonra ne yaptı dersiniz?..
-Kitabını götürüp Suudi Kralı Selman’a takdim etti!..
Kral ne yaptı peki?.. Pek hoşlandı, pek keyiflendi “Maşallah, aferin, bravo” diye iltifat etti, keseyle altın ihsan etti mi bilemiyorum; başta Casus Lawrence, Falih Rıfkı Atay olmak üzere, okuduğum pek çok anı kitabında Arap dostlarımızın altını ne kadar sevdiğini biliyorum!.. O denli seviyorlardı ki, Lawrence’in emrinde yaralı Türk askerlerinin yattığı hastaneleri bile basıp, tümünü boğazlayıp, ağızlarındaki altın dişlerini sökecek kadar!..
Bizim tarihimizde Hilafeti, Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Ridaniye seferinde Memluk Devleti’ni mağlup edip, Mısır’ı ele geçirdikten sonra İstanbul’a getirdiği yazar.. Ancak buna başta Halil İnalcık başta olmak üzere bazı önemli tarihçiler karşı çıkmıştır. Neyse konumuz bu değil…
Bu tarihten sonra Yavuz’un emriyle Araplara “Kavm-i Necip” ünvanı uygun görülmüştü.Yani Necip (soylu) Kavim!.. Aynı dönemde, ve yüz yıllarca devletin kurucusu Türklere ve Alevilere uygun görülen sıfatı biliyor musunuz peki?..
-Etrak-ı bi idrak!..
Yani, idraksiz, geri zekalı!.. Yüzyıllarca sözde Osmanlı idaresinde kalan Arabistan ya da Hicaz diyelim, aslında Arap aşiretlerinin egemenliğinde yaşadı!.. Oralara gönderilen yöneticiler Arap kültürünün etkisinde kalarak Araplaştı!..
O yüzyıllarda Arap aşiretlerine deve yüküyle altın gönderildi… Yüz binlerce Mehmetçik, Arap çöllerinde bir hiç uğruna kanını canını verdi…
-Osmanlı, Kavm-i Necip dediği Araplardan karşılığını da Birinci Dünya Savaşı’nda çok acı bir şekilde aldı!..

Halife’nin “Cihad” emrine nasıl uydular?..


Birinci Dünya Savaşı bir paylaşım savaşıydı…
İngiltere, Fransa ve İtalya’nın başını çektiği “İtilaf/Anlaşma” devletlerinin de, Osmanlı’nın yanında savaşa girdiği Almanya’nın da gözü Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan petroldeydi!.. Kısacası hangi taraf kazanırsa kazansın Osmanlı en iyimser bakışla bir sömürge haline dönüşecekti!.. Zaten İngiltere, Fransa ve Rusya, daha 1916 yılında “Sykes-Picot” Anlaşmasıyla Osmanlı’yı bölüşmüşlerdi bile!..
Savaş sırasında devrimi gerçekleştiren Rusya, Sovyetler Birliği adını alacak ve bu gizli anlaşmayı dünyaya duyuracaktı!..
Savaşın en gözde toprakları tabii ki Arap Yarımdası’ydı!.. Özellikle  İngilizler bu toprakları alabilmek için her türlü yola başvuruyordu… Daha 1912’de Filistin topraklarında bir Yahudi Devleti kurulması karar bağlanmıştı bile..
Diğer taraftan Almanya’nın yanında savaşa giren Osmanlı’nın padişahı ve halifesi tüm Müslümanlara, İtilaf Devletleri’ne karşı “Cihat” çağrısında bulundu… Arap kardeşlerimiz bu çağrıya uydu; ancak İngilizlerin yanında savaşa girerek!.. İngiliz casusu Lawrence mükemmel Arapçası ve milyonlarca altın ile Müslüman Arapları çoktan avucunun içine almıştı!.. Haa, bir de kendi devletlerini kurma sözü vermişti!..
Savaştan sonra, İngilizler, Arap Yarımadası’nı pasta böler gibi bölerek Suudi Arabistan, Irak, Ürdün, Yemen gibi bir çok “uydu devlet” yarattı. Her sömürgenin başına da Şerif Hüseyin gibi uşaklarını oturttu!.. Tabii ki, böylelikle 20. Yüzyılın “kara altını” petrolü de garanti altına almış oldu!..
İşte Arap kardeşlerimizin yüzyıllara sığan kısa hikayesi böyle!.. İlhan Arsel bu  sürekli “arkadan hançerleme” meselesini “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” kitabında gayet güzel anlatır. Hararetle tavsiye ederim!..
-Suudilerin son yaptığı “dostluk gösterisi!” bu nedenle hiç de şaşırtıcı değildir; karakterleri, cibilliyetleri bu gibi “dostluklara” gayet uygundur!..