28 Şubat Cumhuriyet tarihinin önemli günlerinden biri...
Mesela, Deniz Gezmiş 28 Şubat 1947’de doğdu. Bugün 72 yaşında!.. Yaşasaydı olacaktı demiyorum; o milyonların gözünde yaşayan bir efsane... 6 Mayıs 1972’de Ankara Kapalı Cezaevi avlusunda arkadaşları Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte darağacına çıktığında henüz 25 yaşındaydı...
Onları idama gönderen mahkemenin hakimi ve savcısı sonraki yıllarda bir sağcı partiden milletvekili seçildiler. Bugün sorsam isimlerini hatırlayan bile çıkmaz!.. İdamlarının onaylandığı TBMM Genel Kurulu salonunda “üç bizden, üç sizden” diye haykıran milletvekillerinden birisinin dahi hatırlanmayacağı gibi!..
“Üç Fidan” olarak tarihe kazınan Deniz, Yusuf ve Hüseyin ise hiç unutulmadılar, hiç unutulmayacaklar:
-Deniz dün 72 yaşına bastı ama o hala 25 yaşında gencecik bir delikanlı!..
Mesela, Türk ve dünya edebiyatının dev ismi Yaşar Kemal, dört yıl önce 28 Şubat 2015’te sonsuzluğa karıştı... Defalarca Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmiş, memleketinin yüzünü ağartan ödüllerle donanmış bir büyük romancıydı...
-Ama biz onu hep “İnce Memed’in babası” olarak hatırlıyoruz, hatırlayacağız...
28 Şubat aynı zamanda 22 yıl önce, 1997’de toplanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ile de tarihe geçti... O gün Yayınlanan 18 maddelik MGK bildirisi ile birlikte çalkantılarla dolu günler yaşandı...  Aynı yılın Haziran ayında Refah-Yol Hükümeti’nin Başbakanı Necmettin Erbakan istifa etti, Cumhurbaşkanı Demirel hükümet kurma görevini Mesut Yılmaz’a verdi.
-Böylece sonunda AKP’nin iktidara geleceği yollar döşenmeye başladı!..

“Din ve diyanetle problemli adamlar!”


Aradan uzun yıllar geçti...
Dün yani yine bir 28 Şubat günü AKP’nin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday gösterdiği Alinur Aktaş isimli densiz adam, İnegöl’de CHP’li rakibi Mustafa Bozbey’i eleştirirken şu zavallı lafları sarf etti:
-20 senedir Nilüfer’de belediye başkanlığı yapıyorsun. Arkadaş hangi caddeye, hangi kültür merkezine yaptığı nereye bir Allah dostunun, bir padişahın, bir tane Türk büyüğünün ismini verdin? Nerede bu devlete, bu bayrağa savaş açmış, Türkan Saylan, Uğur Mumcu, Nazım Hikmet, Bahriye Üçok, nerede din ve diyanetle problemi olan  adam varsa, hepsinin ismini belirli merkezlere verdin...
Bu zatın Türkçe bilgisini bir tarafa bırakayım, ne kadar olduğu zaten okuduğunuz paragrafta belli oluyor!.. Saydığı isimlere bir bakalım:
Türkan Saylan: Türkiye’de Lepra yani cüzzam hastalığını tarihe gömen bir büyük doktor. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere  on binlerce kız çocuğunun okumasını sağlayan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kuran bir büyük Türkiye sevdalısı...
Uğur Mumcu: Gericiliğe, namussuzluğa, hırsızlığa, devlet soygununa, ayrılıkçılığa öldürüldüğü 1993 yılına kadar yiğitçe mücadele veren, her yıl milyonlarca kişinin gözyaşlarıyla andığı, adı hiçbir zaman unutulmayacak bir gazeteci, bir aydın...
Nazım Hikmet: Kurtuluş Savaşı Destanı’nın yazarı, dünyanın en büyük şairleri arasında başı çeken, memleket hasretini şiirlerinde anlatan bir büyük şair...
Bahriye Üçok: Tarihçi, siyaset bilimci.. Ankra İlahiyat Fakültesi’nin ilk kadın akademisyeni, yani bir din bilgini. 1990 yılında uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirdi...
-Peki sen kimsin?..

Kayıp hayatlar!..


Söylediği her sözcükte kin ve nefret kusan bu kendini bilmez adamla ilgili söylenecek çok şey var...
Ancak ben yıllar önce “hayatla” ilgili yazdığım bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Bence bu ve bunun gibileri gayet güzel anlatıyor:
“Hayat dayatmaz…
Hayat yaşanır!.. Ve her hayat, yaşayanın tercihlerine, yaptığı seçimlere göre yaşanır… Bir sürüngen, bir parya gibi yaşamak da, onurlu, başı dik yaşamak da, seçimini teslim olmaktan yana yapmak da, her şeye karşın direnmek de tamamen insanın elindedir…
-Hayat, bu tercih ve seçimlere hiç karışmaz!..
Hayat, her insanın değişik biçimlerde kullandığı ya da kullanıldığı bir süreçtir yalnızca… Korkaklığın, haysiyetsizliğin, gücün karşısında yaltaklanmanın, ruhuna varıncaya kadar her şeyini kiralamanın, sonra da geçmişinden utanmanın, bu utancın yarattığı dayanılmaz hırs ve kompleksle herkesin aynı kirli hayata bulaşmasını istemenin, hayatın dayatması ile uzaktan yakından ilgisi yoktur!..
Kirli bir yaşamın hayatla olan ilgisi, yaşadığı hayatı kirletenlerin, her türlü servete, her türden şöhrete karşın aslında çok yoksul, çok acınacak bir hayat sürmesidir… Ve ancak bu denli yoksul hayatlar, geçmişe, yaşanılan başka hayatlara, ardında ışıldayan bir isim bırakarak hayattan ayrılanlara, hiç bitmeyecek, hep çoğalacak öfkeler besleyebilir…
Hayat herkes için başlar ve biter… Aradaki boşluğu her insan kendi çapına, tıynetine göre doldurur…
-Kimi, insanlık tarihine bir çentik atarak, ışıl ışıl gider…
-Kimi ise “kayıp bir hayat” olarak gider…
-Hayat, yalnızca tanıktır!..”