Ekim ayı sonunda yayımlanan 'Türk Usulü Kriz II’ başlıklı son makalesinde Türkiye’deki kur krizini ve bunun borç krizine dönüşme olasılığını kaleme alan Prof. Dr. Yılmaz Akyüz, ‘uzun yıllar süren ekonomideki kötü yönetim ve israftan sonra Türkiye için kolay bir çıkış yolunun olmadığını’ ifade etmişti. Türkiye’nin, uluslararası üne ulaşmış en saygın iktisatçılarından biri olan Prof. Akyüz, kasım ayında ekonomide rasyonel politikalar ve siyasette reform söylemleriyle birlikte gelen ‘u’ dönüşünü SÖZCÜ’ye değerlendirdi.  Birleşmiş Milletler (BM) Kalkınma ve Ticaret Örgütü (UNCTAD) eski direktörü ve baş ekonomisti olan duayen iktisatçı “Küresel sermaye, IMF’ye ihtiyaç duymadan ülkeye istikrar politikalarını empoze etmeyi başarmış görünüyor” dedi ve önümüzdeki süreçte ortaya çıkabilecek olasılıkları anlattı.

- Türkiye’de daha bir ay önce ekonomik krizin varlığı dahi kabul edilmezken, ekonomide reform söylemleriyle acı reçetenin uygulanacağı döneme girildi. İktidar bu ‘u’ dönüşüne neden mecbur kaldı?

Bu ‘U’ dönüşü ithalata ve yabancı sermayeye bağımlı birçok üçüncü dünya ülkesinde sıkça gözlenen bir ikilemin sonucu ‒ kur ve fiyat istikrarını makul bir büyüme ve istihdam ile bağdaştırmada karşılaşılan güçlükler.  Sermaye girişlerinin azaldığı ya da durduğu dönemlerde büyüme ve istihdama yönelik politikalar eninde sonunda ödemeler dengesi ve kur sorunu yaratıyor ve bu da ithal bağımlılığı nedeniyle enflasyonu azdırıyor.  Para politikası büyüme ve istihdamı bırakıp kur ve fiyat istikrarını sağlamaya yönelmek zorunda kalıyor.  Türkiye bu konuda uzun süre bocaladı, direnmeye çalıştı ama sonunda mecbur kaldı.  Kamu maliyesinde faiz ödemeleri, garantiler, batık firmalar gibi bilinen nedenlerden dolayı ipin ucu kaçtığı ve küresel sermaye kamu açıklarına olumsuz tepki verdiği için, bir yandan yüksek faiz ile kuru stabilize etmeye çalışırken öte yandan harcama ve vergi politikaları ile büyümeyi desteklemek olanağı pek yok.  Bu nedenle acı reçetenin sadece para politikasını değil kamu maliyesini de kapsadığını görmek şaşırtıcı olmaz.  Kısaca küresel sermaye, IMF’e ihtiyaç duymadan ülkeye ortodoks istikrar politikalarını empoze etmeyi başarmış görünüyor.

Prof. Dr. Yılmaz Akyüz


DAHA FAZLA 'KUR' YAPACAK

- Peki bu süreç gelecekte ne tür olasılıkları gündeme getiriyor?

Eğer kur kısa bir süre içinde istikrara kavuşur, enflasyon ve cari açık düşer ve bunlar olurken gelir ve istihdamda fazla bir kayıp yaşanmazsa bu politika başarılı sayılacak.  Bu da büyük ölçüde liradan kaçışın durmasına ve yabancı sermayenin dönüşüne bağlı.  Bu nedenle hükûmetin giderek küresel finans kapitale daha fazla “kur yapmasını” beklemek yanlış olmaz.  Öte yandan, eğer kurda istikrar sağlanamazsa, faizleri daha da artırmak sorunu zorlaştırabilir; zira deneyimler bu gibi koşullarda yüksek faizin daha yüksek getiri olarak değil daha yüksek risk olarak algılandığını, beklenenin aksine etkiler yaratabildiğini gösteriyor.  En kötü senaryo, önemli ölçüde gelir ve istihdam kayıplarına rağmen kurun ve enflasyonun kontrol altına alınamaması, kur krizinin giderek borç krizine dönüşmesidir.

- Sizce hangisi daha olası?

Bu senaryolardan hangisinin daha olası olduğunu, ekonominin önümüzdeki 12-18 ay içinde nereye geleceğini kestirmek hayli güç.  Ancak finansal kırılganlıklar, iktidarın ekonomiyi yönetmedeki becerisi ve politika seçeneklerinin giderek daraldığı göz önüne alınırsa, sorunun yumuşak bir inişle çözümlenme olasılığının hayli zayıf olduğunu söylemek yanlış olmaz.  Bu ‘U’ dönüşünün işsizliğin çift hanelerde olduğu, kitlelerin yaşam düzeylerinin düştüğü bir döneme rastladığı göz önüne alınırsa, iktidarın istikrar ile büyüme arasında epey bocalaması beklenebilir.  Ortodoks istikrar politikalarının başarı şansı genellikle sağladığı toplumsal uzlaşma ile orantılı olduğundan rejim, ülkede yarattığı kutuplaşmanın en ağır faturasını bu politikayı yürütürken ödemek zorunda kalabilir.

“GÜNÜ KURTARIRKEN SORUNLARI BÜYÜTÜRÜZ"
Türkiye’deki tartışmaların ithalat ve yabancı sermaye bağımlılığını nasıl azaltırız yerine nasıl daha fazla yabancı sermaye çekeriz üzerinde yoğunlaştığını belirten Prof. Dr. Yılmaz Akyüz, “Eğer bunu ‘başarırsak’ günü kurtarırız ama sorunların büyüyerek tekrar karşımıza çıkacağından da kuşku yoktur” dedi.

'Övündükleri yılların faturasını ödüyoruz'


Türkiye’de uzun süredir tüm tartışmalar faiz ve dolayısıyla TCMB’nin para politikaları üzerine yoğunlaşmış durumda. Faiz-enflasyon ve kur ilişkisi bir çıkmaza nasıl dönüştü?

Türkiye’nin ithalata ve yabancı sermayeye bağımlılığı yeni bir olay değil. Ancak 2000’li yıllarda uygulanan politikalar nedeniyle kronik hale geldi.  Bugünkü sorunların tohumları önemli ölçüde 2004’den sonra, özellikle de bazı eski AKP’lilerin “bizim zamanımız” diye övünçle bahsettiği 2009’dan sonra, küresel sermayenin yüksek getiri ve sermaye kazancı arayışı ile üçüncü dünyaya akmaya başladığı yıllarda atıldı.  Bugün bir çıkmaz haline gelen kur-enflasyon-faiz sarmalı o günlerde tanrının bir lütfuydu ‒ hızlı sermaye girişleri güçlü kura, o da düşük enflasyon ve düşük faize olanak vererek istikrarsızlık yaratmadan büyümeyi potansiyelin çok üzerine çıkarttı ve kurun değer kazanması sayesinde ekonomi olduğundan çok daha büyük görünmeye ve gösterilmeye başlandı.


Kontrol yabancı sermayenin kaprislerine bırakılmamalıydı


- Bahsettiğiniz suni büyümenin faturasını mı ödüyoruz ?

Bu süreç bugün faturasını ödediğimiz ve ödeyeceğimiz kırılganlıklara da yol açtı.  Cari açık milli gelirin yüzde onuna ulaşırken özel kesim hızla borçlanmaya başladı, finansal sistemde yabancıların varlığı görülmemiş boyutlara ulaştı, ekonominin net dış yatırım pozisyonu kötüleşti ve kurun değer kazanması sanayisizleşme eğilimleri yaratarak ithal bağımlılığını artırdı. O dönemde biz üçüncü dünya ekonomilerinin parlak performansının geçici küresel finansal koşullardan kaynaklandığı, koşullar değişince bu aşırılıkların maliyetinin ağır olacağı, yabancı sermaye girişleri sayesinde sağlanan ek büyümeden çok daha fazlasının yitirileceği uyarısını yapıyor, sermaye girişlerinin ve dış borçlanmanın kontrolünü, kurun ve ödemeler dengesinin uluslararası sermayenin kaprislerine bırakılmamasını savunuyorduk. İşte bugün Türkiye’nin giderek artan döviz gereksinimi ile bunun yol açtığı kur istikrarsızlığı önemli ölçüde o dönemlerin mirasıdır.  Buna rağmen ülkede tartışmalar ithalat ve yabancı sermaye bağımlılığını nasıl azaltırız yerine nasıl daha fazla yabancı sermaye çekeriz üzerinde yoğunlaşıyor.  Eğer bunu “başarırsak” günü kurtarırız ama sorunların büyüyerek tekrar karşımıza çıkacağından da kuşku yoktur.