Son yazıma yönelik iki eleştiri (biri filozof dosttan, diğeri bir sosyologdan) şöyle bir açıklamayı gerekli kıldı: Tarihi kişilikler üzerine yaptığım araştırmalarda -iyi kötü genellemelerinden kaçınarak- onların çağımıza ışık tutacak fikirlerini dikkatlere sunuyorum. Zira her düşünürün (buna Mâturîdî de dâhil) eksikleri olabileceği gibi, yaşadığı yüzyılda kalması gereken görüşleri de vardır: Örneğin, mantığın kurucusu kabul edilen ve ‘Muallim-i Evvel’ olarak anılan Aristoteles’in köleliği savunmuş olması, onu küçültmediği gibi günümüze ufuk veren fikirlerini de örtmemiş. Kaldı ki, Aristoteles böyle düşünüyor diye bugün artık kimse köleliği savunmuyor.

KALEMİN NAMUSUNU KORUMAK

Öte yandan tarihten reçete aramak gibi bir yanlışa da düşmemeliyiz, dini düşüncenin engelidir bu. Zira her dönemin koşulları farklı, yapmamız gereken temel ilkeleri tespit etmek ve iki ayrı disiplin olan felsefi etkinlikle teolojik alanı birbirine karıştırmadan ve fakat aklın yöntemlerini kullanarak, akılsız dini düşünceden kurtulmanın yollarını aramaktır, bir başka ifadeyle aklı merkeze alan dini düşünceyi oluşturmaktır. Keza etik ve estetik yaklaşımı da göz ardı edemeyiz; Nietzsche’nin üstün insan (übermensch) görüşünden Nazizm’i de çıkartabilirsiniz, insanın kendisini gerçekleştirmesini de. Demem o ki, düşünce bizi bütüncül bir bakışa/yapıya sevk etmeli.

ÖNCE İÇ BARIŞ

Geçen hafta, Mâturîdî’nin mesajıyla, Kur’an, bırakın müminlerin birbirinin fitne ateşini tutuşturmasını reddetmesini, inkârcılar için bile bir fitneye kaynaklık yapmamalarını talep etmektedir, demiştik. Belki de şu ayetle bunu desteklemek lazım; Şaban Ali Düzgün’ün çevirisiyle “Allah sizi, dünyayı barış yurduna dönüştürmeye davet eder.” (Yunus/25) İç barışlarını sağlayamamış kişilerin ya da toplulukların, insanlığa sunacağı teklifleri/projeleri olamaz. Dini düşüncenin bir engeli de budur;  aynı dine inanıp ortak bir dil (değerler sistemi) oluşturamayan Müslümanlar birbirlerinin kuyusunu kazmakla meşguller.

DİN VE ŞERİAT AYRIMI

Mâturidî’de dikkat çeken üçüncü husus, keskin bir din ve şeriat ayırımıdır; peygamberlere gelen bütün dinlerin aynı olduğunu, şeriatlarının ise ayrı ayrı olduğunu söyler. Din; tevhit, inanç esasları, ibadetin sadece Tanrıya ait olması, şükrü ve ahlaki ilkeleri içerir. Bu alana “akliyat” adını verir; Mâturidî’ye göre Allah’a iman, kişinin akıl yürütmesi sonucu kazandığı kesin bilgidir. Şeriat alanı, “semiyat”, toplumsal şartlara göre değişen ve içtihatlara açık olan alandır. Peygamberlerin şeriatları birbirlerini nesih ettiği (ortadan kaldırdığı) gibi, bir şeriatın kendi içinde de nesihler olabileceğini savunur Mâturidî. Şeriatı, sadece hukukla-muamelatla sınırlamaz, içine ibadetleri de dâhil eder. Devam edeceğiz.