2002’den bu yana uluslararası arenada izlenen politikaların yanlışlığı sahada test edildi


 Tek seçeneğin NATO olmadığı ortaya çıktı… Irak, İran, Rusya ve Çin’le temaslar netleşti


 Dışişleri Bakanlığı, Atatürk’ün ‘bölge merkezli dış politikasının’ yönlerini belirlediğini yazdı


 Ortadoğu haritasının değiştiren işgallere karşı Kemalizm’in birleştirici olduğu ortaya çıktı


Libya’da ateşkes, İdlib’te ateşkes... Bu durum, her şeye rağmen Türkiye’nin başarısı ve sahada/masada olmanın yarattığı güç! Tamam...

Tartışılacak, geriye dönüp, sorulacak o kadar çok konu var ki...

Örneğin... Libya’da Kaddafi kalsaydı, Suriye’de Esad’la ‘kardeşim’ süreci devam etseydi ve Amerika’nın dayattığı Büyük Ortadoğu Projesi’ne destek verilmeseydi!

Ancak... “Libya’ya asker göndereceğim” resti doğru hamle oldu!… Suriye’de, YPG konusunda yapılan harekatlar doğru hamle oldu!

Sadece NATO ittifakının tek alternatif olmadığı… Rusya, İran, Irak, Çin ve bölge ülkelerle de karşılıklı bağımsızlık üzerine kurulan eksenin kazançları olduğu da artık hem iktidar hem de muhalefet tarafından kabul edilmiş durumda.

Önemli olan, bundan sonra yapılacak hamlelerin stratejik/ekonomi-politik açıdan ne kadar doğru olacağı...

Yani... Atatürk’ün ‘bölge merkezli dış politikası’nı izlemek zorunluluğu!

Bugün, ‘Kemalizm’ üzerinden tartışma yaratmak isteyenler var ya... ‘Bağımsızlıkçı Kemalist’ duruş tarihin buluşma noktası!

Geçen gün Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde okuma yaptım. Diyanet gibi...

Mustafa Kemal Atatürk’ün adının geçip geçmediği konusunda meraklandım... Dışişleri’nin internet sayfasındaki şu bölüm dikkatimi çekti: “Atatürk döneminde Türk dış politikası.”

Libya’da merkezi hükümet ile Hafter arasında ateşkes ilan edildi.


MACERACI POLİTİKA YOK

Önemli tespitler var!

Bugün de güncelliğini yitirmemiş öngörüler... Okuyalım:

“…Cumhuriyetin ilk yıllarında dış politika alanında kaydedilen başarılar, Atatürk’ün dönemi iyi analiz eden ve... Çıkarlarının gerektirdiği çerçevede tüm ülkelerle işbirliği içinde hareket edebilen politika izlemesinin sonucudur!”

Hatta... Şu cümleler daha da anlamlı: “Maceracı ve yayılmacı eğilimleri reddeden, ancak bağımsızlıktan taviz vermeyen tutum... Sevres Anlaşması’nda ve Mondros Mütarekesi’nde öne sürülen şartların kabul edilemez ilan edilmesinden milli çıkarlardan ödün vermeyen Lozan Antlaşması’nın müzakere edilerek hayata geçirilmesine kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin koşulsuz bağımsızlığını sağlayan bir dizi gelişmeye damgasını vurmuştur.”

Dış politikada Atatürk vurgusunu okuduktan sonra aklıma “2000’lerin başında, 2012’lerde neden bu çizgiyi savunmadık?” sorusu geldi!

Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı olduğu dönemle ilgili arşive girdim... O dönem izlenen dış politikanın ‘karşılıklı bağımlılık’ üzerine kurulduğunu bir kez daha anladım. Neden mi?

“ORTADOĞU’DAKİ REJİMLER DEĞİŞECEK” DİYEN GÜL’DÜ


Tarih 7 Ağustos 2003...

Washington Post gazetesinde, 2005-2009’un ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından kaleme alınan köşe yazısında Ortadoğu’yla ilgili net ifadeler kullanılmıştı. Okuyalım:



“... Bugün, Amerika ve müttefikleri kendilerini dünyanın bir başka yerindeki uzun soluklu değişimlerden bir tanesine hazırlamalıdır: Ortadoğu... 22 ülkeden oluşan ve toplamda 300 milyonluk bir nüfusa sahip olan Ortadoğu... 40 milyon nüfuslu İspanya’dan daha düşük bir toplam gayrisafi yurt içi hasılaya sahiptir. Bu bölge, Arap aydınların politik ve ekonomik bir ‘özgürlük açığı (eksiklikliği)’ diye adlandırdığı şeyler dolayısıyla geri kalmaktadır. Başkan Bush, daha somut projeler vasıtasıyla daha iyi bir gelecek kurabilmemiz için ortak bir çatı altında toplanmak adına, Ortadoğu Ortaklık Başlangıcı projesini başlatmıştır.”

22 ülkenin hedef alındığı Rice tarafından itiraf edilmişti... Ancak...

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’tan önce Ortadoğu konusunda öngörüsü olan bir isim daha vardı: AKP’nin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül!

Dönemin Dışişleri Bakanı Gül, 24 Mayıs 2003 tarihinde Vatan Gazetesi’nden Sedat Sertoğlu’na röportaj vermişti.

Okuyalım: “... Ankara ile Washington’un 50 yıllık stratejik ilişkileri gelecekte çok daha çok yaygınlaşıp gelişecektir. Sana şunu açıkça söyleyeyim: Ortadoğu’daki bütün rejimler değişecek. Ortadoğulu liderler halklarına tam özgürlük vermedikçe, sistemlerinin yürümesi mümkün değil. Irak’ta yaşananlar bütün bölge liderlerine örnek olsun.”



Gül, sanki Türkiye’nin değil de ABD’nin bir bakanı gibi konuşuyordu. Devam edelim: “... Ben bu gezileri yapmadan önce, şimdi senin oturduğun koltukta (Eliyle koltuğa vurdu) ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu. Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki... Gizli olan bir sürü gelişme var.”

Abdullah Gül, 1 Mart 2003’te Mecls’te reddedilen tezkere için de şöyle konuşmuştu: “... Sen benim tezkereyi Meclis’e getirene kadar neler çektiğimi biliyor musun? Bakanlar Kurulu’nda 4 arkadaşımı ne kadar zor ikna ettiğimi biliyor musunuz? Sonuçta ne oldu? Sadece 3 oy Sedat, 3 oy eksik kaldı. Cumhurbaşkanı Sezer’in tutumunu da hatırlayın...”

Bugün umarım 2003 ve sonrasındaki hatalardan ders alınmıştır.