“Kısıtlamalara uyulmazsa ilave tedbirler alabiliriz.”

Bu cümleyi ülkenin Cumhurbaşkanı kurdu.

Neymiş o kısıtlamalar?

“Lokantalar, barlar, kafeler sadece al götür ya da paket servisi hizmeti verecek. Kahveler, oyun salonları kapanacak.”

“20 yaş altı ve 65 yaş üstü vatandaşlar günde sadece üç saat dışarı çıkabilecek. Hafta sonu 10.00’dan önce, 20.00’den sonra sokağa çıkmak yasak.”

Ya gerisi?

AVM’ler, berberler, kuaförler, güzellik merkezleri ise 10.00 ile 20.00 arasında hizmet verecek.

Fabrikalarda, şirketlerde, kamuda, sokaklarda ise her şey olduğu gibi devam edecek.

Şimdi bir düşünün.

Sabah işe gidiyorsunuz. Otobüs/dolmuş/metro tıklım tıklım. Siz ne kadar dikkat etseniz de sosyal mesafe hak getire.

İş yerindesiniz, çalışıyorsunuz. Aynı atölyede 100-150 kişi. Serviste, çay molasında, yemekhanede, atölyede, hep berabersiniz.

Kamuda çalışıyorsunuz. Çalışma arkadaşlarınızla aynı mekandasınız. İşi olan vatandaşlar geliyor, gidiyor.

Üniversiteye gidiyorsunuz (Özel üniversitelerin çoğu hibrit sistemi devam ettiriyor. Laboratuvar derslerine gitmek zorunlu. Öğretim görevlileri normal mesai yapıyor).

Çocuğunuz kreşe gidiyor geliyor.

Okullar tatil ama öğretmenler okula gitmek zorunda kalıyor.

AVM’ye, markete, berbere kuaföre gidiyorsunuz. Süre 10.00 ile 20.00 arasında sıkıştırıldığı için, o mekanlara giden herkes o saatler arasında yığılıyor, yoğunlukta hiçbir eksilme yok!

Cuma namazında, ne kadar dikkat edilse de saflar sıkı.

Hastaneye yolu düşeni hiç söylemiyorum! Test kuyruğunda dahi korona kapmak işten bile değil.

Akşam yine toplu taşıma araçlarına biniyorsunuz. Dolmuş, otobüs, metro iş çıkışı tıklım tıklım.

Söyler misiniz bana ne anladık biz bu işten?

Bir berbere, AVM’ye, güzellik merkezine 09.45’te gitmekle 10:05’te gitmek arasında ne fark var? Ya da otobüsler bu kadar tıklım tıklımken, herkes kreşte, üniversitede, kamu binalarında, camide, atölyede bu kadar haşır neşirken bir tek restoranda yemek yemek mi riskli?

Kaç garson, kaç usta/aşçı, kaç komi işsiz kaldı farkında mısınız?

Salgının faturasını, üç kuruş uğruna sabahtan akşama ayakta çalışan bu insanlara mı kestik şimdi? Biz vicdanımızı rahatlatacağız diye işin ceremesini evine ekmek götürecek garson mu, ocakçı hasan usta mı çekecek?

KAPATIYORSAK (İki hafta/ bir ay hangisi gerçekten işe yarayacaksa) GERÇEK ANLAMDA KAPATALIM Kİ GERÇEK BİR SONUÇ ALALIM.

Kapatmıyorsak da sistemde bir sürü delik varken koronanın faturasını lokanta/kafe/kahve esnafına ve çalışanlarına kesmeyelim!

Ölü sayısı polemiği bir tek beni mi rahatsız ediyor?


Şu korona salgını başladığından beri beni en çok rahatsız eden şeylerden biri “ölü sayısını saklıyorlar, aslında daha yüksek” cümlesini duymak oluyor.

Duyduğum anda içimden “Sayıyı daha yüksek duyunca mutlu mu olacaksınız” karşılığını vermek geliyor ama kendimi tutuyorum.

Unutmayalım ki korona çok hızlı yayılıyor ve vaka sayısı arttıkça ağır hasta sayısı da ölümler de artıyor. Bu yüzden sağlık sistemimiz zor bir sınavla karşı karşıya kalıyor.

Sağlık çalışanlarımızın yükü gerçekten çok ağır. İnsanları yaşatabilmek için kendi yaşamlarını feda ediyorlar. Ülkemizdeki ölümler dünya ortalamasının altında kalıyorsa bunu onların emeğine, bilgisine, deneyimine ve fedakarlığına borçluyuz.

Hal böyleyken Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı “ölü sayıları” üzerinden sıkıştırmaya çalışmak doğru değil.

Önemli olan insanları virüsten uzak tutmak, hastane aşamasına getirmemek.

Koca’yı sıkıştırmak istiyorsak, sağlık çalışanlarının hakları üzerinden sıkıştıralım. Hani sağlık çalışanlarına “hakkınız ödenemez” diyorlar ya...

“Hayır ödenebilir” diye sesimizi yükseltelim.

Koca’yı sıkıştırmak istiyorsak “Bilim Kurulu’nun önerdiği tedbirlerin Cumhurbaşkanı tarafından eksiksiz hayata geçirilmesi için ısrarcı olun. Kimsenin anlamadığı, işe yarar olup olmadığı belli olmayan bu tuhaf önlemlerden vazgeçin” diye sıkıştıralım.

Koca’yı sıkıştırmak istiyorsak, “rakamlar şeffaf olmazsa, insanlar sorunun ciddiyetinin farkına varamaz” diyelim.