Dünya nüfusunun yaklaşık 1.8 milyar kişi olduğu 1918-1920 yıllarında ortalığı kasıp kavuran İspanyol Gribi’nden 100 milyona yakın insanın öldüğü tahmin ediliyor. Bugün ise dünyada 7.8 milyar insan yaşıyor. Bu sayı baz alınırsa, halen yaşamakta olduğumuz koronavirüs salgınının yaptığı ve muhtemelen yapacağı beşeri tahribatın geçmişe kıyasen ihmal edilebilir düzeyde kalacağı söylenebilir. Yazıya bu kadar soğuk bir kıyaslamayla başlamamım amacı, bu köhne dünyanın başına gelen tüm felaketlere rağmen, beşeri hayatının gelişerek devam ettiğini hatırlatıp “Enseyi karartmayın” demektir. Bir hatırlatma daha yapayım. Yakın geçmişte Afrika’da Ebola ve benzeri salgınlar çıkmış, gariban ülkelerde kütlesel ölümler olmuş ve ekonomik çöküntüler yaşanmıştı. Ama bu şanssız ülkelerde yaşamayan bizler, faciayı dışarıdan seyretmiştik. AIDS bile, zengin ülkelere de kısmen sıçramış olmasına rağmen, tahribatını daha çok Afrika’da yapmıştı. Belki de bu koronavirüs salgını kendi ülkelerinde çıktığı için gelişmiş ülkeler etrafı bu kadar vaveylaya veriyor.

EKONOMİ İNSAN İÇİNDİR

“İnsan sağlığı ekonomiden (milli gelir yaratılmasından) önemlidir” gibi üfürmeler  duyuyurum. Sanki ortada “Ekonominin sağlığı, insanın sağlığı ile çelişiktir” gibi konuşuluyor. Milli gelir nasıl daha çok artar diye kafa yoranların amacı da, yaşam kalitesini yükselterek insanların sağlıklı yaşamasına hizmet etmektir. Tabii her karar, bir “önceliklendirme” içerir. İki veya daha çok “gerekli eylemden” birine öncelik vermek, diğerlerini hiç ele almayacak olmak değildir. Mesela yaralılara müdahale eden bir doktor “kanamayı durdurmaya” öncelik verir. Çünkü yaralı, sırf kan kaybından ölebilir. İktisatçıların önceliği de kazaya uğrayan bir ekonomide “milli gelir azalması nasıl durur” diye düşünmektir. Koronavirüs salgınıyla mücadelede tıbbın önceliği bulaşmayı kontrol altına almaktı. Bunun için karantinaya başvuruldu. Ancak karantinalar ve ulaşım yasakları milli geliri düşürdü. Yani ekonomi hastalandı. Şimdi alınması zor karar, fazla gecikmeden karantinayı kaldırıp, ekonomiyi tekrar sağlığına kavuşturmaktır.

“EKONOMİ BATSIN, YETER Kİ SALGIN DURSUN” DENEMEZ

Milletler tarih boyunca birbirleriyle savaşmıştır. Savaşlar hep ulusal amaçlar için yapılmıştır. Bazen bu amaca “beka” denmiştir. Savaşın istenen yönü “düşman unsurlarının etkisizleştirilmesidir”. İstenmeyen yönü ise bizim askerlerimizin ölmemesidir. Savaşı yönetenler, zaiyatımız arttıkça mırın kırın edenlere “Zafer hasar ister; askerlerimiz biz yaşayalım diye öldü” der. Sıcak savaşlarda genellikle gençler ölür. Kaderin garip cilvesi bu “soğuk” salgın savaşında çoklukla yaşlılar ölüyor. Tamam, milli gelirin azalmasını göze almadan bu savaş kazanılamaz. Ama her şeyin bir haddi var.

Son söz: Ekonomi olmasa, salgınla savaş kolay olurdu.