Yirmi yıldır amansız bir hastalıkla mücadele eden Suna Kıraç aramızdan ebediyen ayrıldı. Suna Kıraç’ı büyük patronum Vehbi Koç’un kızı olarak 1961’de tanıdım. Bana göre çok güzel bir kızdı. İnanılmaz bir cazibesi vardı. Bu cazibe, sadece efsanevi işadamı Vehbi Koç’un “küçük kızı” olmasından kaynaklanmıyordu. Pek tabii, özellikle Koç şirketlerinde çalışanlar için Vehbi Koç’un evlatları, hem önemli hem de çekici kişilerdi. Başta Vehbi Koç olmak üzere onun eşi ve çocuklarıyla bir arada olmak, çalışanlar için bir gururdu. Hem de keyif vericiydi. Bu hususta kimse, iş dışı ilişkilerinde “meraklı çocuk” rolünü mükemmel oynayan Vehbi Koç’un eline su dökemedi. Rahmi Koç çok yakışıklıydı. Hâlâ da öyledir. Onun aramızdaki adı Paul Newman’dı. Dünyanın en demokrat adamı Erdoğan Gönül’ün eşi Sevgi Hanım çok cana yakındı. En büyükleri kadirşinas Semahat (Arsel) Hanım’ın hep ayrı bir ağırlığı olmuştur. Bu ağırlığı giderek artmıştır. Ama “Suna Hanım” bambaşkaydı. Hepimiz Vehbi Koç’un genleri “tam seri” olarak Suna Hanım’a geçmiş diye düşünürdük. Ne zaman döveceğine ne zaman seveceğine, babası gibi hep o karar verirdi. Onun bu hali beni bazen çok kızdırırdı. Ama O, Suna “Koç” idi. Bu, onun içselleştirdiği kimliğiydi. Başka türlü olamıyordu.

ÖMRÜMDEN UZUN İDEALLERİM VAR

Ben 1980 yılında Koç Topluluğu’ndan ayrıldım. Yönetici-danışman olarak çalışmaya başladım. 1983’de Hürriyet ailesine ekonomi danışmanı ve yazarı olarak katıldım. Koç’la pek bir ilişkim kalmamıştı. 30 yıldan fazla Anadolu Grubu’nda görev yaptım. Suna Hanım’ı hiç görmüyordum. Sadece Vehbi Koç, bazı sosyal projelerini hayata geçirmeden önce beni de danışmanlar heyetine dâhil ediyor ve bu vesileyle onunla görüşüyordum. 1992 yılında Suna Kıraç’ın, Koç Ailesi adına yakından ilgilendiği Koç Üniversitesi’nin kuruluş çalışmalarına katılmaya davet edildim. Seyrek de olsa Suna Hanım ile tekrar karşılaşır oldum. O artık tam bir “ağır patron” olmuştu. 1998’de amansız bir kas hastalığına yakalandığı haberi geldi. Zaten konuşurken, sağlığıyla ilgili bir şeylerin iyi gitmediği anlaşılıyordu. Bir süre, durumu idare etti. Ama sonunda kasları iflas etti. Tam da o yıllarda gazeteci Rıdvan Akar’la birlikte “Ömrümden Uzun İdeallerim Var” kitabını yazmaya başlamışmış. 2006’da yayımlana bu kitabın adı gerçekten hem Koç Ailesi’ni hem de Suna Kıraç’ı çok iyi tanımlıyordu. Gerçekten onun, ömründen uzun idealleri varmış.

SUNA KIRAÇ ESERLERİYLE YAŞAYACAKTIR

Suna Hanım, gruptan arkadaşımız İnan Kıraç’la 1967’de evlendi. Bildiğimiz kadarıyla, Suna Hanım hastalanıncaya kadar çok mutlu yaşadılar. İpek adını verdikleri bir kız evlatları oldu. İpek Kıraç’la bir iki defa sohbet ettim. Sanki karşımda o eski Suna Kıraç vardı. Suna Kıraç, sadece Koç Grubu’nun yönetim kültürünün inşasına hizmet etmedi. Koç Ailesi’nin diğer fertleri gibi birbirinden görkemli eğitim ve sanat projelerine imza attı. Ciddi servet tahsis etti. Koç Okulu ve Koç Üniversitesi, özellikle Rumeli Feneri yerleşkesi onun zevkini ve iradesini temsil eder. Tepebaşı’ndaki Suna ve İnan Kıraç Müzesi İstanbul için tek taş pırlantadır. Tüm Koç Ailesi’ne başsağlığı dilerim. Ne mutlu bizlere ki, bu dünyadan bir Suna Koç Kıraç’ın geçtiğine tanıklık ettik.

Son söz: Ölüm, bazen özlenir.