Sevgili okurlarım, bundan birkaç gün önce Türkiye’de çok önemli bir olay oldu ama bizim medya ne yazık ki bunu ıskaladı.

ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Satterfield yabancı bir haber ajansına açıklama yaptı:

“Türkiye’deki devlet hastanelerinin yabancı ilaç şirketlerine olan borcu 2 milyar 300 milyon dolara çıktı. ABD Ticaret Bakanı bir yıl önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’la bir görüşme yapmış, bu borç sorununun çözüleceği kendisine söylenmişti. Şimdi ise Türkiye, ABD şirketlerinden borç indirimi istiyor. Bu gibi şeyler Türkiye’nin yararına olmaz.”

Sopanın ucunu gösteriyor.

Şimdi dikkat ediniz, biriken bu borç tutarı sadece ABD şirketlerine ait olan bölüm.

Bir de öteki ülkelere olan ilaç ve tıbbi malzeme borçlarımızı düşünürsek söz konusu rakamın çok daha yüksek olduğunu tahmin edebiliriz.

★★★

Biz o alçaltıcı dönemleri yaşamadık ama durum aynen Osmanlı’nın başındaki kapitülasyon belası gibi.

Borçlar çığ gibi büyümüş, Osmanlı yabancıların kucağına oturtulmuştu.

Devletin borçlarını yönetmek için Düyun-u Umumiye isimli bir teşkilat kurulmuş, yabancıların, başka bir deyişle alacaklıların temsilcisi olarak Osmanlı’nın gümrük vesaire gibi bütün gelirlerine el koymuştu.

Biz çok şükür ki o günlerde değiliz.

Ama tablo yine vahim...

★★★

ABD büyükelçisi belli ki hükümetinden talimat almış ve bu kepazeliği gündeme getirmek zorunda kalmıştı.

Ama gelin görün ki, bu talebi nedeniyle derhal Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp protesto edilmesi gerekirdi.

Bizimkiler bunu yapamadı.

Korktular.

★★★

Şimdi işin siyasi boyutunu bir kenara bırakıp bazı acı gerçeklere bakalım.

Büyükelçi ile aynı günlerde, gerek devlet ve gerekse üniversite hastanelerine ilaç ve tıbbi malzeme satan iş insanlarından da uyarı geldi. Yerli İlaç ve Tıbbi Cihaz Üreticileri Derneği tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer alıyordu:

“Bıçak artık kemiğe dayandı. Devletten alacaklarımız 26 milyar liraya (eski parayla katrilyona) yükseldi. 16 aydan beri bize hiçbir ödeme yapılmıyor. Bu ay da ödeme yapılmazsa hastanelere mal vermemiz mümkün olmayacak ve sağlık hizmetlerinde büyük aksamalar meydana gelecektir.”

★★★

Rakamları elbette bilemem ama bana soracak olursanız gerek ABD büyükelçisi ve gerekse söz konusu dernek doğruları söylüyor.

Her ikisinin de bu kadar büyük yalan atması mümkün değil.

Zaten hangi hastaneye giderseniz gidin, hele orada tanıdık doktorlar varsa, size içlerini döküp yakınacaktır:

“Elimizde malzeme yok, ameliyatlar ve bazı tedaviler çok acil olanlar dışında ertelendi.”

“Bazı ilaçlar da ne yazık ki gelmiyor.”

★★★

Biraz deştiğiniz takdirde gerçekleri öğrenecek ve üzüleceksiniz...

“Benim ülkem bu durumlara düşmemeliydi” diyeceksiniz.

Zaten dikkat ederseniz büyükelçi dahil bütün yakınanlar aynı şeyi söylüyor:

“Borçlar birikmiş ama Sağlık Bakanlığı ve hastane yönetimleri bu saatten sonra indirim talep ediyor!”

★★★

Bu yönteme at pazarlığı denir!

Böyle bir duruma düşmek devleti rencide eder, saygınlığını zedeler, iki paralık eder ama bunu kime anlatacaksınız.  

★★★

Dedim ya, böyle şeyler Osmanlı’da sık sık olurdu.

Devletin mali durumu yabancıların, Galata bankerlerinin, Rum-Ermeni ve Yahudi sarrafların elinde oyuncak olmuştu.

Başkent İstanbul’daki büyükelçiler padişaha veya sadrazama bastırır, posta koyar, tehdit eder ve biriken borçları isterdi.

Aynen bugünkü ABD büyükelçisi olayında olduğu gibi...

★★★

Şimdi size yakın tarihimizden yüz kızartıcı bir örnek daha vermek istiyorum.

Yıl 1901. Tahtta padişahımız efendimiz sultan Abdülhamit oturmakta.

Devlet Tubini ve Lorando isimli iki Fransız bankerden çok büyük miktarda borç almış, ödeyemiyor. Devreye Fransa’nın İstanbul’daki büyükelçisi Constans giriyor ama maaşları bile ödeyemeyen devlette para yok ki, nasıl ödeyeceksin!

Büyükelçi protesto ediyor ve hükümetinden aldığı talimat doğrultusunda İstanbul’dan ayrılıyor.

Tam da bu aşamada Fransız hükümeti bizim zavallılara bildirimde bulunuyor:

“Bu borç derhal ödenmediği takdirde donanmamız (o zaman Osmanlı’ya ait olan) Midilli Adası’nı işgal edip gümrük gelirlerine el koyacaktır...”

Ve Midilli, iki Fransız bankere olan birikmiş borç nedeniyle yedi gemilik Fransız donanması tarafından işgal ediliyor.

Sonra para bulunuyor... Fakir fukara imparatorluk ahalisinin boğazından kesilen paracıklar ödeniyor ve donanma Midilli’nin işgaline son veriyor.

★★★

Sevgili okurlarım, yazıya nereden başladık ve konuyu değiştirip nerelere geldik!

Geçmişi anımsadıkça hep düşünürüm...

Atatürk ve İnönü 1923 yılında Lozan Antlaşması’nı kabul edip yürürlüğe soktular ve bağımsızlığımızı bütün dünyaya kabul ettirdiler.

Başımızın yüz yıllardır en büyük belası olan kapitülasyonlar Lozan’da kaldırıldı...

Ve Türkiye’de bir sürü aymaz ve sahtekâr, yıllardır piyasada bağırıp çağırmaktan hiç utanmaz:

“Lozan zafer değil hezimettir!”