Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26’ncı Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’dan koronavirüs salgınına farklı bir bakış:


Sevgili okurlarım,

Koronavirüs (Kovid 19) salgını, dünyadaki siyasal, sosyal ve ekonomik sistemleri temelden sarsacak gibi görünüyor. Tarih, içinde bulunduğumuz 2020 yılını “insanoğlunun büyük acılar yaşadığı bir yıl” olarak anacak.

Öyle anlaşılıyor ki bu yıl, ayrıca koronavirüsün öncesi ve sonrasıyla bir milat olacak.

Bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26’ncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile yaptığımız söyleşimizin ilk sorusu şu oldu:

Sayın Başbuğ, sizce dünyadaki siyasal, ekonomik ve sosyal düzenlerin çöküşü ne zaman başladı?..

İLKER BAŞBUĞ (İ.B.): Bence dünyadaki siyasal, ekonomik ve sosyal sistemlerin çökmeye başladığı yıl 1979. O yıl, dünyada çok önemli olaylar yaşandı. Ama bu olayların tam anlaşıldığını söylemek zor.

Zira, Amin Maalouf’un söylediği gibi; 1979’dan sonra “muhafazakarlık”, kendini devrimci ilan ederken, “ilericilik” ve “solculuk” sadece kazanımlarını muhafaza etmeye yöneldi.

İlker Başbuğ


SOSYAL DEVLET 1979’DAKİ DEVRİMLE ÇÖKMEYE BAŞLADI

Bunun asıl miladı da; İngiltere’de Başbakan Margaret Thatcher tarafından Mayıs 1979’dan itibaren gerçekleştirilen “muhafazakar devrim” oldu.

UĞUR DÜNDAR (U.D.): “Muhafazakar devrim” tanımını biraz açar mısınız?

(İ.B.): Bayan Thatcher’ın iktidara gelişinin etkileri, kısa sürede İngiltere sınırlarını aştı. Derin ve geniş çaplı bir hareketin ana nedeni oldu.

Thatcher’in “muhafazakar devrimi” şu noktalara dayanıyordu:

- Hükümetin ekonomik hayata müdahalesini azaltmak.

- Sosyal harcamaları kısıtlamak.

- Girişimcilere daha fazla serbestlik tanımak.

- Sendikaların etkisini tırpanlamak.

İşin ilginç yönü, muhafazakar devrimin bu reçetesinin gerek sağdan, gerek soldan çok sayıda siyasetçi tarafından coşku ile benimsenmesi oldu.

(U.D.): Ancak, Thatcher öncesi İngiltere’nin durumu da pek parlak değildi. Ülke ekonomik ve sosyal bir çalkantı içindeydi. Kaotik atmosferde Thatcher, 1979 Mayıs seçimlerinde bir ümit olmadı mı?

(İ.B.): Evet, İngiltere seçimlerin arifesinde zor bir durumdaydı. Grevler, ayaklanmalar, elektrik kesintileri, sağlıksız bir sosyal atmosfer vardı.

Thatcher, bu durumda farklı söylemlerle ortaya çıktı. “Karşımıza dikilecekleri, en başta sendikaları, acımadan ezip geçeceğiz” diyordu.

Thatcher’dan önce sağ veya soldan hiçbir siyasal yönetici grev kırıcı, sendika düşmanı, madencilerin ve düşük gelirli diğer emekçilerin kaderine duyarsız kişiler olarak gözükmek istemiyordu.

Ancak Thatcher’dan sonra, sosyal sorunlar hakkında yapılan siyasal ve entelektüel tartışmalardan utanç duyanların sayısı azalmıştı.

(U.D.): Peki “Thatcherizm veya radikal muhafazakarlık” ne zaman tepe noktasına ulaştı?

(İ.B.): Thatcher’in iktidara gelmesinden neredeyse 18 ay sonra, Amerika’da Ronald Reagan’ın seçimi kazanarak 20 Ocak 1981’de ABD başkanı olmasıyla, “radikal muhafazakarlık”, yine Amin Maalouf’un ifadesiyle “çağımızın hakim düşüncesi” oldu.

Reagan sorunun çok para kazananlar ile az para kazananlar arasında değil, geçinmek için çalışanlarla sistemden yarar sağlayanlar arasında olduğunu savunuyordu. “Sistemden yarar sağlayanlar” derken, devletin para yardımları sayesinde çalışmak zorunda kalmadan yaşayanlara işaret ediyordu.

(U.D.): İngiltere ve ABD’nin bu muhafazakar devrimin öncüsü olduğu görülüyor. Bunun ana sonucunu da konuşalım.

YIKILAN SOSYAL DEVLET YENİDEN AYAĞA KALKIYOR

(İ.B.): Muhafazakar devrimin ana hedefi, zenginler ile yoksullar arasındaki mesafeyi azaltmak için “vergileri” ve “sosyal yardımları” artırma eğilimden kurtulabilmekti. Bunun ana sonucu ise “sosyal devlet”ten uzaklaşmak oldu.

Bugün, 2020 yılında, koronavirüs (Kovid 19) salgını karşısında, insanoğlunun çaresiz kalmasının ana nedeni, ülkelerin ve devletlerin “sosyal devlet” yapısından uzaklaşmış olmalarıdır.

Thatcher’ın siyasetini biliyorsunuz; hükümetin ekonomik hayata müdahalesini azaltmaya; sosyal harcamaları kısıtlamaya; özel teşebbüse daha fazla serbestlik tanımaya ve özellikle sendikaların etkisini kısmaya dayanıyordu.

(U.D.): Bugün koronavirüs ile mücadele açısından, ülkeleri nasıl değerlendirirsiniz?

SOSYAL DEVLETE ÖNEM VERMEYEN BAŞARILI OLAMAZ

(İ.B.): ABD, İngiltere ve İtalya gibi ülkelerin “sosyal devlet” anlayışından uzaklaşmış olmaları, bugün bu ülkelerin koronavirüs (Kovid-19) salgını ile mücadelede zorlandıklarını ortaya koyuyor.

Buna karşın, her şeye rağmen, Almanya’nın “sosyal devlet” niteliğini diğer ülkelere göre korumuş olması, Almanya’nın göreceli olarak diğer ülkelere göre koronavirüsle mücadelede daha iyi bir noktada olduğunu gösteriyor.

Burada vurgulanması gereken husus; koronavirüs (Kovid-19) ile mücadelenin kazanılmasından sonraki döneme, şimdiden hazırlıklı olmanın hayati önem taşıdığıdır.

Umarım, koronavirüs (Kovid-19) ile mücadeleyi dünya ülkeleri en az can kaybıyla kazanır. Ancak, sanılmasın ki koronavirüs sonrası her şey eskisi gibi olacak! Böyle düşünenler büyük yanılgıya düşer.

Bu gerçek Türkiye için de geçerlidir. “Sosyal devlet” yapısına önem vermeyen, öncelik tanımayan, siyasi oluşumların, ileriki dönemde başarılı olabileceğini düşünmüyorum.

(U.D.): Siyasal, ekonomik ve sosyal düzenin çöküş yılı olarak 1979’u milat kabul ettiğinizi söylediniz. Thatcher ve Reagan’ın “muhafazakar devrimi”nden başka olayların da bu çöküşte önemli payı var. Onları da anlatır mısınız?

İRAN DA MUHAFAZAKAR DEVRİMİN DİĞER AYAĞI

(İ.B.): Haklısınız. Muhafazakar devrimin bir de İran boyutu var. İran’da Ayetullah Humeyni, Şubat 1979’da İslam devrimini ilan etti. İngiltere’de de Thatcher, Mayıs 1979’da muhafazakar devrime başladı. Humeyni’nin, Batı’yı İslam düşmanı olarak göstermesi, uzlaşmacı anlayışları adeta altüst etti.

4 Kasım 1979 günü yüzlerce İranlı üniversite öğrencisi Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği’ni işgal etti. Büyükelçiliktekileri rehin aldılar. Peki rehineler ne zaman serbest bırakıldı? 20 Ocak 1981. Ronald Reagan’ın Washington’da göreve başladığı gün.

Zaten biliyorsunuz, Reagan yönetimi de İran İslam Cumhuriyeti’ne çok düşmanca bir siyaset izlemedi.

Tabii burada; Washington ve Tahran “muhafazakar devrimleri” arasında bir ortaklık olduğu ileri sürülemez. Belki de bir anlık kesişme durumu. Ancak çok kimse de iki devlet arasında gizli bir pazarlık olduğuna inanıyor. İlginç bir konu, üzerinde düşünmeye değer.

(U.D.): 1979 yılı gerçekten ilginç ve önemli bir yıl. Bugüne nasıl gelindiğini bizlere gösteriyor. Sovyet orduları da; 24 Aralık 1979’da Afganistan’ı işgal etmişti. Buna ne diyorsunuz?

(İ.B.): Sovyetler’in Afganistan sınırını geçtiği gün, Başkanın Milli Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski, ABD Başkanı Carter’a şunları yazmıştı: “Şimdi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB), kendi Vietnam Savaşı’na sokma fırsatına sahibiz.”

Ne oldu geçen 10 yıl neticesinde; Sovyetler Birliği moral bozukluğuna girdi. Sonunda da SSCB parçalandı.

Aslında, Temmuz 1979’da Amerikalılar, İslamcı Afgan mücahitlerini gizlice silahlandırmaya başlamışlardı.

(U.D.): 26 Aralık 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği çöktü. Afganistan olayı elbette bu sonuçta çok önemli bir neden. Ama bunun yanında elbette başka nedenler de var.

SSCB’nin çökmesinin, dağılmasının ana sonuçlarından birisi sizce ne oldu?

KORONA SOSYAL DEVLETİN DEĞERİNİ HATIRLATTI

(İ.B.): Bu sorunuza çok kısa cevap vereceğim:

- “Sol fikirlerin” cazibesi ve geçerliliği azaldı.

- “Sosyal devlet” düşüncesinden uzaklaşıldı.

O gün için kazanan “muhafazakar devrim” gibi göründü. Hatta bugüne kadar birçok kişi “sosyal devlet”ten uzaklaşmanın, dünyaya nelere bedel olacağına anlayamadı!..

Ama bugün koronavirüs bizlere “sosyal devlet”in önemini “acı bir şekilde” anlattı, gösterdi...

Bu röportajın hazırlanmasında, Amin Maalouf’un muhteşem kitabı “Uygarlıkların Batışı” kitabından çok yararlandım. Evlerinde kalarak koronavirüs (Kovid-19) mücadelesine katkı sağlayanlara, bu kitabı okumalarını öneririm.