Ağustos, 1921...

Çok sıcak, kavurucu günlerdi. Yüzde 25’inin ayağı çıplak, bir o kadarının da bir ayağında patlak bir ayakkabı, öbür ayağında yırtıkları çaputla kapatılmış çarıklar vardı...

Yemek olarak da çoğu kez içinde tahılların yüzdüğü bir çorba ve kuru ekmek... Dayanamayıp dağlardan topladıkları otları yiyenlerden zehirlenerek ölenler oluyordu...

★★★

Yakıcı güneş altında, aç-susuz, upuzun 22 gün boyunca  direndiler...

Hiç durmadan saldırdılar-savundular, saldırdılar-savundular...

Büyüklü küçüklü tepeler sık sık el değiştiriyor, her seferinde yüzlerce asker ölüyordu...

★★★

Her şey kısıtlıydı, her şey... Birinin mermisi bitince, diğerinden ödünç alıyordu...

Top mermisi yok denecek kadar azdı...

Dedem düşman topçusunun saldırılarını anlatırken; “O kadar çok top mermisi yağıyordu ki, siperlerin içinde patlamanın sesinden sağa mı sola mı düşeceğini anlıyor, ona göre kaçışıyorduk” derdi!..

★★★

Her gün yüzlerce kayıp veriliyordu...

Ön saflarda çarpışan subayların yüzde 80’i ölmüş ya da yaralanmıştı...

Öyle ki rütbeli subaylar şehit düştüğünden 42. Alay Komutanlığı’nı bir yedek subay üstlenmişti... 4. Tümen’in hücum taburunda ise bir tek rütbeli subay kalmıştı...

Yalnızca “Çaldağı” çarpışmalarında; 3 alay komutanı, 5 tabur komutanı, 82 subay ve 900 er şehit olmuştu...

“Karadağ” tepesini alabilmek için bir tümenin yarısı şehit verilmişti...

Tümen komutanı süngü süngüye çatışırken vurulmuştu...

★★★

Susuzluk yakıcıydı...

Yedek subay dedem Salih Zeki de üstleri şehit olduğundan tabur komutanlığı yapmak zorunda kalanlardandı.

O da bir tepeye saldırırken, yukarıdan açılan ateşle bacağından yaralanmıştı.

★★★

O kavurucu sıcaklardaki şanlı direniş sonuç vermiş, Yunan ordusu 13 Eylül’de bitkin bir durumda çekilmeye başlamıştı...

★★★

22 gün süren Sakarya Savaşı, dünya tarihinin en uzun meydan muharebesidir...

300 yıldır geri çekilen Türk’ün ilk “taarruzu”dur..

Yorgun Türk Ordusu da düşmanı kovalayacak gücü bulamamış ama işgalcileri Polatlı önlerinden döndürerek Ankara’yı kurtarmıştır...

★★★

O büyük komutan ise sırtında bir er üniforması ile karargah olarak kullandığı Alagöz Köyü’ndeki, bir köy evinden savaşı yönetmiş, 22 gün boyunca uyku yerine küçük kestirmelerle yetinip tüm cepheleri dolaşmış, zaferden sonra döndüğü Ankara’da (Meclis’te) alkışlar ve gözyaşları arasında şu konuşmayı yapmıştır:

“Bu savaşta subaylarımız için söyleyecek söz bulamam... Ancak, doğru ifade edebilmek için diyebilirim ki, bu savaş, bir subay savaşı olmuştur!..”

★★★

Onlar aç susuz, ayakkabısız, mermisiz, hatta subaysız kalmalarına karşın, vatanlarını eşsiz bir kahramanlık destanı yazarak savundular.

Ve yaklaşık bir yıl sonra, Dumlupınar Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni de kazanarak Yunan’ı denize dökecekleri yolu açtılar...

★★★

Kurtuluşun büyük önderi Gazi Mustafa Kemal ve askerlerinin bu muhteşem zaferini küçümsemekle kalmayıp, “Keşke Yunan kazansaydı” diyen zihniyetin temsilcilerini ve Atatürk’e lanet yağdıranları, o şehitlerin aziz hatıraları önünde minnetle eğilerek, tarihin şaşmaz vicdanına havale ediyorum...

UĞUR DÜNDAR’IN NOTU: Bu yazıdaki birçok bilgiyi Sakarya Savaşı’nda yedek subay olarak çarpışan, sonra tezkere bıraktığı ordudan albay rütbesiyle emekliye ayrılan kahraman dedesi Salih Zeki Erce’nin anlatımlarından aktaran Vefalı kardeşim Fırat Hınçal’a çok teşekkür ederim.