Sevgili okurlarım, adına korona denilen bela bütün insanlık âlemini teslim almış durumda.

Sadece insanlık değil, bilim dünyası da ne olacağını pek bilemiyor!

Piyasaya aşılar sürülüyor, bu işin ne getirip götüreceği konusunda tartışmalar sürüp gidiyor.

Türkiye’de çok sayıda iş yeri aylardan beri kapalı.

En başta kafeler, kahvehaneler ve restoranlar geliyor.

Hepsi kapandı gitti. Ne zaman açılacağı belli değil.

Buralarda yönetici, aşçı, temizlikçi, güvenlikçi, garson ve komi olarak çalışan yüz binlerce kişi işinden oldu.

Şimdi bir bölümü motorlu kurye olarak yiyecek getir götür işi yapıyor.

İş yeri sahipleri kira ödeyemeyince mal sahipleriyle papaz oldular.

Herkes borçlu, herkes işsiz.

Bunlara sözüm ona verilen devlet desteği derseniz tamamen göstermelik.

★★★

Peki ama dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi bu iş yerleri bizde de niçin kapatılmak zorunda kalındı?..

Çünkü insanlar buralarda ister istemez yüz yüze oturuyordu.

Bir iki metrelik mesafede maske takmak da işe yaramıyordu. Yeme içme sürecinde maskeler ister istemez çıkarılmış oluyordu. Dolayısıyla virüsün oracıkta hemen bulaşma riski yüksekti.

★★★

Şimdi bu gerçeklerden yola çıkalım ve gelelim cezaevlerine...

Cezaevlerinde şu anda 300 bine yakın kişi yatıyor.

Bazıları hükümlü, yani ceza almış durumda.

Bazıları ise tutuklu...

Bu demektir ki aileleri ve yakın çevreleriyle birlikte iki milyon kişi oluşturan bir kitle var.

★★★

Tek kişilik hücrelerde yatmakta olanlar dışında bu tutuklu ve hükümlülerin neredeyse tamamı, yaşamını koğuşlarda geçiriyor.

Ancak bu kadar kalabalığa koğuşlar da artık yetmiyor.

Örneğin 14 kişilik koğuşta 30 kişi yaşıyor.

Dolayısıyla çoğu cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler yerde yatmak zorunda kalıyor. Yataklar nöbetleşe kullanılıyor.

Şimdi tabloyu bir düşünün...

Maskeniz takılı olsa bile onca insan aynı ortamı paylaşmak, aynı nefesi içinize çekmek zorundasınız.

Aynı masada yemek yerken yine yüz yüzesiniz.

Restoran, kafe ve kahvehanelerden daha beter bir ortam.

Havalandırma ve yıkanma olanakları son derece kısıtlı.

Bu durumda maske-mesafe-temizlik kuralı ister istemez yok edilmiş oluyor.

Maske takılsa bile mesafe ve temizlik kuralı yeterince uygulanamıyor.

★★★

Cezaevlerinden sık sık mektup ve fakslar alıyorum.

Adeta onların ‘dert babası’ oldum!

Mahkumların gazeteciye mektup yazmalarına, PTT aracılığı ile faks çekmelerine izin veriliyor. Bu çok önemli ve olumlu bir durum.

Mektupların çoğunda korona korkusu dile getiriliyor.

Haklılar...

“Bu sıkışık ve uygunsuz ortamda virüs kaparsak bizi kim tedavi edecek? Bu koğuşlarda ölüp gidecek miyiz?”

En sık dile getirilen endişe, korku, kuşku böyle...

Ve hemen hemen hepsi aynı söylüyor;

“Cezaevinde salgın bir yayıldığı takdirde kitlesel ölümlerin önünü kimse alamaz...”

★★★

Bazıları da işi gırgıra vuruyor:

“İlk girdiğimde panik halinde idim. Deneyimli mahkumlar şöyle dediler: ‘Hiç merak etme, kimse burada sonsuza kadar kalmaz. Ya ayakta, ya da tabutta, mutlaka günün birinde buradan tahliye edilirsin.”

★★★

Bugüne kadar cezaevlerinden herhangi bir salgın haberi gelmedi... Gizliyorlarsa bilemem ama en azından böyle bir haber medyada yer almadı.

Ama koğuşlar çok tehlikeli... Bundan sonra ne olup olmayacağını hiç kimse bilemez.

Bu konuya girmişken, aldığım çok sayıda mektuptan yola çıkarak, cezaevlerindeki genel tabloyu da sizlere iletmek isterim:

Cezaevi yönetimleri ve çalışan personel, korona mücadelesini fedakarca yapıyor...

Yemeklerden şikayetçi olanların sayısı çok az. Ancak kahvaltıları çok yetersiz bulanlar epeyce fazla. (Şimdi bunları okuyan bazılarının “Oraları beş yıldızlı otel mi, beter olsunlar” dediğini duyar gibi oluyorum!)

Sıcak su yeterince verilmiyor, yeterince vücut temizliği yapılamıyor.

Koğuşlardaki tuvalet sayısı o kalabalığa yetmiyor, korona açısından sağlıksız bir ortam oluşuyor.

★★★

En büyük yakınma nedeni ise cezaevi kütüphaneleri...

Çok ilginçtir, hayatında hiç kitap okumamış olanlar bile içeride kendilerini okumaya veriyor.

Ama çoğu cezaevlerinde yeterli sayıda kitap yok.

Dağıtım aksıyor.

Tutuklu ve hükümlülere dışarıdan kitap gönderilmesi pek çok kısıtlamaya tabi. Örneğin PTT dışındaki kargo şirketleriyle gönderilen kitaplar içeriye alınmıyor.

Alınan kitaplar ise önce yönetim tarafından haftalar boyunca inceleniyor, uygun görülürse veriliyor. Yönetimler bu konuda yavaş davranıyor.

Ya vazgeçin bu formalitelerden kardeşim, ya da dışarıdan kitap gelmesini ve okumayı serbest bırakın.

O mektuplarda neler var neler...

★★★

İki gün önce elime geçen ilginç mektubu Aydın Cezaevi’nden Erdem Saraç yazmış:

“...Bir zamanlar sizden nefret eder, yazılarınızı okumazdım. Şimdi sizi ve gazetenizi her gün takip ediyoruz. 42 yaşında bir edebiyat öğretmeniyim. İki yıl dokuz aydır tutuklu olarak yatmaktayım.

Her gün bir kitap okuyorum. Yani hayata yeniden gelmiş oldum. Bugün itibarıyla burada beş roman yazdım. Korkum şu ki yazma hedeflerime ulaşamadan hapisten çıkarım! Rabbim
hakkımızda hayırlısını
ihsan etsin.”


Adalet Bakanlığı bu insanların okuma özlemini giderecek çareleri (bütün cezaevleri için) mutlaka bulmalıdır.

Korona salgınını önlemede bugüne kadar gösterdiği başarıyı bu alanda da göstermelidir.

★★★

Emin Çölaşan’ın notu: Sevgili okurlarım, bana yazıp PTT aracılığı ile gönderdiğiniz mektupları bizim gazetenin İstanbul adresine gönderirseniz, elime ulaşması epeyce zaman alıyor. Doğru adresi lütfen not alınız:

“Sözcü Gazetesi. Tahran Caddesi No. 3, Kavaklıdere-Ankara.”