“Gazetecilik bir gönül mesleğidir. Zordur, meşakkatlidir, ama seversen bir daha bırakamazsın. Evini, eşini, sevgilini bırakır, haberin peşinden gidersin.

Yeri gelir vurulursun, yeri gelir hapse girersin ama ondan yine kopamazsın.

Hedef olursun; bazen siyasetçilere, bazen teröristlere, bazen mafya babalarına...

Ama gazeteci dediğin, iktidar sahiplerinin sesi olmaz, güçlünün yanında durmaz, hep gerçeğin peşinde koşar.

Bu temel ilkeyi 70 yıl önce (şimdiki Hürriyet’le benzeri kalmayan) Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu Sedat Simavi şöyle ortaya koymuştu:

“Kalemine daima efendi kal, uşak olma. Mecbur kalırsan kalemini kır ama sakın satma!”

★★★

Yukarıdaki cümleleri, genç meslektaşımız Murat Büyükçelebi’nin “Medyada Ayak Oyunları-Bir Akşam Tiyatrosu” adlı kitabından naklettim.

Aileden gazeteci olan Murat Büyükçelebi’nin dayısı rahmetli Celalettin Çetin, benim yakın arkadaşlarımdan biriydi. Sayısız önemli habere imzasını atmış, Roma’da cezaevinde yatan Papa Suikastı sanığı Mehmet Ali Ağca ile ilk röportajı yapan gazeteci olmuştu.

Rahmetli Celalettin Çetin, tuttuğunu koparan, hedefine ulaşmak için tüm engelleri darmadağın eden bir gazeteci idi... Nur içinde yatsın.

★★★

Murat Büyükçelebi, Babıâli denilen gayya kuyusundaki bir medya grubunda yaşanan çirkinliklerin, ayak oyunlarının, dönen dolapların içinde bizzat yaşadığı ve “gazeteci denilen gazeteci müsveddelerini” iyi tanıdığı için, kitabında bunları gayet güzel anlatmış...

AKP iktidarının pekişmesiyle birlikte ortaya yeni tip gazeteciler çıktı.

Bunlar ve bunları piyasaya sürenler, “Genel Yayın Yönetmeni” denilen kişilerin sadece iktidar yalakalağı yapmasını istiyor. Devlet kurumlarına genel müdür atar gibi yayın yönetmeni atayıp, bilgisi, deneyimi ve yeteneği olmayan tasmalı kişilerden hizmet bekliyorlar.

Murat Büyükçelebi, güç odaklarının istediği “çıkarcı ve evet efendimci” Genel Yayın Yönetmenlerinden değildi. İktidar partisinin yörüngesine girmeyi reddettiği için, 17 yıl başarıyla yönettiği Güneş Gazetesi’nden istifa etmek zorunda kaldı.

Murat Büyükçelebi kitabında yaşadığı olayları anlatarak “Türk basının bir dönemine” ışık tutuyor. (Tekin Yayınevi)

Orman değil, insanlık yandı!


Marmaris’te geçen haftaki orman yangını, geniş bir bölgeyi, yaşayan tüm canlılarıyla yakıp kül etti. Alevlerin arasında bir de insan yanarak can verdi.

Kimilerine göre ihmalkârlık, kimilerine göre tedbirsizlikti yangının sebebi... Bazıları da “Otel yeri açmak içindi” diyor.

Yangın göz göre göre geldi. Marmaris halkı “Böylesi sıcak günlerde bir de poyraz rüzgârı varsa, tehlike kapıda demektir.” diyor, muhtemel yangın halk tarafından biliniyor, bekleniyordu.

Bu nedenle, böyle bir tehlikeyi, devleti yönetenlerin bilmemesi, tahmin etmemesi mümkün değildir.

Marmaris yangınını, içi yanarak anlatan öğretim görevlisi okurum İslâm Çankaya:

“Bana göre yanan ne orman, ne insan, ne de diğer canlılardı. Asıl yanan, aldırmayan, önemsemeyen, önlem almayan insanlıktı. Çünkü yangın haber vererek geldi. Yazıklar olsun!” diyor.

TEBESSÜM

Temel kaplan avcısı!


Temel, Trabzon’da İş ve İşçi Bulma Kurumu’na gider “İş arıyorum, bir türlü bulamıyorum” der. Memur sorar:

“Daha önce ne gibi işlerle uğraştınız? Mesleğiniz nedir?”

Temel “Ben kaplan avcısıyım memur bey!” der.

Görevli kızar:

“Ulan, Trabzon’da kaplan ne gezer be adam? Şaşırdın mı sen?”

Temel yanıtlar:

“İşte memur bey, ben de bunun için işsizim ya!”

GÜNÜN SÖZÜ

Aykırı insanlara deli diyorlar! Akıllı kim ki bu dünyada?