2011 yılıydı. Dünya, Japonya’dan gelen haberle sarsıldı. 9 şiddetinde deprem 3 dakika sürmüş, ardından Büyük Okyanus kıyılarını tsunami vurmuştu. Okyanus zemini bir anda 3 metre yükseldi, dalgaların boyu bazı yerlerde 38 metreye ulaştı. 20 bine yakın insan can verdi. Hala 2 bin 500 Japon kayıp! Depreme alışkın Japonlar bile şoke olmuştu. Binlerce ev yıkılmış ya da denize sürüklenmiş, Fukuşima Nükleer Santrali sular altında kalınca Çernobil’den sonra en büyük nükleer facia yaşanmıştı... Yarım milyon insan evsiz kalırken, Japonya gibi zengin bir ülkede 47 bin kişi halen geçici konutlarda yaşıyor!


Felaketin yaşandığı zamanlarda Hürriyet.com.tr’deyim. Günlerce haberler yaptık. Bir gün ajanslardan gelen fotoğraflara bakarken gördüm o kareyi... Nükleer dehşet yüzünden Fukuşima ve çevresine girişler yasaklanmış, buralara sadece özel izinle girilebiliyordu. Fotoğrafta, gözalabildiğince yıkıntı görünüyor, ön planda bir adam, boynunda yafta gibi bir levha, iki büklüm olmuş sanki bir şey arıyor! Fotoğraf var, bilgi yok... İlk bakışta yıkılmış evinde altın, para ya da değerli ne varsa onları arıyor gibi görünüyordu.


Dış Haber Servisi’ndeki arkadaşlardan rica ettim, araştırdılar. Bir saat sonra öğrendim gerçeği.


Bugün aklıma gelince bile burnumun direği sızlıyor. O fotoğraftaki insan boynuna astığı özel izin belgesiyle bölgeye girmiş bir afetzedeydi! Kanser olma ihtimali yüzde yüz olmasına rağmen evini, evinden geriye kalan anılarını arıyordu!


Ailesine, çocuklarına, çoktan ölüp gitmiş annesine, babasına, belki kız kardeşine ait fotoğraflar, ilkokulda sınıf arkadaşlarıyla çekilmiş siyah beyaz bir kare, sonradan eşi olan sevgilisiyle lunaparkta ilk buluşmalarında aldıkları ve anı olarak sakladıkları giriş bileti, düğün fotoğrafları, çocuklarının doğumuyla ilgili fotoğraflar, ilk adımları... Yani yolda görsen durup senin almayacağın fakat onun için bu dünyadaki en değerli şeyleri arıyordu...


***


Bizim, orman yangını hariç, ‘aya gitmek’ dahil her konuda bir ‘planı’ olan idarecilerimiz; uçakları kaldırıp zamanında önleyemedikleri ve artık ne zaman nerede duracağı belli olmayan alevler ormanları, evleri, köyleri hatta ilçeleri önüne katmış yutmaya devam ederken çıkıp, “Yananların yerine aha da bu konutları yapacağız” diye gururla ilan etti.


Duyunca projeyi, otobüsten atılan çevreci bez torbalardaki keyif çayını havada kapmış gibi sevindik millet olarak... Hatta bir ara, yanan güzelim çam ağacının közünde mi demlesek diye düşünürken acı acı gülümsedik halimize!


Bazı AKP’li idareciler TOKİ’nin villa gibi evlerinin fotoğrafını göstermekle yetinirken, bazı AKP’li idareciler ise o denli düşünceliydiler ki; fotoğraf gösterip, üzerine bedavadan moral bile verdiler!


Antalya’nın alevlere yenik düşen, tahliye edilen Gündoğmuş İlçesi’nin ‘eğitimci’ kökenli AKP’li belediye başkanı Mehmet Özeren mesleğinin verdiği deneyimle şöyle teselli etti evi yanmış, henüz yanmasa da bu gidişle yanacak Gündoğmuşlular’ı: “Evleri kullanılmaz hale gelen vatandaşlarımıza TOKİ tarafından 20 yıl ödemeli(sanki bedava), çok cüzi faizlerle(hani faiz haramdı. Felaket anında bile faizin yeri ayrı) istedikleri şekilde evleri yapılacak. Çok eski evi olanlar, ‘keşke bizim de evimiz yansaydı’ diyecekler!”


İşte böyle.


Sandığa bakarsın, sadece sana verilmiş oyları görürsün.


Fotoğrafa bakarsın, bina görürsün, beton görürsün.


Yıllardır yakından izliyoruz her hareketinizi, tanıdık artık! Başka türlü bakamıyorsunuz, tek bildiğiniz bu, beton yani...


Anlattım, Japonya’da çekilmiş fotoğrafı. O adam ne arıyordu yıkıntılar arasında? Villa tipi bir ev mi? Yoksa yıllardır biriktirdiği anılarını mı...


Yangını büyümeden söndürmek yerine, canım ormanlar için çığlık atıp, “Allah rızası için buraya bir uçak gönderin” diye konum verip yardım isteyenleri suçlayan, pişkin pişkin TOKİ villası ile övünenler biliyor musunuz acaba; şu anda kaç milyon kişi alevlerin aydınlattığı gerçekleri görüp “keşke” diyor!


Keşke benim de evim yansaydı diyecekmişiz öyle mi?


Yanıyor zaten kardeşim. Evimiz, ocağımız, bu dünyadaki bir tanecik sarayımız, yurdumuz yanıyor...