Atatürk’ün en uzun konuşması büyük ihtimalle 2 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmadır. Normal puntoyla yazılmış 53 sayfa! Lebalep doluydu depodan bozma salon. Henüz radyo, cep telefonu, televizyon yoktu ama toplantı canlıydı! Yani, isteyenler el kaldırıp Atatürk’e soru soruyor anında cevabını alıyordu.

Atatürk’ün ağzından tarihi bir cümle ilk kez “Gavur İzmir” yaftası yapıştırılmak istenen İzmir’de duyuldu. Sadece cümle bile Atatürk’ün bu masum halkı hurafelerden, yalanlardan uzak tutma isteğinin kanıtı. Cümle, “Kur’an ile hatırlatmak isterim ki...” diye başlıyordu. Kaynağı Kur’an... 50. sure Kaf Suresi’nin son ayeti: “Benim tehdidimden korkanlara, sadece Kur’an ile hatırlat!”

Henüz dün yapılmış gibi güncel konuşmasının ibretlik bir bölümü şöyle:

Eğer Müslümanlardan, Kur’an’ı yüceltmek dini bir vazife olarak talep olunuyorsa hiç şüphe yok ki, Müslümanlar ne kadar kuvvetli, kudretli ve bütün bu kuvvet ve kudret akılca ne kadar yüksek olur, ilmen, fennen gelişmiş bulunursa Kur’an’ı yüceltmeyi iyi yapmasını bilir ve Allah ancak bu mesai tarzından daha çok memnun olabilir...

Daima ileri sürülen bir şey vardır ki o da din engellemesidir... Bizim dinimiz hiçbir vakit böyle bir şey talep etmez! İlim ve irfanı aramaya mecburuz. Nerede bulunursa bulunsun oraya gitmek, onu bulmak, almak, onunla donanmak mecburiyetindeyiz. Allah’ın emri, kadın ve erkek bütün Müslümanların aynı derecede ilmen, fazileten her bakımdan olgunlaşmasıdır.

Kur’an ile hatırlatmak istiyorum ki, bu nerede ise oraya kadar gidecektir. Kim? Hepsi gidecektir, kadın da gidecektir, erkek de gidecektir. Dinin bir engellemesi yoktur...

Biz elhamdülillah Müslümanız. Dinin hakiki esaslarını incelediğimiz zaman onun bize ifade edebileceği hükümet şekli, yalnız ve yalnız bizim takip ettiğimiz hükümet şeklidir. İlahi emirlerle hükümet şekli yoktur. Şu veya bu şekil ifade edilmiş değildir. Yalnız hükümetin nasıl olması lazım geleceğine dair esaslar ifade edilmiştir. Bu esaslardan biri şuradır(meclistir)... Bizzat Cenabı Peygamber şurasız muamele yapmazdı. İkinci esas adalettir. Üçüncüsü ululemre (devlete, devleti yönetenlere) itaat etmektir. Ne yazık ki bu güzel hakikati, çok fena insanlar, yine din kisvesi altında çok fena yorumlamışlardır. Emir demek, amir demek padişah demektir.

Millet ancak seçtiği insanlardan, vekillerden meydana gelen bir yönetime sahip olursa ve bu yönetim adalet üzere hareket ederse işte Allah’ın ve Kur’an’ın istediği hükümet bu olur. Çok iftihara değerdir ki, milletimiz ancak 1300 küsur sene sonra Kur’an’ın bu hakikatini fiil halinde göstermiş oldu.

Bizim dinimiz İslam, en makul, en doğal dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son dindir ve en mükemmeldir. Doğal olabilmek için akla uygun olması lazımdır. Akla, ferasete, muhakemeye, mantığa, ilme ve fenne, hepsine tamamen uygun olması lazımdır ki, uygundur. Bizim dinimizde ruhbanlık yoktur...”

Kerameti kendinden menkul bazıları çıkıp utanmadan bu Atatürk’e dinsiz derken, Allah’tan korkmadan iki ayyaş benzetmesi yaparken ve pek çokları susarken bir din adamı çıktı yukarıda okuduklarınızı yazdı. Günlerce yazdı hem de. Yazdı yazdı, sonunda da, “Mustafa Kemal, din adına Kur’an ile böyle hatırlatıyor, hurafe, yalan ve uydurmalarla değil. Çünkü o yalanları yıkmak istiyor. Onun ayakta tutmak ve din olarak yaşatmak istediği, Kur’an ile hatırlatılması mümkün olanlar...” dedi. Ben onun yazdıklarını özetlemeye çalıştım.

O, sadece Türkiye’de değil dünyaca tanınmış saygın bir din bilginiydi. Birileri ne zaman bu temiz yürekli milleti din adına, Allah’la kandırmaya çalışsa, Atatürk’e onun devrimlerine saldırsa karşılarına dikilip gerçekleri açıklamak görevini yüklenmişti. Ölene dek yaptı bunu.

Time Dergisi’nin ‘20. Yüzyılın En Önemli Kişileri’ anketinin yüz ismin ilk onu arasında yer aldı. 80’i aşkın eseri pek çok dile çevrildi. Türkiye’de Kur’an-ı Kerim’in Özüne Dönüş Hareketi’nin öncüsüydü. Kur’an’daki İslam adlı ansiklopediyi yazdı. Kur’an’ın, yorum katılmamış ikinci Türkçe çevirisini yazdı. Üç yüzü aşkın baskı yaptı kitap. 2011 yılında yakalandığı mide kanseriyle mücadele etti, kazanamadı. 2016 yılında aramızdan ayrıldığında belki de en verimli çağında 65 yaşındaydı.

Türk İslam felsefesi profesörüydü, çok başarılı bir gazeteciydi, müthiş bir yazardı, avukattı, televizyon programcısıydı, siyasetçiydi, akademisyendi, İstanbul İlahiyat Fakültesi kurucu dekanıydı. Ama tüm bunlardan öte bir Mustafa Kemal Atatürk hayranıydı. Biliyor ve her fırsatta tekrarlıyordu bunu. Çünkü, Atatürk hiçbir kişisel çıkar peşinde koşmadan neyi var, neyi yoksa bu millete vermişti. Onun adı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’tü...

Maalesef o da tüm doğruyu söyleyenler gibi yalanların peşinde koşanların, dini kendi tekellerine alıp çıkarlarına alet edenlerin hışmına uğradı. Elbette iftira vardı, korkutma, gözdağı vardı, davalar, mahkemeler vardı. Ama en fenası ‘yalnız’ bırakmaktı.

Memleketimizin bir rahatsızlığıdır, doğruları söylemeye başladı mı birisi çevresi hızla boşaltılır. Kalabalıkların içinde bile yapayalnız bırakılırsın. Yaşarken örnekti bu yalnızlığa Yaşar Nuri Öztürk. Kanseri de yenerdi belki de bu yalnız bırakılmak olmasaydı...

Örnekler bitmiyor. Dün Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, bugün Prof. Dr. Mustafa Öztürk!

Cemaatleri eleştirmeye başlayınca, merak edip sorunca, araştırınca her kanaldan hayalet güçler gibi saldırdılar ona. “Allah kelamını inkar ediyor” dediler. Diri diri yaktılar yalanlarıyla yüreğini... Öyle acımasızdı ki linç, geçen sene istifa etti Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden. “Artık yeter. Benden bu kadar” diyerek emekliliğini istedi.

Ama meşhur kinleri bitmiyordu. Bitmedi saldırılar... Önceki gün uçağa binmeden önce Instagram hesabından, “Artık gidelim... Yerli ve milli tımarhanede herkese ruh sağlığı dilerim. Doktora tez danışmanlıklarımı Cübbeli ile Sakarya’daki tacizci Nurullah’a devrettim. İlahiyat işleri artık onlara teslim...” diye paylaşım yaptı. Münster Wilhelm Üniversitesi’nin İslam Teolojisi bölümünden davet almıştı, Almanya’ya gitti!

Onu da yapayalnız bırakmıştık. Gitti... Cinsiyetçi değil lafın gelimi; adam ve özellikle de din adamı kıtlığı çektiğimiz bu zamanlar kaldık yine biz bize. Her dönemin adamları, “onun cenazesini yıkamayalım” diyecekler yine, Peygamber bile söylememiş, “Allahsız bu” diyecekler işine gelmeyene. Kendi milyonlarla oynarken, “bu Ramazan 28 lira oldu fitre” açıklaması yapacak sıkılmadan.

Bir Öztürk öte dünyaya, bir Öztürk Almanya’ya gitti. Kalan öztürkler ne yapacak peki?