Kader, İslam düşüncesinde en çok tartışılan konulardan biridir. Aynı zamanda bir sorun olarak karşımıza çıkar, insanın insan olmasından kaynaklıdır bu sorun. Sosyal, siyasal ve kültürel hayatta gerçekleştirdiği eylemlerini meşrulaştırmaya ihtiyaç duyanların, argümantasyonlarını davranışlarına uygun hale getirmekten kaçınmadıkları bir vakıadır.  Ne yazık ki, Müslümanların tarihinde bu zafiyet çok erken başlar. Muaviye ve sonrasında devam eden yönetimlerin siyasasında, Allah kelimesi başta olmak üzere dini kavramlar ve ritüeller artık bir araçtır; böylece isyanlar, huzursuzluklar, en meşru talepler kolayca bastırılır. Örneğin hilafet, Allah tarafından verilmiştir, hilafetin kendilerinde bulunması Allah’ın bir takdiridir. O halde kendilerine itaatsizlik, Allah’a itaatsizliktir; Allah’ın takdirine (kadere) karşı çıkıştır. Dört halifeden hiçbirinin kullandırtmadığı “Allah’ın halifesi” ünvanı, Emevi halifeleriyle kullanılmaya başlar. Öyle bir noktaya gelir ki, her türlü zulüm, “Allah’ın kaderidir” denilerek korunaklı hale getirilir. Sorumluluktan kaçmanın, gayri meşru iş yapmanın, hedeflerine ulaşmanın kolay, ucuz ve gayri ahlaki şeklidir. Bu durum karşıt düşüncelerin doğmasına yol açar. İnsanın özgür iradesini ve sorumluluğunu önceleyen düşünce ekolleri ortaya çıkar. İlahi irade ile insanın özgürlüğünün çatışmayacağını iddia eden isimlerden biri de İmam Mâtürîdî’dir; kader konusuna şöyle açıklık getirir:

“Allah’ın takdirinde yer alan hususların hiçbiri, insanları, işledikleri fiillere yöneltmiş, sevk etmiş veya icbar etmiş değildir. Aksine kaza ve kader diye bir şey olmasaydı da insanlar yine sahip oldukları konumu koruyacaktı ve sözünü ettiğim kaza, kader, yaratma faktörleri bulunmasaydı bile yine de insanlardan sâdır olan fiillerin ortaya çıkması düşünülebilecekti. İnsanlar aslında yapmakta oldukları fiillerin tam zıddını da işleme imkânına sahip kılınmışlardır. Kaza ve kader, kişileri fiilen zorlama altında tutmamış ve hiçbir realiteyi onlardan uzaklaştırıp erişilmez konuma taşımamıştır. Çünkü insanlardan her biri kendisinin hür, tercihler yapabilen, fâil biri olduğu gibi aynı zamanda işlediği fiili terk etmeye muktedir konumda bulunduğunun da bilincindedir. O halde kader, sadece diğer cevher ve arazları yaratmak, fiillerin oluşacağı zaman ve mekânları belirlemek gibi bir fonksiyon icra etmektedir.”  Herhangi bir eylemi gerçekleştirirken insanların aklına kaza ve kader gelmez, takdir ve kaza edildiği konusunda bir bilgi bir belge ve bir iletişime sahip değillerdir diyen Mâtüridî şöyle devam eder: “...madde sahibinin, kendi kanaatince fiiline ait olmayan bir unsura dayanarak bahane sürmesi temelsiz ve boş bir uğraştır... İnsan, gerçekleştirdiği işin aksini de tercih edebileceğinin şuurundadır. Şu hâlde bu realiteyi inkâr etmek mümkün değildir.” (Kitabü’t-Tevhit, sh.395-96)

Kaderle ilgili yapılan her yorum doğrudan Allah tasavvuruyla ilgilidir. Dolayısıyla bir tasavvur, bir imaj sorunuyla da karşı karşıyayız. Önce biz kader kavramına bir bakalım.

KADER KELİMESİNİN ETiMOLOJİSİ

Arapça “kdr” kökünden gelen kader; “ölçme, değer biçme” anlamına gelir. Türkçede kıymet, nicelik anlamında kullandığımız “kadar” kelimesi de aynı köktendir; ikinci anlam ise “alın yazısı, ilahi kudrettir.”  Dil alimi Rağıp El-İsfehani, takdir/kader kelimesinin iki anlamı üzerinde durur. İlki varlıktaki nesnelere güç vermek, diğeri ilahi hikmetin gerektirdiği şekilde yaratılmış olan her şeyi nihai özelliklerine kavuşturmaktır. Varlıkta kimi yaratık, ilk yaratılışta son şeklini almıştır, bazı varlıklar ise süreç içinde gelişir. Şeylere bahşedilen özellik ne ise vücuda o gelir; örneğin elma çekirdeğinden elma hasıl olur, buğday tohumundan buğday çıkar. Her şey amacına uygun yaratılmıştır ve her şey planlı bir şekilde bir ölçü dahilinde işler; çocuğun dünyaya gelme aşamaları gibi. Gece-gündüz (En’am-96), yeryüzü-gökyüzü, dağlar-taşlar, yiyecekler, zaman, ölüm vs. kısaca varlık (Fussilet-10, Müzzemmil-20, Vakıa-60, Mülk-2) Allah’ın takdiriyle yaratılmıştır.

Yine Kur’an’da; “Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu çevirmeye hiçbir (biçimde imkân) yoktur” (Rad-11); “Zalimleri ise şaşırtır, onların doğru yoldan çıkmasına fırsat verir. Allah dilediğini yapar” (İbrahim-27) “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. İnsanların bu hususta seçme hakkı ve yetisi yoktur. (Kasas-68)  “Her bir ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler ne öne alınabilirler” (Yunus-49) gibi takdir/kader konusuna ilişkin yoruma açık ayetlerle karşılaşırız. Ayetlerin bazılarının muhkem bazılarının müteşâbih nitelik taşıması kaderin içinde yer aldığı kimi konuların anlaşılmasını güçleştirir. Haftaya devam edelim.